Annemin ölümünden sonra içimi karamsarlık bastı.
Galiba sıranın bana geldiğini düşünmeye başladım.
Annem 90 yaşında dünyaya veda etti.
Yaşam sürecinde hasta olup yatmadı, ameliyat olmadı.
Bir kalp kriziyle yatağa düştü, sekiz gün gitmemek için direndi ama dünyadaki oturumu iptal edildiğinden 15 Şubat Cumartesi akşamı direnmeyi bıraktı.
Sıra neredeyse bana geldiğinden annemin ölümüne ağlayamadım.
Bir gün öleceğini bilerek yaşayan tek canlı insandır.
Cahit Sıtkı Tarancı ölümü en güzel anlatan şairlerden birisidir.
“Öldük ölümden bir şeyler umarak
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü”
Hayat gerçek bir büyü ve sıcaklıktır. Ölümle birlikte büyü bozulur ve sıcaklık sona erer.
Görme biter, duyma biter, dokunma biter, tat alma biter, duygular sona erer.
Ölüm bir yolculuk, ölü konuşmayan ve duymayan bir hatiptir.
Öylesine büyük hatiptir ki, dilsiz olmasına karşın uzanıp yattığı yerden anlattıklarını ömrümüzce konuşsak anlatamayız.
Susarak konuşmak büyük ustalık ister ve bunu en iyi ölüler yaparlar.
Ne yazık ki bu son ve muhteşem konuşmayı anlamayanların sayısı anlayanlardan çok fazladır.
İnsanın yaşı kaç olursa olsun akşam yatar ama sabah uyanmayabilir.
Ruh bedenden ayrılmıştır.
Pişmanlıklar erişilemeyecek kadar uzaktır.
Ölünün dışında herkes konuşmaktadır.
Sevdikleri, kırdıkları, aldattıkları, kandırdıkları, kazıkladıkları, üzdükleri, kızdırdıkları, unuttukları “ ölünün ardından kötü konuşulmaz” nezaketinin kıskacında susmaktadırlar ama bedenden ayrılan ruh canlı bedenlerdeki ruhların düşüncelerini okumaktadır.
Biz öldüğümüzde neler olacağını, ardımızdan neler konuşulacağını merak
ediyorsak yaşarken yaptıklarımızı gözden geçirmeliyiz.
Öldüğümüzde dünyada kullandığımız tüm duygular ortadan kalkar ama
insanın tamamlayıcı bedeni, olmazsa olmazı olan ruh bizlerin yaşarken bile anlayamadıklarımızı kendi özel duyularıyla algılar.
Bir de, yaşayanlardan bazıları yitirdikleri değerin farkına varırlar.
Yaşarken söylemekten sakındıkları sevgilerini yanaklarından süzülen göz yaşlarıyla haykırmak içlerinden geçer ama ölüm kulakları duymazlığın kuyusuna atmıştır.
Artık gözlerinin içindeki ışıltıyı görecek gözler, söyleyecek ağız yoktur.
Hayatın gerçek büyüsünü kavrayabilmek için sevdiklerinin mezar çukuruna
inen soğuk bedenini görmeyi beklemek insan doğasının parçasıdır.
Fransız şair La Martin GÖL şiirine şöyle başlar:
“Ebedi gecenin
bu dönüşsüz seferinde
hep başka sahillere doğru
sürüklenen biz
zaman adlı denizde
bir an demirleyemez miyiz.
Bu soru ölen için değildir, yaşayanlar kendilerine sormalıdır.
Mutluluğun parmaklarımızın arasından akıp gitmesi, yaşanamamış bir hayatın yitirilişidir.
Ölenin yüzünde sadece kendinizin görebileceği bir gülümseme yaratmak isteniyorsa,
yaşamın büyüsü güzel kullanılmalıdır.
Biz öldüğümüzde geri kalan mutlu günlerin anıları acıları örtebilmeli.
Babamdan 20 yıl sonra annemi de kaybetmenin bende bıraktığı tek iz var.
Artık baba ve anne diyeceğim kimse kalmadı.
Şimdi benim dünyadaki oturma iznimin iptal edileceği günü bekliyorum.
Ölümden korkmak yerine onunla dostluk etmeye karar verdim.
Belki geleceği anı önceden haber verir.
|