Bireyler ve toplumlar çağın gereklerini dışlayan davranışlarıyla şaşkınlık yaratıyorlar. Yeni Papa, ülkesi Almanya gezisinde çevresine toplananların günahlarını bağışlayacağını söyleyince kalabalıklar birbirine eklendi. Allah-Tanrı yerine geçme görüntüsünden rahatsızlık duyulmadı. Futbol maçları için camilerde dua, imamların aylıklarının artması amaçlı toplu dualı gösterileri Türkiye’ye yaraşır girişimler biçiminde karşılandı. Uzay çağında yağmur dualarından sonra spor yarışması, aylık artırımı için dua kanımca işlerin iyiden iyiye Allah’a havalesidir. Köktendinciliğin sinsi sinsi kalkışmaları nasıl olsa kadrolaşmayla her yeri etkileyecektir. Yükselmek, istediği yere geçmek ya da yerinde kalmak için iktidara ayak uyduran, yaranmak amacıyla resmî arabasıyla namaza giden, milletvekili önünde el-pençe divan duran, parti yöneticileriyle ilişkiler kuran, her kılığa giren görevlilerin her düzeyde bulunduğunu duydukça nasıl bu durumlara düştüğümüz sorusu sağlığımızı bozuyor. Kültür Bakanlığı’nın kendi adamlarını yerleştirmek için bir oyun türünde uyguladığı plânlı görevden alma ve atama kuşkusunu doğuran işlemlerine Devlet Tiyatrosu yöneticisi ve sanatçısı onurlu kişilerin tepkisi karanlıkları yırtan bir ışık gibi umut verdi. Kimi yerlerde duruşu ve susuşuyla iktidara dolaylı destek veren mıymıntı, pısırık, korkak, kimi beklentilerle giderek küçülen cüceleri izledikçe sanatçıların dayanışmasından kıvanç duyuyoruz.
Böyle gelmiş, böyle gitmez
Umutsuz olmamak gereğini her zaman yineliyoruz. AB beslemesi durumuna düşen kimi demokratik kitle örgütleri, bir yer kapmak, ün yapmak için medyacı-partici onun bunun peşine düşen, kuruluşunu kiraya vermişçesine araç durumuna düşüren yöneticiler, önceki durumu korumak şöyle dursun giderek örgütünü bitik ve yitik kılan gösterişçiler, lâf ebeleri bir gün nasıl olsa gideceklerdir. Elbet bir gün Kıbrıs’ın nasıl elden çıkarıldığı, PKK ve kürtçülere nasıl açılım sağlandığı, ABD’nin önünde nasıl eğilindiği, AB’ne nasıl ödünler verildiği, askerlerimizin başına çuval geçirilmesine nasıl katlanıldığı, devletin nasıl işgal ettirildiği, irticaın nasıl iktidar olduğu, nasıl susulduğu, nasıl dolaylı destek verdiği sorulacak, ilgililer sorgulanacaktır. Aşağılanmaların, dağılmaların, Atatürk’ü silme ve unutturma çabalarının şeriat düzenine geçme oyunlarının, iktidarın aldırışsızlık ve rahatının kimler zamanında olduğu saptanacak, sorumluları makamları, mevkileri, konumları, unvanları, sıfatları, rütbeleri, adları ve soyadlarıyla birlikte herhalde çok iyi anılacaktır. Bir iki söylev-demeç, bir iki ileti, bir iki işlem, bir iki olay kimseyi kandıramayacaktır.
Özelleştirme uygulamalarının yakınmaları sözde kalmaktadır. Toplu, uygar, demokratik tepkiler yeterli olmamaktadır. İktidar ve para babaları bildiklerini okumaktadır. Kamunun, ulusun, hepimizin malı gözlerimizin içine baka baka elden çıkarılmaktadır. Özelleştirme yapan siyasal partileri eleştirenlerin seçimlerde bu partilere oy vermesi de şaşırtıcıdır. İşten çıkarılanların, işsiz kalanların sayısına, kepenk kapatıp iş bırakanların sayısı da eklendikçe ekonomik güçlükler toplumsal barışı bozmak bir yana toplumun tüm dengelerini olumsuz biçimde etkilemektedir.
