Yenilgiyle çıktığı yerel seçimlerde zafer kazandıklarını ama umdukları düzeyde oy alamadıklarını söyleyen Başbakan savcılığına soyunduğu Ergenekon soruşturması nedeniyle muhalefetin eleştirilerine katlanamamakta yargının rahat bırakılmasını istemektedir. Oysa kendilerine karşı sandıkları yargı kararları nedeniyle başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere Danıştay’a söylemediklerini bırakmamışlar, konuşması nedeniyle Yargıtay Başkanı, işlemleri nedeniyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıları için ağızlarına geleni söylemişlerdi. Deniz Feneri dosyası beklemedeyken, yargı kararlarına karşı yeni işlemlerle geçersiz kılma çabaları, kadrolaşma ve partizanlık sürerken karşıtlarını yıldırıp sindirme için sert uygulamalarla yürütülen soruşturmaya toz kondurmamaları dikkat çekicidir. Adalet Bakanı da “Yargı herkese lâzım olur” diyerek kendi rollerini saklamak ve unutturmak istemektedir. İktidar medyası ile iktidarcı medyanın, insanlık, vicdan kavramlarını çiğneyen şakşakçı sözcü ve yazarların vahşi yaklaşımlarıyla birlikte değerlendirildiğinde, özellikle kesin yargı kararından önce kimseyi suçlu saymamakla özetlenen “mâsumiyet ilkesi”nin amaçlı biçimde gözardı edilmesi karşısında Ergenekonculara “Gölge etme, başka ihsan istemez!” sözünü anımsatmak gerekiyor. Abartılar, önyargılar, yakıştırmalar, us ve vicdan dışı yorumlar, suçlamalar, iftiralar birbirini izlerken hukuka ve yargıya gölge düşmesi olasılığı derinden ürkütüyor. Kimse suçluların cezasız kalmasını istemez. Yargının siyasallaşmadan görevini yapması, gizlilik kuralının iktidar cephesini bağlaması özlemi kendini insan bilen herkesi kapsar. Ama yandaş medyaya servis edilen, üstelik çarpıtılıp bozulan anlatımlar, notlar, gereksiz ve gereğinden fazla uygulamalarla insan onuruna dokunulmakta, dışarda ülkenin saygınlığı büyük yara almaktadır. Şimdi Kıbrıs seçimlerini kazananları tehdit de sıraya girmiştir. Cumhurbaşkanı kanalıyla yürüttükleri ödünlü siyasetin sürmesini isteyerek akçalı yardımı durdurup kesmekten de söz edilmektedir.
Durum
Yalancı ve müfterilere karşı açtığımız tazminat dâvaları sürmektedir. Kendilerinden olmayan ve kendilerine katılmayan herkesi düşüncesizce ve insafsızca karalayıp kötülemeye çalışanlar yargıda hesap vereceklerdir. Toplumun ırasını (karakterini) bozan bölücü ve yıkıcılarla ideolojik saplantıları olanların verdiği zarar ne yazık ki giderilmesi ve onarılması güç ölçüdedir.
Güneydoğuda seçimlerle tırmanan ve kimi tutuklamalarla azgınlaşan başkaldırma sürmekte, teröre destek anlamında kimi milletvekilleri TBMM’nde oturma eylemiyle karşıtlıklarını yaymaya ve büyütmeye çalışmaktadır. Tehditleri de açık ve serttir.
11. Cumhurbaşkanının görev süresiyle ilgili tartışmaları bahane eden yeni anayasa değişikliği gündemdedir.
Yıllardan beri yinelediğimiz “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” Atatürk özdeyişini şimdiki Genelkurmay Başkanı kendince anlatınca karşıtlar yaygaraya başladı. “Türkiyelilik” savunmasından öteye dayatmasına geçen kimi akl-ı evveller yazılarıyla karıştırıcıklarını sergiliyor. Akıl, mantık, bilim ve gerçek dışı anlatımlarla haklı olduklarını kanıtlamaya çalışıyorlar. Ulus bilinci oluşmamış, devlet yapısının hukuksal gereklerine bilgi edilmemiş, gerçekleri düzeysizlikleri ve saplantıları nedeniyle ayırdedemeyen bozguncular sapkınlığa varan tutumlarıyla kullanılmaya yeni örnekler ekliyor.
