İlk okula başladığımda CHP iktidardaydı.
Devletin başında İsmet İnönü, yan, Milli Şef” vardı.
1950 Mayısında seçim yapıldı ve Demokrat Parti iktidara geldi.
Devletin başına Celal Bayar geçti, Başbakanlığa da Adnan Menderes getirildi.
İlkokulu, ortaokulu bitirdim, lise son sınıftayken 27 Mayıs darbesi gerçekleşti.
Sabah radyoyu açmıştık, kalın bir ses silahlı kuvvetlerin idareye el koyduğunu söylüyordu.
Ben hiçbir şey anlamadım.
O sırada “İstanbul Vali ve Belediye başkanlığına Tümgeneral Refik Tulga’nın” getirildiğini duyduk.
Babam “ihtilal olmuş” dedi.
Sokağa çıkma yasağı konduğundan okula gitmedim.
Gençler toplandık ve futbol maçı yapmaya başladık.
Dünyadan haberimiz yoktu.
İhtilal hoşumuza gitmişti.
İsmet İnönü devleti kuranlardandı.
Bayar ve Menderes’i tanımıyorduk.
Siyasetten anlamıyor, neler olduğunu kavrayamıyorduk..
Darbenin yapıldığı 27 Mayıs bayram yapıldı.
Darbeyi yapan yeniçeri bozuntuları da ölünceye kadar senatör oldular.
Adlarına da “ doğal senatör” denildi.
12 Eylül darbesinin bu ülkeye yaptığı en büyük hizmet doğal senatör denilen asalakları kaldırmasıdır.
Cezaevinde ölünceye kadar tek tek hücrede kalmaları gereken darbecilere bu ülke 20 yıl senatör maaşı verdi.
Demokrat Partililer Yassı Ada’da kurulan ve adı “Yüksek Adalet Divanı” konulan sirkte yargılandılar.
Yargılamalar radyodan naklen veriliyordu.
Mahkeme başkanı olan hukuk ve adalet celladının, yargılananlara söylediği iğrenç cümle çok canımı sıkmıştı.
“ Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istedi”
İstenen neydi? Kabalık, terbiyesizlik, alçaklık…
Babama “ bu ne biçim mahkeme” diye sorduğumda:
“ Sus bir daha duymayayım, yoksa beni de oraya tıkarlar” yanıtını aldım.
Mahkemeler sonunda verilen idam kararlarından üçü onaylandı ve infaz edildi.
Daha önce de İçişleri Bakanı Namık Gedik Harp Okulu penceresinden atılıp öldürülmüş ve intihar ettiği öne sürülmüştü.
27 Mayıs sonrası olanlar Türkiye tarihinin utancıdır.
Türkiye 27 Mayıs 1960 gece yarısı çürümeye başlamıştır.
12 Mart muhtırası ve yarı darbesiyle çürümüşlük bedeni sarmış, 12 Eylül darbesiyle de
çürüme omurgaya ulaşmıştır.
1982 ile 2002 arasındaki iktidarlar çürüyen yerleri kesip atmak yerine kıyıda köşede kalmış kısımların çürümesini izlemişledir.
Bu günkü çürümüşlüğün tüm suçunu AK Parti’ye yüklemek vicdansızlıktır
2002 sonrasındaki tek parti iktidarı bulduğu çürümüş yapıyı değiştirmek yerine ele geçirmeye çalışmıştır.
Şimdi tuttukları yer ellerinde kalıyor.
Çürümüşlüğün değişmez yapısı böyledir, tutulduğunda elde kalır.
Halkın umut bağladığı ve üç seçimdir iktidarı teslim ettiği yapı çürümüşlüğü engelleyemediği gibi kendisi de çürümüştür.
Son bir aydır olanlar AK Parti’nin de çürüdüğünü gösteriyor.
Çürüyen Türkiye’nin tarihin çöplüğüne atılmaması için yeni bir siyaset gerekmektedir.
AK Parti siyaseti de çürüyenler kervanına katılmıştır.
AK Parti bu ülkeye çok büyük bir hizmet vermiş ve dine dayalı siyasetten, dini bütün denilen kişilerden devlet adamı çıkmayacağını göstermiştir.
Dine dayalı siyasette çürümüştür.
|