Öte yandan Atatürk’ü yılda bir kez geçiştirici nitelikte ananlar, bilim, sanat, spor, düşün adamlarını unutanlar kimi mezhep ve tarikat şeyhlerini anmak için haftalar dolduran etkinlikler düzenliyorlar. “İnsanlık ve özgürlük” savıyla kavramları değil, kişileri öne çıkaran gösterişçi sözcüler masalardan ve kürsülerden eksik olmuyor.
İktidar yalakalığı medyanın büyük kesiminde sürüyor. Devletten aylık alıp resmî görev yapanların bilimsel yazılar dışında yoğun siyaset yazılarıyla iktidar destekçiliği tiksindiriyor.
Feodal yapının çarpıklıkları düğünlerde kilolarca altın takı, milyarlarla TL. armağanıyla sırıtıyor. Kendilerini kullanan aşiret ağalarına karşı çıkmayanlar, kendilerini yurttaş yapan devlete karşı çıkıyor. Yasadışı güçlerin akçalı olanaklarının sınırsızlığı aşiret düğünleriyle doğrulanıyor. Güç kaynaklarına ilişkin belirti, gerçekçi bir karşılaştırma durumunda, kimlerin nerelerde olduğunu ortaya koymaktadır.
Kendini bir şey sanan kimileri dalkavuklukla buldukları ilân tahtalarıyla ortalıkta dolaşırken yazar Mine Kırıkkanat, Mehmet Taşgetiren uygulamaları insanı ürkütüyor. Hangi günlerde, neler yapılabiliniyor? Daha önce Nihat Genç’e yapılanı anımsayınca topluma aldırmadan yeğlenen çirkinlikler, siyasal güç ve ekonomik çıkar güdüsüyle insanların ne duruma düştüklerini gösteriyor. Yazar-yöneticiler ne olduklarını kendi işlemleriyle kanıtlıyorlar. Başka bir şey demeye gerek yok.
Toplumsal Yıkım
İktidarın oynamadığı, bozmadığı bir şey kalmadığını birkaç kez yazmıştım. Siyasal, ekonomik, hukuksal, bilimsel, spor, kültür, sanat, eğitim, askerlik, her alanda kendi görüşlerine uygun sonuç alacak girişimlerini yasama organındaki sayısal çoğunluklarına, dışarda kimi güçlerle ilişkilerine, kimilerinin yavanlık ve boşluklarıyla çekinmelerine güvenerek sürdürüyorlar. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın atlama tahtası, geçiş kapısı olarak kullanılması, atamalar, yer değiştirmeler, yerleştirmeler sözlü ve yazılı soru yanıtlarıyla, medyanın az da olsa çabasıyla açığa çıkıyor. Üniversitelere yönelik girişimlerde Kemal Alemdaroğlu’nun İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünden alınmasından sonra Bolu-Abant İzzet Baysal Üniversitesi gündeme alınmıştı. Sıra Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’ne, daha sonra da Malatya İnönü Üniversitesi’ne geldi. Köktendincilerin akıllarına koydukları her şeyde akıl dışı her şeyi yapmaları vazgeçilmez yöntemleridir. Yalanı, iftirayı, her yolu denerler. Kendi yaptıklarını örter, hedef yaptığı karalar, kötüler, suçlar, dindarlarda olması gereken tüm duygulardan arınarak yıkmaya, yok etmeye çalışırlar. Bilim yuvalarının sayısının artması herkesi mutlu eder. Ancak, kimi devlet üniversiteleriyle kimi özel üniversitelerdeki dinci, partizan kadrolaşmaya eğilinmez. Üniversitelerin çokluğunu bu durumu gözeterek değerlendirirsek gericilerin eğittiği öğrettiği kimselerin yarın çoğunluğu oluşturması en büyük tehlikedir. Tarikatçı, şeriatçı, mezhepçi, partici yöneticilerin elindeki üniversiteler asıl sorundur. İlerici Rektörleri olmadık suçlamalarla uzaklaştırmaya çalışmak, üniversitelerin olanaklarını keserek, etkinliklerini engelleyerek siyasetin buyruğuna açık duruma getirmek ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür. Böyle giderse tiyatro eserlerinin seçimine elatmak gibi derslere de elatılır. Özveriyle çalışanları bunaltıp bıktırarak bilim yuvalarını ele geçirip miskinler tekkesine çevirmek oyunları başarıya ulaşmamalıdır. Üniversitelerin üniversite olmaktan çıkması toplumsal yıkımın en ağır olması demektir.