Bu aykırılıklar yanında El Kaide operasyonunda gözaltılar, Afganistan’da Taliban örgütü saflarında yer alanlar izleniyor. İrtica tehlikesi olmadığını savunanlara yalnız bunlar değil, Millî Eğitim Bakanlığı’nın İlköğretim 8. sınıf İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük dersi kitaplarındaki değişiklik de birşeyler anlatamıyorsa başka söz söylemek gerekmez. Belçika Danıştay’ı “sıkmabaş yasağının ayrımcı değil, eşitlik sağlayarak geçerli olduğuna” karar verirken hâlâ sıkmabaşla toplantılara katılmak isteyen bayan Belediye Meclisi üyeleri duyuluyor. Gösterinin günceli. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ilgisizlik açıklamasına karşı, okullarda Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin giderek yayılması, TRT’nin ulusal bayramlardaki özel programları kaldırması ve bilinen cemaat-tarikat dayanışmalarıyla paylaşımları, lâiklik karşıtı partinin iktidarda oturması, devletin temel ilkelerine karşı olanların hiçbir işlemle bağlı tutulmaması. Ve daha neler nereye çekildiğimizi gösteriyor.
Atatürk armağanı Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ertesinde ulus egemenliği konusundaki durumumuzu bir kez daha iyice düşünmeliyiz.
Başbakanlık önünde protesto girişimleri sıklaştı. Ekonomik krizin en somut göstergesi işsizlik giderek büyüyor. Teğetçilerle evetçiler IMF simidine yapışmak çabasındalar.
ABD’nin desteklediğini açıkladığı Türkiye Ermenistan görüşmelerinin sürprizler içerdiği sezilmektedir. Açıklama ve anlatım biçimleri bunu göstermektedir. İnatlarından vazgeçmeyeceklerini İran’da yineleyen Ermenistan Cumhurbaşkanı’nın tutumlarında bir değişiklik olmadan Türkiye’nin yaklaşımı ödünler getirirse asla hoşgörülemez, bağışlanamaz ve katlanılamaz. Ermenistan Cumhurbaşkanı savlarından ve isteklerinden vazgeçmediklerini ve vazgeçmeyeceklerini söylüyor. ABD Temsilciler Meclisi’nin Demokrat Partili Başkanı Bn. Nancy Pelosi “Soykırımı tanımanın zamanının geçtiğini” vurgulayarak dayatmanın yandaşı olduğunu belirtiyor. Obama’nın görüşünün değişmediğini yineleyerek “Büyük Facia” nitelemesini yapması bizdeki işbirlikçileri sevindiriyor. “Soykırım” sözcüğünü kullanmadan Türkiye’nin çizgilerini kırıp kaldırıyorlar. Kimse uzlaşmazlığın sürmesini istemez. Ancak tek yönlü ödünlerle alınacak sonuç yeni tehlikelerin kapısını açmaktır. 24 Nisan’da Erivan’da Türk bayrağını yakanlar ister fanatik ırkçılar olsun, ister bozguncular Ermenistan yöneticilerinin hoşgörülü davranışı umut kırıcıdır. Türkiye’de ne kadar çok ermenici ve ermenistan düşkünü, ABD uydusu olduğu da iyice ortaya çıkıyor. “Yol haritası” adı altında dayatma ve ödünlerin izlencesi düzenleniyor, üstelik soykırım konusunda hukukdışı uygulamalarıyla karşımızda olan İsviçre’de ve onların aracılığı ile. Anadolu topraklarında bir devletleri olmamış, egemenliğin en belirgin simgesi para bastırmamış, bayrakları dalgalanmamış bir kesimin bir zamanlar oturduğu toprakları istemesi anlaşılır tez olmadığı gibi Gümrü, Moskova anlaşmalarıyla Lozan Barış Antlaşması’nın tutanakları karşısında isteyebilecekleri hiçbir şey yoktur. Türkiye’den hiçbir karşılık bekleyemezler. Tehcirle koruma nedeniyle ermeni büyüklerinin Osmanlı yönetimine teşekkürleri de belgelidir. “Normalleşme” denilerek sindirme ve gerçekleştirme çabaları ödünlerle sonlandırılırsa 1915’ten bu yana ermeni sorunlarıyla ölen-öldürülen Türklerin sorumluluk ve ağırlığı yönetimin omuzlarına biner. Tarih, siyasetin gölgesinde kalmaz.
