Can Yücel sıra dışı bir insandır.
Cesurdur ve duygusaldır. Ankara ve Cambridge üniversitelerinde Latince ve Yunanca okudu.
Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra’da BBC’nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı. Askerliğini Kore’de yaptı. 1958’de Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Bodrum ve Marmaris'te turist rehberi olarak çalıştı. Ardından bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını İstanbul’da sürdürdü.
1956 yılında Güler Yücel ile evlendi. Bu evlilikten iki kızı (Güzel ve Su) ve bir oğlu (Hasan) doğdu.
Can Yücel, taşlama ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığı şiirlerinde, yalın dili ve buluşları ile dikkati çekti. Can Yücel'in ilham kaynakları ve şiirlerinin konuları; doğa, insanlar, olaylar, kavramlar, heyecanlar, duyumlar ve duygulardır. Şiirlerinin çoğunda sevdiği insanlar vardır.
'Maaile' şairin kitaplarından birine koyduğu bir ad. Can Yücel için ailesi çok önemlidir: eşi, çocukları torunları, babası.. Bu insanlarla olan sevgi dolu yaşamı şiirlerine yansımıştır. 'Küçük Kızım Su'ya', 'Güzel'e', 'Yeni Hasan'a Yolluk', 'Hayatta Ben En çok Babamı Sevdim' bu sevgi şiirlerinden bazılarıdır. Can Yücel ayrıca Lorca, Shakespeare, Brecht gibi önemli yazarların oyunlarından çeviriler yaptı. Shakespeare çevirileri (Hamlet, Fırtına ve Bir Yaz Gecesi Rüyası) aslına bağlı kalmayan, eserleri topluma aktarma amacıyla yaptığı çevirilerdir. Shakespeare'in ünlü 'to be or not to be' sözünü 'bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin' şeklinde Türkçeleştirmiştir. 1959'da ilk baskısı yayımlanan 'Her Boydan' adlı kitabında dünya şairlerinin şiirlerini serbest ama çok başarılı bir biçimde Türkçeye çevirmiştir. Son yıllarında Eski Datça’ya yerleşti ve her hafta Leman, her ay Öküz dergilerinde yazıları ve şiirleri yayımlandı 12 Ağustos 1999 gecesi ölen şair, çok sevdiği günebakan çiçekleriyle uğurlanarak Datça'ya defnedildi.
Neden durup dururken Can Yücel’i anmak istedim.
Notlarımı karıştırırken aşağıdaki şiirsel düz yazıyı buldum.
Yazılarımı okuyanlarla paylaşmak istedim
Can Yücel’in mesajı hepimize: Ben payıma düşeni aldım. Darısı herkese…
“Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını, kendimi bulduğumda anladım.
mutlu olmak için başka bir yolu varmış, kendi yolumu çizdiğimde anladım.
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak, dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım..
Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,
aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
neden hiç ağlamadığını anladım..
Ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..
Bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok sevdiği, acıtabilirmiş,
çok acıttığında anladım..
Fakat, hak edermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet, yüreğini elime koyduğunda anladım..
”Sana ihtiyacım var, gel ! ” diyebilmekmiş güçlü olmak, sana ”git” dediğimde anladım..
Biri sana ”git” dediğinde, ”kalmak istiyorum” diyebilmekmiş sevmek, git dediklerinde gittiğimde anladım..
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş, her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan, büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..
Özür dilemek değil, ”affet beni” diye haykırmak istemekmiş pişman olmak, derçekten pişman olduğumda anladım..
Ve gurur, kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş, sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış, Y
yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..
Ölürcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi, beni af etmeni ölürcesine istediğimde anladım..
Sevgi emekmiş, emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş”
|