İzmir’de 23. Dünya Üniversiteler Yaz Spor Oyunları(UNIVERSİADE)’nın açılışında Atatürk ve Cumhuriyeti unutma terbiyesizliğini İzmir’liler, kapanış törenindeki coşkuları, 10. Yıl Marşı ve Türk Bayraklarıyla sahiplerinin omuzlarında bıraktılar. Açılıştaki belirgin eksikliğe, çirkinliğe tepki gösterenlerin duyarlığı sevindiricidir.
Demokrasinin olmazsa olmaz öğelerinin başında gelen siyasal partileri kimileri öcü gibi görmektedir. Bu uğraşa katılanları kutlayıp destekleyecek yerde kınayıp engellemektedirler. Hele kimi emekliler gösterişli donanımlar, az rastlanan olanaklar içinde köşelerine çekilip söz ve yazıyla olsun bir katkı vermeden izleyicilik yapmaktadır. Önceki emekliler emeklilikte neyin mücadelesini yapıyorlar ki yenilerinin mücadele sözüne inanıp güven duyulsun? Bir vakfa üye olmak yetiyor mu?
Dışarda ama yakınımızda
Irak Anayasa Tasarısı uzlaşma olmadan Meclis toplantısı iptal edildi. Sünnileri inandırırlarsa sorun çıkmayacak gibi. Kürtlerin ilerde ayrı devlet kurma amacından vazgeçtikleri söylenemez. Önce, onlara inanılmaz. Sonra ABD’ne. Olanlar, olacakları göstermektedir. Irak’ın kuzeyi Türkiye’ye karşı biçimlendirilmektedir. Türkiye’nin günümüz iktidarı ABD, AB için olduğu kadar kürtler için de en elverişli yapıdır. Ankara’nın Kerkük’ün ve Türkmenlerin durumuna karşın Anayasa Taslağını olumlu karşılaması ilginçtir. Bölünme yolu açık.
AB süreci işlemektedir. Görüşmeler için verilen 3 Ekim yaklaştıkça, AB yetkililerin sözlerinde duracaklarını açıklamalarına karşın Fransa, Almanya, Avusturya sorumlularının tersine çabaları ve ayrıcalıklı ortaklık önerileri gündemi ısıtacaktır. Kanımızca, AB kurnazları 3 Ekim’de görüşmeyi başlatacaklardır. Bu, hiçbir şey olmazken Türkiye iktidarı düğün-bayram ilân edecektir. Ucu açık, ağırlaştırılmış yeni koşullarla yıllar sürebilecek görüşmelerin bir şeyler kazandıracağını sanmıyoruz. Türk toplumu oyalanacak, aldanacak, iktidar zaman ve oy kazanmak için yeni ödünler verecektir.
“Sözde kürt sorunu”ndan sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde Ermeni Konferansı’nın yapılmasını Başbakanın istemesi bu görüşümüzü doğrulamaktadır. Eleştirileri “Terbiyesizlik” ile suçlayan Başbakanın siyasal terbiyesinin değerlendirilmesini yurttaşlarımız yapacaktır.
Başbakanın yıllar önce kullandığı söylenip yazılan “Kürt sorunu” adını yinelemesi AB ile ABD’nde nerdeyse alkışlarla karşılandı. Türkiye’nin Lozan’da kazandıklarını yeni bir Sevr’le geri vermesi sürecinde bir ilerleme, yani bir aşama olarak karşılayan sözde dostlar, ayrılıkçı hareketin kıyım sayılacak terörlü yürütülmesini görmezlikten geliyorlar. PKK’yı muhatap alabilecek yumuşamalara destek veriyorlar. Eylemsizlik kararı bile aldatmaca ve oyalamadır.