Anayasa Mahkemesi kuruluşunun 47. yıldönümünü yaşamaktadır. Başkanın kişisel görüşlerini yansıtan konuşmasının çok kimsenin beklemediği ve ummadığı içerikleri görevinin doğal gereklerini yerine getirme çabasına bağlanmalıdır. Siyasetin dinden beslenmesi sakıncasına değinirken din ve vicdan ösgürlüğüne ilişkin sorunların çözümlenmesini “dinsel gereklerde yapılacak düzenlemeleri gerçekleştirin, hukuksal belirleme dine göre olsun, gerisine karışmayın” biçiminde anlamaktan kaçınmalıdır.
Kimilerine katılmasak bile Başkanın konuşmasını genelde uygun ve zamanında yapılmış uyarılar olarak karşılıyoruz. Değiniler yönünden söylenip yazılacak çok şey olmasına karşın öncelikle bağımsız yapısını, yansız tutumunu kurumsal varlığının olmazsa olmaz koşulları olarak sürdürmesini ve başarılarını dilemekteyiz. İktidarın Anayasa değişiklikleriyle bozmaya çalıştığı yapıyı korumak gerektiği gibi şikâyet hakkını karşılayacak biçimde yeniden yapılanmasını çağdaş gereklere göre sağlamak da önem taşımaktadır. Çocukça davranışlarla, gülünecek yorumlarla Anayasa Mahkemesi’nin konumu ve önemi hakkında açıklanan kimi görüşlere aldırmamak gerekir. Kimlerin hangi nedenle karşı çıktığı, kimlerin erişemediği için eleştirdiği, kimlerin kendi yerlerine bakarak alınıp gocunduğu bilinmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin değerini bilmek, üye seçimlerinde özen göstermek herkesin sorumluluğu sayılmalıdır. Hukuk devletinin simgesi ve başlıca güvencesi sayılan yapının iç ve dış etkenlerle gölgelenmesi önlenmelidir. Hukuksuz kalmanın ya da hukuktan uzaklaşmanın nelere mal olduğunu giderek daha yakından gördükçe adalete bağlılık artmaktadır.
Hukuk dışına çıkmanın, çoğunluk diktasına özenmenin, çıkar ilişkileri ve sakıncalı bağlarla dayanışmanın zararlarını yalnız kötülüklerin içinde olanlar değil, dışında olanlar da çekmektedir. Bu nedenle karşı çıkmak, direnmek, demokratik yollarla tepki vermekten kaçınmamalıdır. Suskunluk, duyarsızlık, ilgisizlik, dağınıklık ve tembellik özellikle son olaylarda gerçekten üzücü ve düşündürücüdür.
23 Nisan törenlerine yurdun kimi yörelerinde DTP’liler katılmadı. İlk TBMM’ni düşünmeleri yeterdi. Bu tutumları örtülü başkaldırmanın bir perdesidir. İstanbul’da aynı gece dört yerde ses bombasının patlaması da bu doğrultudadır.
Küçük kızları satın alarak para karşılığında evliliklerin, liseli öğrencilerin nişanlanma yasağının kaldırılmasının, Adlî Tıp’ta baskı ve torpil nedeniyle görevden ayrılmayı seçmenin gereğince değerlendirilmesi yerine kapalı giysiler zorunluluğu getirilmekte, Ankara’da Gökkuşağı İlköğretim Okulu Müdürü anasınıfı çocuklarının dansını “Fazla kıvırtıyorlar” diyerek yasaklamakta, çiftetelli ezgisini de “Meyhane müziği” diyerek kapattırmaktadır. Polatlı Belediye Başkanı da ilk kez Anıt Kabir’e ve tiyatroya gidecek köy çocuklarına otobüs vermeyi reddetmektedir. Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz?
Kitaplar
Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in Remzi Kitabevi yayınları içinde yer alan “Cemal Paşa ve Ermeni Göçmenler” adlı kitabıyla Emin Sami Arısoy’un “Kısaca Pırpır” ve yine E. Sami Arısoy’la Ayşe Engin Arısoy’un birlikte yapıtları “Yamanoğlu Aşiretinin En Büyük Oğlu Kerim” adlı öykülerini okurlarımıza salık veriyoruz. Edip H. Yeğiner’in “Cumhuriyet’in Kuruluş Anısı, 1919-1939” adını verdiği kendi yayını da Atatürkçüler için belge değerinde, yararlanılacak bir yaşam özetidir.
|