Kimi gerçekdışı anlatımlarla kimi sömürüleri karşılamak için 2007 ve 2009 yılında yayımlanmış iki yazımı sunuyorum.)
Yurttaşlık (vatandaşlık) (2007)
İlkel topluluklardan uygar toplumlara geçiş sürecinin son aşaması devlet biçiminde örgütlenip ortak yaşamı gerçekleştirmektir. Büyük Atatürk “Devlet, ulusun örgütlenmiş biçimidir” diyerek ve “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” tanımlamasıyla bizim yönümüzden çağımızın gerçeğini vurgulamıştır. Türklüğün anlamını bilmeyenler değişik söylemler, savlar ve yakıştırmalarla ulusal değerleri yıpratmakta ve yıkmaktadır. Kendilerine göre değişik çözümler önermektedirler. Hiçbirine gerek yoktur.
Kültür benzerliği ve kimi birliktelikleriyle tanımlamalardan korkacak, dostluk yaklaşımlarını geri çevirecek değiliz. Ama emperyalist açılımlara kesinkes karşıyız. AB Türkiye’yi balmumu gibi avcunun içine almak çabasındadır. Avuçları yanabilir. Bir ara anayasal vatandaşlık gibi öneriler ortaya atılınca Anayasa Mahkemesi’nin 32. kuruluş yıldönümü töreninde Başkan olarak yaptığım konuşmada buna da değinmiştim. Mahkeme arşivlerinde bulunması gereken basılı metnin o bölümünü olduğu gibi buraya alıyorum:
“.. Temelde anayasal bir kavram ve kurum olan, başka türlü düşünülmesi olanaksız vatandaşlığı, aykırı örnekler vererek, devleti, ülkeyi ve ulusu dışlayarak, özgün adını anmayarak ‘anayasal vatandaşlık’ biçiminde önermek, yanlışlıktan ötede yanılgıdır. Bireylerin oluşturdukları ulus, devletin kurucu öğesidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin adını bölmeye ve paylaşmaya, böylece etnik özellikleri siyasal ayrımlarla somutlaştırmaya yönelik çabalara olur verilemez. Her devletin bir adı olur, yurttaşlar da etnik kökenleri ne olursa olsun, yurttaşı oldukları devletin adıyla tanınır, onun vatandaşlığını taşırlar. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halk, içindeki tüm değişik topluluklarla Türk Ulusu’dur. Ülkemizde uluslararası andlaşmalarda belirtilenler dışında, özellikle müslüman azınlık, herhangi biçimde azınlık sayılacak ya da çoğunluktan çıkarılıp azınlığa indirilecek bir topluluk yoktur. Hiçbir uluslararası kural da böyle bir sav’a, kendi yazgısını belirleme hakkı vererek ayırmaya elverişli değildir. Ülkemizde bir etnik topluluk sorunu değil, değişik ülke sorunları içinde değişik etnik topluluklar vardır. Yapay sorunlarla ulusal birliği bozmak isteyenlere yeni savlar olanağı verecek, Türk Ulusu yapısına ve bilincine aykırı ödünsel tanımlara gerek yoktur. Anayasa’nın 66. maddesinin birinci fıkrası, ayrılık ve ayrıcalık için değil, birlikteliği vurgulamak, kimi yersiz çekinmeleri gidererek kimliği açıklama özgürlüğünün engellenmediğini göstermek için düzenlenmiştir. Bu, bir ırk belirlemesi, vurgulaması ya da üstünlüğü değil, vatandaşlık adının belirtilmesidir. Öngörülen, ‘Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı’dır. Ayrılık ve ayrıcalığı önleyen, birleştirici ve tümleyici tanım, vatandaşlığın adını öngörmektedir. Türk Ulusu’nun bireyi ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşı olmaktan başka anlama gelmeyen, her zaman açıklanan etnik köken bağını kaldırmayan anlatım biçimi, yurttaşlar arasındaki eşitliği de vurgulamaktadır. Irka dayalı bir tanım söz konusu değildir. Yurttaşlık niteliği ve ulusal birlik vatandaşlıkla anlatılmıştır. Türk Ulusu da ırkçılık anlayışı üzerine değil, insanlık temeli üzerine kurulmuştur. Bu konu özellikle ele alınmadığında aynı doğrultuda başka yazılış biçimleri, görüş ve öneriler de açıklanabilir. Dayatmalarla Cumhuriyet’in temeli olan ulusal nitelik değiştirilemez, ulusal yapı bozulamaz. Tekil devlete aykırı istemler ve ayrı ulus savı dinlenemez.