Başbakan “Kürt sorunu bir kesimin değil, tüm milletin sorunudur. Sizin, benim, herkesin sorunudur” savunmasını yaparken Millî Güvenlik Kurulu sıradan bir açıklama ile devletin anayasal yükümlülüklerine yollama yaptı. Önemli bir durumu basite indirgeyen bu tutum, Kurul’daki siyasal ağırlığın sonucu olsa gerektir. Devlet yapısını, ulus yapısını, kurtuluşun ve kuruluşun felsefesiyle yaşam ilkelerini derinden etkileyen, iç ve dış siyasette büyük olaylara yol açacak söylemler çocukların yaramazlıklarını bağışlarcasına hoşgörüyle karşılanamaz. Bilgisizlik, yetersizlik yansıtan gelişigüzel konuşmalarla devletin varlığıyla oynanamaz. Kimileri de “Anayasal vatandaşlık” görüşüyle ortaya çıkıyor. Vatandaşlığın kaynağı ve dayanağı anayasadır ama vatandaşlık uyruğu oluşan, yurttaşı olunan devletin adıyla açıklanır. “Anayasal vatandaşlık” soyuttur. Her ülkenin vatandaşlığı böyledir kaynak olarak ama ad olarak devletiyle birlikte söylenir. Bugünün Anayasasının 66. maddesi başlığına karşın metinde vatandaşlık değil, Türk’ü tanımlıyor ama vatandaşlığın anlamlı, özgün tanımları yapılabilir. Fakat anayasal vatandaşlık olmaz, vatandaşlar parçalara ayrılmaz. Bir devletin bir tür vatandaşı olur. Bireyler birkaç devletin vatandaşı olabilirler, çifte vatandaşlık gibi. Konuları yozlaştırıp dayanakları yıkmak düşmanlıktır.
Yanılgılar, sorumsuzluk, bilinçsizlik
“Kürt sorunu” nitelemesi nereden bakılırsa bakılsın yanlıştır, sakıncalıdır. Ulusal yapının yadsınmasıdır. Ülkemizde değişik kökenli yurttaşlar vardır. Ülkemizin her sorunu hepimizin sorunudur. Sağlık, eğitim, yargı, üniversite, çevre, işsizlik, yerleşme, ekonomi, tarım, hayvancılık vd. gibi. Kürtler için ayrı olan nedir? “Daha fazla demokrasi” niye yalnız kürtler içindir? Bugünkü demokraside Türkler için olanların hangisi kürtlerden esirgenmiştir onlar için yoktur? Daha fazla demokrasi, toprak koparıp ayrı devlet kurma yolundaki siyasal açılımları genişletmek, sürdürüp sonuç almak amacının kılıfıdır. Demokrasi fazlalıkları için neden kürt olmayanlar silâhlı çözüm düşünmüyor da kürtçülük yapanlar düşünüyor? Başbakan Diyarbakır’a gitmeden bir gün önce üç şehit, karakola taciz ateşi, mayın döşeme, Apo posterleri ve sloganlarıyla kentlerde kolluk güçlerinin ilgisizliğiyle yürüyüşler ne oluyor? Hâlâ ortaanadoludan Karadeniz bölgesine uzanma, yayılma çabaları var. Orhan Doğan’ın “Karadeniz’e açılma ve yayılma” savı nedir? Teröristleri bırakıp halkı ve devleti suçlamak kurnazlığı sürüyor. Kolluk güçleri izliyor, yöneticiler izliyor, siyasetçiler izliyor. Ayrı devlet çabalarını fazla demokrasiyle örterek sonuç almanın ayırdında olmayanlar destekçi durumuna düşüyorlar. “Türkiyeli” deyip “Türk’üm” diyemeyenler düşündürmektedir. Baskı devlete, koşul devlete, terör örgütüne bir şey yok. Sözde sorun gerçek sorunları unutturuyor.
