Bizim çocukluğumuzda balonla oynamak lüks sayılıyordu.
Kendi oyuncaklarımızı yaparak çocukluğumuzu yaşamaya çalışırdık.
Renkli televizyonumuzda çizgi filimler, atarilerimiz, bilgisayarlarımız, uzaktan kumandalı arabalarımız yoktu ama şimdiki çocuklardan daha sağlıklı ve mutluyduk.
Yemyeşil kırlarımız, çeşitli meyve ağaçlarımız, bahçemizde tavuklarımız, şirin bir köpeğimiz, tertemiz havamız vardı.
Elime iki dilim ekmek alıp incir ağacının üzerinde kahvaltı yaptığım günleri unutamam.
Balonla oynamaya başladığımda ilkokulu bitirmek üzereydim.
İnsanın çocukluk anıları öylesine net oluyor ki, sanki birkaç gün önce yaşanmış, koparttığımız baldıranın sütü elinize bulaşmış, ayağınıza batan dikenin yeri sızlıyormuş gibi sıcacık kucaklayıveriyorsunuz.
Rengarenk balonları da öyle…
Ben balonumu şişirmiş zıplatıp dururken, rahmetli babam sigarasının ucunu değdiriverirdi.
Balonun insanlar için kullanıldığını uzun yıllar sonra öğrendim.
Galiba liseye gidiyordum, radyo haberlerinde memurlara birer maaş ikramiye verileceği ve arkadan da “barem kanunu”nun çıkacağı söyleniyordu.
Bu kanun sonradan ben 10 yıllık memurken “personel kanunu” olarak çıkabildi.
İşte o haber sırasında rahmetli:
- Yine bir balon uçuruyorlar, demişti.
Ben de gidip pencereden baktım.
Sonraları balonlara alıştık.
Demokrasinin Türkiye’de bir balon olduğunu öğrendiğimizde ise artık sıkı yönetim mahkemelerinin devamlı müşterisi olmuştuk.
Hukuk ise balon bile değildi.
Fazla yer tutmasın diye iyice katlayıp bir köşeye sıkıştırmışlardı.
Örneğin: Erdal Eren idama mahkum edilmişti ama yasalara göre 18 yaşından büyük olması gerekiyordu.
Hukuk ve kendilerine hukukçuluğu yakıştıranlar, katlanmış ve de buruşmuş olarak kafasına saksı düşmüş adam şapşallığı ile ne olup bittiğini izlerken Erdal’ı götürüp astılar.
Oysa Erdal Eren’in o suçu işlediği doğru dürüst kanıtlanmış değildi.
Bu gün bile kimse olayın üzerine gitmiyor.
Hukukun balon bile olmadığı yerde hukukçu bulunur mu?
Yakalarında hukuk fakültelerinin rozetleri ile gezenler ise Kanuni Süleyman’ın geleneğini izliyorlar.
Böylece ülkemize yeni kanuncular onur veriyorlar.
Havalarda kurtarıcıların balonları uçuşuyor.
Birileri “Türkiye’yi kurtardık “deyip duruyorlar.
Kimse sormuyor bunlara :
-Yahu siz Türkiye’yi kimden kurtardınız?
Bu soruyu yöneltecek olanlar da biliyorlar ki, adamların verecekleri yanıtları yoktur.
Ne desinler yani.
-Biz Türkiye’yi kendi halkından kurtardık, diyemezler ya.
Balonla oynamanın yaşı yoktur.
Fakat devleti balonlarla yönetmeye başladınız mı, bir de bakmışınız ki devlet de kocaman bir balon oluvermiş.
Ya sivri bir yere takılıp patlar, ya da sonsuzluk içinde sürüklenir gider.
NOT : Bu yazı 4 Ağustos 1993’de ULUS Gazetesi’nde yayınlandı.
Bu süre içinde kurumlar o kadar çürüdü ki, artık balon bile değil.
Türk halkının ayağının altındaki toprak hızla kayıyor.
Bir gün hepimiz havada kalacağız.
Buna düşmek derler ama seçim sandığına gitmeyi angarya sayanlara bunu anlatamıyoruz.