Anayasa Mahkemesi’nin siyasal partilerle ilgili kararlarında yinelediği gibi kimsenin etnik kimliği, soy kökenini açıklaması yasak değildir. Böyle bir özgürlük bulunmadığı savı da gerçek dışıdır. Devlet dili Türkçe olup özel yaşamda anadil kullanılması yasağı da yoktur. Gizlendiği, aşama aşama ortaya çıkarılacağı anlaşılan aykırı istemlere ortam ve olanak hazırlama niteliğindeki çabalarla yöntemler geçerli olamaz.”
On yıl önceki bu konuşmanın önsezilerden ilerde sayılacak bir gerçekçiliği yansıttığı kuşkusuzdur. Yabancıların kollarında, kucaklarında, ellerinde olanlar, yabancı vakıfların temsilciliklerini yüklenenler, yabancı kuruluşların sponsorluğunda halkımızı aldatanlar tarihi, özellikle Atatürk’ün Büyük Söylev’ini yeniden okumalıdırlar. Çevremize bakmaları yeter, anlayacaklarsa. Kürtçülüğü kışkırtanlar son günlerde tehlikeyi görünce Türklükten sözetmeye başladılar. Devletin tek’liğinden, ülkenin tüm’lüğünden, ulusun bir’liğinden ödün vermeden herkes Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı (vatandaşlığı) kurumunda tam eşitlikle kucaklaşarak soy ve inanç kökenini özgürce açıklayabilir.
Ulusal kimlik onurdur (30.4.2009)
Kurtarıcımız ve kurucumuz Büyük Atatürk’ün her biri çok değerli, özdeyiş niteliğindeki sözlerinden “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” tanımını 60 yıla yakın bir zamandan beri söyleyip yazarak kapsamlı anlayışını, çağdaş anlamını vurgulamayı sürdürürken Genelkurmay Başkanı’nın yinelemesiyle kimlik konusu yeniden tartışılmaya başlandı.
Bağımsızlığın, özgürlüğün, ulusal egemenliğin, devlet yapısının ve hukuksal gereklerin bilincinde olmayanlarla, ümmetçi, ırkçı, ayrılıkçı, bölücü ve yıkıcıların yaklaşımları kimlik tartışmalarını tırmandırarak kendileri için uygun yapıyı sağlama amaçlıdır. AB’nin desteğiyle ayrı mezhepten olanları bile azınlık yapma, federatif düzen önerileri geliştirilen söylemler, Anayasa’da ayrı ulus olarak tanımlanmaya-sayılmaya getirilmiştir. Kürtçülük peşinde koşanların istedikleri, sözlü gelgitleriyle saklamaya ve ertelemeye çalışsalar da, ayrı toprak, ayrı devlettir. Güneydoğu’daki kalkışmalar, sabotajlar, çocukları kullanmalar, tehditler, içtikleri anda aykırı davranışlar bu amacı gerçekleştirme çabalarıdır.
Türkiye topraklarına 11. yüzyılda “Türkeli” adını verenler batılılardır. Ulusal Kurtuluş Savaşı kazanılarak yepyeni bir devlet kurulmuştur. Kurtuluş ve kuruluşun felsefesi, kurucuların istenci dışlanarak yapılanmaya gidilemez. Mustafa Kemal 23 Nisan 1920’de, millet adının dinsel topluluklara verilip gerçekte kurum yapısıyla bulunmadığı günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açmıştır.