Sanırız, iktidar partisi içinde kürt kökenli milletvekili ve Bakanların bulunması Başbakanı onlara yakın olmaya zorluyor. Lâik Atatürk cumhuriyeti karşıtları, Osmanlı artıkları, dedelerinin torunları, babalarının oğulları feodal yapı istemeye kadar işi azıtıp “Kürt sorunu” tanımına sarıldılar. Ödünler devletten bekleniyor. Devlet, ulusa karşın ödün veremez, verdirmezler. “Demokratik adım atılmazsa kırılacaklar”mış. Gözdağları da devlete. O kadar ki anamuhalefet partisi içindeki kürt kökenliler de iktidara desteklerini açıkladı. Yeni parti oluşumları Türkiye Cumhuriyeti karşıtlığını sergileyen izlence maddeleriyle gerçekleştirilmeye çalışılıyor. “Kürt sorunu” yanılgısını “Güneydoğu gerçeğinin doğru dillendirilmesidir” diye savunan militan yazarlar var. “Kürt sorunu” olur da “Ermeni sorunu” olmaz mı? Yakında ne sorunlar çıkacak, çıkaracaklar göreceğiz.
Bir kez daha yineliyorum, duruşu ve susuşuyla, bakmasını bilmemekle bilinçsizliklere destek olanlar ulusun nefretinden ve lânetinden kurtulamazlar. “Kürt asıllı” “kökenli” olduğunu söylemek başka, ülkede kürt olduğunu söylemek başka, onların kişiselliği aşan, kesimlerini kapsayan özel sorunları olduğunu söylemek başkadır. Onların aykırı isteklerini çözümü gerekli, yardımı zorunlu sorun saymak aymazlık ötesi bir yaklaşımdır. Şımaran bölgelerin cür’eti arttı. 14.8.2005 Küçükçekmece olayları. Sonraki İzmir, Trabzon olayları, saldırı hazırlıkları hiçbir sözlerine güvenmenin doğru olmadığının kanıtıdır. Çeteyle pazarlığa giren devlet çöker. Biri çıkıp “80 bin kürt ailesine devlet tazminat vermelidir” diyor. Peki, çocukları şehit olan daha çok Türk ailesine nasıl tazminat verecekler? Elazığ Valisi’nin yoluna mayın konularak Başbakana yanıt veren örgüt ve terörbaşına “Sayın” diyen adamları barışın başlıca engelleridir. ABD Büyükelçisi’nin önerileri de onları kurtarmaya yöneliktir. Ayrı bir halk, ulus yok ki “siyasî açılım” olsun. Açılımlar tüm ulus için olur. Geçmişte ne ayrım olmuş, nasıl asimilasyon olmuş? Hangi okul, kışla, tapınak, hastahane, yol, Meclis, ordu ayrılmış? Bu yalanları söyleyenleri “Geçmişin hatâları...” sözüyle desteklemek yanlış değil mi? Ayrım olsaydı devletin en üst katlarına kadar, Meclis’te, Hükûmette, her alanda yer alabilirler miydi? Oy için, iktidar için nabza göre şerbet verip insanları aldatmak en büyük kötülüktür. Şeyh Sait’in, Koçgiriler’in yaptıkları ne idi? Dersim olayları ne idi? Bunlar hatâ değil mi? Talabani ayrı devlet için Irak anayasasına refarandum koydurup Cumhurbaşkanlığıyla yetinmezken bizdekiler durur mu?
Öylesine ve o kadar katılar ki sanatçılar arasında bile ayrım yaptılar. “Kürt aydınlar”dan sonra “Kürt sanatçılar” çıktı. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmaktan utanıp gocunanlar edindikleri düzeyi sorgulamalıdır. Türklük de, lâiklik de kanlarına dokunuyor.
İlerici geçinen gazetelerde yazılanlara ne demeli? Birinde “Kürtlerin Parlamentoda politika yapmalarını sağlayacak yolu açmak gerekir” yazılıyor. Şimdiye kadar ne yapıyorlardı? Aynı gazetede “Kürt sorunu” deyişine katılmak için Deniz Baykal’ın daha önce böyle söylediği anlatılıyor. Az sonra Başbakanın PKK ile masaya oturmasını önereceklerdir. “Lâik Türkiye Cumhuriyeti” dememek için “Demokratik Cumhuriyet” diyorlar.
