Gündem saptırmanın büyük ustası bu kez duvara çarptı.
Her gittiği yerde, çıktığı her televizyon konuşmasında paralel devlet, devlete sızma, yasa dışı dinleme, sivil darbe, Pansilvanya, cemaat, dershaneler, kasetler, tapeler diyor ama muhalefeti arkasına takamıyor.
Muhalefet ve çok sayıda sivil toplum kuruluşu da ayakkabı kutularından çıkan milyonlardan, para sayma makinelerinden, eritilemeyen 30 milyon Eurolardan, yolsuzluk ve rüşvet batağına düşmüş bakan çocuklarından söz ediyorlar.
İktidar dürüst ve açık mı ? Hiçbir şekilde değil..
Muhalefet dürüst ve açık mı? Hiçbir şekilde değil..
Her iki taraf da halkı aptal yerine koyarak hakarete varan söylemlerde bulunuyorlar.
Tartışmalara dikkatle bakılırsa ciddiyetten uzak olduğu ve yaygın deyimle “kayıkçı kavgası” yapıldığı rahatça görülüyor.
Oysa ortada çok önemli ve Türkiye için yaşamsal önemi bulunan iki konu var.
Başbakan da içinde olmak üzere çok sayıda devlet görevlisi gizlice dinlenmiş.
Hukuk devletinde bunlar olmaz diyeceğim ama Türkiye hukuk devleti hiç olmadığı için eşkıyanın devlete egemen olduğu dönemi yaşıyoruz.
Türkiye’nin hukuk devleti yörüngesinden çıkışı 27 Mayıs darbesiyle başlar, 12 Mart darbesiyle gelişir, 12 Eylül kepazeliği ile pekişir.
Bu darbelerin en can yakıcı yanıysa tümünün sivillerce desteklenmesi ve darbe sonralarında darbeci yalakalığının sürdürülmesidir.
Bu günün modası olan paralel devlet veya cemaatlerin devlete sızmalarının alt yapısı ülkeyi kurtardığını sanan et beyinli bazı generallerce hazırlanmıştır.
Başta başbakan olmak üzere bakanların yasa dışı dinlenmeleri suçtur ama konuşmalarda yakalanan rüşvet-hırsızlık-haraç-yağma olayları da suçtur.
29 Marttaki yerel seçimde iktidar oyların tamamını da alsa bu yolsuzlukların üzerini kapatamaz.
Kapatmaya çabalarsa asla ödeyemeyeceği bedellerle karşılaşır.
AK Parti, meclise gelen fezlekeleri uyutma yoluna gideceğine konuşulmasını ve suçlanan bakanların yargılanmasını sağlasaydı en azından genel duruş olarak yolsuzluklara karşı bir görüntü sergilerdi.
Sanıkların arkasında durmak ve savunmak kuvvetli suç olasılığının göstergesidir.
Dünyadaki bazı işlerin savunması yapılamaz.
Yüz kızartıcı eylemler için yargıya gidileceğine, o suçların sanıklarının arkasında durmaya çalışmak, meydanları sanık yalakası kitlelerle doldurmak toplumu hasta eder.
Bu gün iktidarın yaptığı halka açıkça hakaret etmek, onu aptal yerine koymak hatta halkı buna inandırmaya çalışmaktır.
Yolsuzluk ve hırsızlıkları “dini bütünlük” perdesinin arkasına saklamaya çalışmak ise dehşet verici bir durumdur.
İkinci konu dinlemeler ve polis operasyonları ile ilgilidir.
Cemaatlerin devlete ve özellikle emniyet örgütüne sızmaları yeni başlayan bir durum değildir.
Üzeyir Kındıra “FETHULLAH’IN COPLARI” kitabında cemaat imamlarını emniyette neler yaptıklarını detaylı biçimde anlatmıştı.
Emniyet Müdür Adil Serdar Saçan polis içindeki Fethullahçı örgütlenmenin üzerine gittiği için düzmece suçlar yaratılarak emniyet teşkilatından atılmıştı.
Yine aynı yapıya geçit vermeyen Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin Arslan tutuklanmıştı.
Başbakan bunlara paralel devlet diyerek yüceltiyor.
Bu sızmalar devlet içinde, özellikle de emniyette yerleşmiş kanser hücreleridir ve mutlaka kesilip atılmaları gerekir.
Başbakan televizyonlarda, meydanlarda bu kanserli yapıya bağırıp çağırırken çok önemli bir durumu unutmuş görünüyor.
Devlet içinde cemaat örgütlenmesine 12 yıldır şefkatle destek verenin kendisi olduğunu.
“Her istediklerini verdik” diyerek itiraf etti ama muhalefet “ ne istediler de siz neler verdiniz” diye sormak yerine AK Parti’yi gözden çıkaran cemaatin desteğini almaya çalışıyor.
Bir yanda düştüğü bataklık içinde çırpındıkça batan Erdoğan öte yanda bu bataklıktan destek çıkarmaya çalışan muhalefet.
Hepsinin tek ortak yanı var:
Türk halkını aptal yerin koyarak hakaret etmek…
|