Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi konusunda iktidar-muhalefet kavgası demokrasiye gölge düşüren olumsuzluklarla sürdü. İktidarın inadıyla toprakların temizleyecek kimselere kiralanması, sürenin uzunluğu ve kimi tehlike olasılıkları tartışmaların yoğunlaşmasına, yasama organı çalışmalarının tıkanmasına, daha ötesi demokrasiyle bağdaşmayan suçlamaların ve zıtlaşmaların yaşanmasına neden oldu. Bir yanda yapay bir sorun durumuna getirilen güneydoğu olaylarına “kürt sorunu” adı verilerek giderek tırmanan ayrımcılığın kimi yazarlarca benimsenmesi çelişkisi izlenirken, öbür yandan iktidar ve yandaşlarının terör örgütüyle pazarlıktan ötede özür dileme durumuna getirilen sakıncalı yaklaşımları övülmektedir. Bir iktidar milletvekili “Ne mutlu Türk’üm diyene” özdeyişinin bölgesinde yaşayanları kırdığını çekinmeden söyleyebilmektedir. Ayrılıkçıların ve bölücülerin çabalarını paylaşan bu görüş ulus ve yurttaş olmanın kavranamadığını, anlaşılamadığını, ulusal bilincin ve yurttaşlık niteliğinin benimsenmek istenmediğini göstermektedir. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı’nın Türkiye haritası üzerinde yerleşim yerlerine kürtçe adlar koyması da amacın aldırışsızlıkla birlikteliğini ortaya koymaktadır. Mayınlar patlamakta, şehitler verilmekte, hâlâ cenaze törenlerinde “Şehitler ölmez, vatan bölünmez-Türkiye lâiktir lâik kalacak” sloganları yükselmekte, bildirilen operasyonların sonuçlarına ilişkin açıklama alınamamaktadır. Özerklik, bölge yönetimi, federasyon çizgisini ayrılma dayatmalı plebisit, referandum, halkoylaması adıyla başka kalkışmalar izleyecek, Türk-Kürt İslâm Devleti’nden sonra da “Türk” adı büsbütün silinmek istenecektir. Kimlerin ırkçı, kimlerin faşist, kimlerin ümmetçi olduğu daha iyi saptanacaktır.
AB ve ABD’den çekinerek “Demokrasiye engel oldular” suçlamasıyla karşılaşmamak için suskunluğu, durgunluğu, donukluk ve ölgünlüğü yeğleyenlerin uyarı görevlerini yapmaktan kaçınmalarıyla yüreklenen ümmetçiler, ayrılıkçı ve bölücüler alanı boş bulmuşlardır. Medyanın durumu ve tutumu bu kanının kanıtıdır. DTP Genel Başkanı’yla arkadaşlarının konuşmaları kötü olasılıkları çağrıştırmaktadır. Aslında unutulan demokrasinin belirgin niteliklerinden “uzlaşma”dır. Partiler anlayışı uygar bir davranış değil ödün olarak algılamakta, kabadayılığa ağırlık vermektedir. Mayınlanan demokrasidir.
Başka neler
Türkiye Barolar Birliği’nin 30. Olağan Genel Kurulu’nun açılışında (23 Mayıs) Birlik Başkanı ile Genel Kurul Başkanı’nın dikkat çekici konuşmaları değerlendirilirken yeni Adalet Bakanı’nın “Maalesef cezaevlerinde vatandaşların yüzde altmışı yargılanmayı bekliyor” diyerek “Geciken adalet adalet değildir” deyişini yinelemesi ilgilileri uyarması gereken bir anlam taşımaktadır. Elbet ilgililerin başında iktidar ve elbet Adalet Bakanlığı vardır. Deniz Feneri dâvası ile Ergenekon adlı soruşturma ve kovuşturma olayı bu bağlamda en somut örneklerdir.
Katliam düzeyindeki cinayetler yanında gaz sıkışmasının neden olduğu patlamalar sonucu yurttaşları yitiriyoruz. Özensiz davranmanın, denetimsiz çalışmanın yol açtığı acılar yetkilileri de sorumlu kılmaktadır. Yurttaşın ekonomik sıkışması gaz sıkışmasını da geride bıraktı. Alım gücünün düşmesiyle koşut enflâsyondaki düşüş yönetimin başarısı değildir. Siyasal aldatmalar sürdükçe başka düşüşler de yükseliş gösterebilir.
AKP Genel Başkanı’nın telaşı ve tepkisi boşuna. Bir partinin iki adı olmaz. Kısaltma diye tam bir ad verilemez. Verilse de geçerli değildir. Adalet ve Kalkınma Partisi adını söylemeyi kimse yasaklayamaz, bu ada ve sıralanışa uygun herkes istediği gibi kısaltabilir, kısaltmanın beratı olmaz. Parti adı ticarî bir ad değildir. Öyle olsaydı addaki sözcükleri ayrıca hiç kimse kullanamazdı. Bu nedenle AKP diyenleri edep dışı davranmakla suçlayan Başbakan sıfatıyla bağdaşmayan bir duruma düşmüş oluyor.
Ya Bülent Arınç’ın Ergenekon’un siyasal olduğuna götüren, şüphelileri “sülük” gösteren konuşmaları. Ve “utanma” sözcüğü. Ne demeli bilmem ki. Bir iktidar milletvekili de PKK ağzıyla konuşup “Boşuna dağa çıkmadılar ki” demiş. Yazıklar olsun!
|