İçimizdeki bu bağımsızlık ve çarpıklık Alman sosyoloğun teröristlerin ailesine başsağlığı ziyareti yapmasını getiriyor. Kürtçülüğünü atamayan kimi başka parti milletvekilleri kendi partilerini sıkıştırmak için iktidarın “kürt sorunu”na destek veriyor.
Cari açığı aşan sıcak para girişi, kaynakları kimsenin umurunda değil gibi. İç ve dış tehlikeler giderek ağırlaşıyor.
Ayıp diye bir şey yok mu?
Son günlerde anamuhalefet partisi lideri hakkında medya şamatası aldı yürüdü. İncir çekirdeğini doldurmayacak, “fol yok, yumurta yok” ya da “bir bardak suda fırtına koparmak” sözlerini anımsatan yaygara koparılıyor. Deniz Baykal’ın yönetimine-tutumuna, görüşlerine, kendisine karşı olmak, parti içinde bilinçli muhalefet yapmak başka, işi ayağa düşürmek, oyunlara kalkışmak, güç duruma sokmak için her şeyi yapmak başka. Bu çirkinliklere muhalefet yaptığını sananlar kalkışmışsa böyle particilik, böyle siyaset olmayacağını bilmelidirler. Baykal’ın görüşmeleri unutması, hatırlamaması da doğal. Bir avukata iş için yüzlerce kişi gelip gider. Karşı tarafın avukatı olmayı önlemek için danışmaya gelip gidenler de olur. Deniz Baykal rüşvet istemediğine, görüşme günlerinde siyasî yasaklı olmasına, mafya adamını görüşme isteyenin bulup yanında getirmesine, bir avukatın isteyeceği ücretin sınırı olmamasına göre olayda olumsuz eleştirilecek hiçbir yan yoktur. Kimi zaman da işi almamak için verilmeyecek yüksek ücret istenir. Avukatlık ücreti sözlü ya da yazılı sözleşmeyle belirlenir. Sözde durulmazsa, yazılı sözleşme de yoksa anlaşmazlık durumunda Avukatlık Ücret Târifesi’ne göre mahkeme ödenecek ücreti belli eder. İstemin başka sınırı yoktur. Hiçbir avukat yüksek ücret istemekle suçlanamaz. Benim 100 liraya yaptığım işi milyon liralara alanlar oluyordu. Baykal’ı güç duruma düşürmek, yerinden uzaklaştırmak, eleştirmek için nelere başvuruluyor, yazık. Böylece ona muhalefet edenler zarar görüyor, yitiren onlar oluyor. Oysa Baykal’ı sıkıştıracak o kadar çok siyasal ve partisel neden var ki...
Baykal’a savaş açan medya, AKP’li Çınar, Bağıvar, Hani belediye başkanlarının kan dâvalıları anlaştırıp barıştırmalarından sonra düzenlenen törene çağrı üzerine katılan Başbakanı sanki anlaştırma ve barıştırmayı o sağlamış gibi verdiler. Aynı gazetede yazarın biri eleştirip kınayınca öbürü övüp denge kurmaya çalışıyor. Medyamız bu.
İnsanlar artık rejime bakmıyor. Ne yazık. Çıkarına bakıyor. Bu nedenle iktidara karşı ses az çıkıyor. Bu da “Tasvip” sanılıyor. Oysa yakınan çok. Bir iki gazeteci, bir iki kanal dışında medya iktidar şakşakçısı.
Kurumları kişilerle özdeşleştirmek doğru değil. Kurtarıcı ve kurucu Mustafa Kemal Atatürk’ü bağımsızlığımızı ve lâik Cumhuriyeti sağlayan 30 Ağustos Zaferi’nin eşsiz komutanı olarak silah arkadaşlarıyla birlikte saygı ile anarak ayrı tutuyorum. Silâhlı Kuvvetlerimizi de yöneticileriyle özdeşleştirmeyelim. Kuruma duyulan saygı kişiler nedeniyle azalamaz. Güven de öyle. Gözbebeğimiz kurumları her şeye karşın koruyup güçlendirelim ki ulusal yaşamımız karanlığa düşmesin.
|