1950 yılından sonra ülkemizde tarihin en büyük toprak yağmaları yaşandı.
Bu yağmanın adını “gecekondu” koydular.
Dolmuş nasıl yerel yönetimlerin ulaşım alanındaki yeteneksizliğinden doğan “çağ dışı” bir taşıma sistemiyse, gecekondu da devletin konut ihtiyacını görmezden gelmesiyle ortaya çıkan çağ dışı konut biçimidir.
Doğu ve Güneydoğuyu yok sayarak yapılan, daha doğrusu yapılmayan yatırımların yarattığı göç dalgası gecekondulaşmayı hızlandırmıştır.
“Hazine arazisi” denilen tuhaflık da gecekonduların alt yapısını hazırlayan, arazi yağmasını kolaylaştıran etmendir.
Yıllarca, akşam yattık, sabah kalktığımızda yanımızda ve ya karşımızdaki arazinin üzerinde bazen bir, bazen de daha çok sayıda beyaz badanalı tek katlı tek odalı evler görerek hayret ettik. Zaman içinde o tek odalı evlere önce mutfak, sonra salon, daha sonra bir iki oda daha eklendi.Yerleşim yerlerine yakın gecekondulara kısa sürede elektrik ve su bağlandı, yollar yapıldı.
Belediyeler bunları oy deposu olarak gördüklerinden hizmette kusur etmediler.
Gecekonduların arasındaki kaba toprak yollar üzerine asfalt döktüler.
Kimse ne halt ettiklerini sormadı.
İlk yağmurda sular asfaltı söküp götürdü. Belediyeler hemen yenisini döktüler.
Büyük kentlerde çağdışı, sağlıksız uydu kentler oluştu.
Kent merkezinden çok uzaklara, dağların, tepelerin üzerine kondurulan ev taslaklarına elektrik, su ve yol götürüldü. O dönem elektrik bağlamak belediyelerin yetkisindeydi.
Hazine topraklarını yağma edenlerden kimse hesap sormadığı gibi, kentlerin gelişmesi, çağdaşlaşmasında kullanılması gereken paralar “çağ dışılığı” ve yağmayı desteklemekte kullanıldı.
Rahmetle andığım değerli hukuk hocam Avukat Hüsnü Gider, gecekonduları :
“Gayri kabili müdafaa hırsızlık,” diye tanımlardı.
Günümüz Türkçe’siyle :”Savunulması olanaksız hırsızlık”
Cahil cesaretiyle yapılan bu gecekondular bir süre sonra sahiplerini zengin ettiler.
Açlığını bastırmak için fırından ekmek çalanı yıllarca hapiste çürüten devlet, hazinesinin arazilerini çalan ve yağma edenleri , çaldıklarının tapusunu dağıtarak ödüllendirdi.
İşin en tuhaf yanı ise gecekondulardan oluşan yerler süreç içinde “”Müslüman” mahalleleri diye anılmaya başlandı.
Temelindeki yağma ve hırsızlık ile nasıl Müslüman olunacağı ayrı bir tartışma konusudur.
Sayısı milyonları bulan gecekondular son yıllarda yıkılıyor ve sahipleri TOKİ’nin yaptırdığı dairelerini alıyorlar.
Önceki yıllarda da büyük kısmı arsalarını yap-satçılara vererek birkaç daire sahibi oldular.
Öyle bir hukuk sistemimiz var ki, açlıktan ölecek bile olsan ekmek çalarsan cezaevindesin ama hazine arsasına ev kondurursan ödül alırsın.
Yasalara saygı duyanların yoksul kaldığı, yasa falan takmayanların ise zenginleştiği bu sistem devleti katrilyonlarca zarara uğratmıştır. Öncelikle devlet hazinesinin arsaları yağmalanmıştır.
Gecekondu sahiplerinin çoğu büyük kentlerde seyyar satıcılık yaparak yaşamlarını sürdürürler ve devlete vergi vermezler.
Gece kondu bölgelerine götürülen tüm hizmetlere harcanan para devletin zararıdır.
Konut sorunun çözmeye yönelik yatırımlar yapmak yerine gecekonduculara dolaylı destek veren devletin verdiği rahatlık, üç- beş katlı betonarme kaçak gündüz konduların yolunu açtı.
21. yüzyıldan kullanmaya başladık ama göç devam ediyor.
Güneydoğu ve Doğu’da ortaya çıkan terör, büyük kentleri de etkisi altına aldı.
Varoşlar , Müslüman mahalleleri ve “isyan” mahalleleri olarak ikiye ayrıldılar.
Özellikle İstanbul’un varoşlarında meydana gelen olayların altında, ihmal edilmişlikten doğan göçlerden “öç” alma yatmaktadır. İnsanlar zevk için yüzyıllarca oturdukları yerlerden göç etmezler.
Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa’da insan yaşamı için gerekli hangi hizmetler varsa, Hakkari, Şırnak, Urfa, Tunceli, Siirt’te aynıları bulunmalıdır.Ankara ne kadar vatansa, Şırnak da o kadar vatandır.
Farklı düşünmek ve davranmak insanlık suçudur.
Suç olmanın dışında bölünmenin de tutarlı bir gerekçesidir.
|