1876 Kanun-î Esasî’nin 8. Maddesinde (günümüzün diliyle) “Osmanlı Devleti uyruğunda bulunan bireylerin hepsine hangi din ve mezhepten olursa olsun ayrımsız Osmanlı denir” açıklığı yer almıştı. Türkiye Cumhuriyeti’nin 24.4.1924 günlü, 491 no.lu ilk Anayasası (Teşkilât-ı Esasiye Kanunu)’nun 88. maddesinde de (yine günümüz diliyle) “Türkiye halkına din ve mezhep ayrımı gözetilmeksizin vatandaşlık bakımından Türk denilir” tanımı yapılmıştı. 9.7.1961 günlü, 334 no.lu Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Vatandaşlık” başlıklı 54. Maddesinde “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” denilmiş, 7.11.1982 günlü, 2709 no.lu, bugün yürürlükte olan Anayasa’nın “Türk vatandaşlığı” başlıklı 66. Maddesi de bu anlatımı olduğu gibi yinelemiştir. Görüldüğü gibi madde, vatandaşlığı değil, Türklüğü tanımlamaktadır. Oysa Türklük vatandaşlığın adıdır.
Son günlerde ayrılıkçılığın tehlikeli boyutlara ulaşması nedeniyle vatandaşlık tanımlarına girişilmiş, çok kimse yansızlıktan ve bilimsellikten uzak, siyasal anlayışına, soy ve inancına göre tanımlara kalkışmış, medyada kişilikleri ve tutumlarıyla bilinen kimileri gerçekleri ve doğruları anlatırken, sapkınlığıyla tanınanlar da yabancı sözcükler, alıntı ve aktarmalarla yozlaştırma çabalarına hız vermişlerdir. Genelde doğrultusunu uygun bulduğumuz kimi konuşmalarda da (eksizlikleri ve kimi yanlışlıkları ayrı) konu doyurucu açıklığa kavuşturulamamıştır. Türkiye Barolar Birliği’nin 2001 yılında oluşturduğu Anayasa Taslağı Komisyonu’na katılarak önerdiğimiz 37. madde ilgi görmemiştir.1 Barolar Birliği’nin 2007 taslağı da ulusun oluşumunu anlatmıştır.
Alt-üst kimlik tartışmalarının amaçlı biçimde gündeme getirilip tartışıldığı, değişik kültürlerden kaynaklanan soy bağlarını belirten kimliklerin kullanıldığı, bireysel özgürlüklerin ulus yapısı ve demokrasiyle devletin önüne çıkarılmak istendiği günümüzde, cumhuriyet temelinde yükselen demokrasiye uygun, birleştirici tanım ulusal kimlikte odaklanmalıdır. Ayrılıkçılar işlerine gelmeyeni, amaçlarına elverişli olmayanı dinlemezler, anlamak istemezler. Bilgiçlik taslayanlar direnirler. Ama bilinmelidir ki Atatürk’ün tanımındaki “Türk Ulusu” benimsenip özümsendikten sonra artık “Türkiye Halkı”nın ve “Türkiyeli”nin önüne “Türk” geçmiştir. Dünya örnekleri de devlet bağının böyle olduğunu doğrulamaktadır. Önerimiz “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkının oluşturduğu ulusun bireylerine yurttaş (vatandaş) denir ve Türk olarak anılır (adlanır).” Bu biçim birleştiricidir, herkesi kucaklayan sıcaklıktadır. Herkesin soy kökenini söylemesine, açıklamasına asla engel değildir. Soy kökeni, ulusal kimlik yanında her yurttaşın özel bağıdır, yapı kökenidir. 1924, 1961, 1982 Anayasalarının halk tarafından seçilmiş Meclislerce hazırlanmadığı, ulusun değerlerini yansıtmadığı, geçerli olmadığı yalanını söyleyenlere kanmamalıdır. Yeniden Sevr’in ve IMF üzerinden Düyun-u Umumiye’nin dayatılmaya çalışıldığı günümüzde “Ne Mutlu Türk’üm!” diyemeyen yurttaşlık savında bulunmamalıdır.
Dipnot:
(1)- Türkiye Barolar Birliği’nin Anayasa Taslağı çalışmalarına katılmakla birlikte basın açıklamasında ayrı düştüğümüz maddeleri bildirmiş, Başkanı olduğum Türk Hukuk Kurumu adına da itirazımızı yazılı olarak iletmiştik. |