Gündem değiştirmekte usta iktidar kendi dışındaki gelişmelerden de yararlanarak bildiğini okumayı sürdürüyor. Adalet Bakanlığındaki tutumu bilinen Mehmet Ali Şahin’i aday göstererek kişisel dikta eğilimini doğrulayan, sertliği yeğleyen Başbakan TBMM Başkanlığı ile Cumhurbaşkanı Vekilliğini de güvenceye aldıktan sonra artık ayrıntılarla uğraşacak zamanı kazanmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanını yasadışı dinlenmeyle şüpheli durumuna sokup şimdiye kadar rastlanmamış bir soruşturma kapsamında göstermek her şeyden önce Türk yargısına güven ve saygıyı sarsan çok sakıncalı bir gidiştir. Şüphelilerin çoğunun kim olduğunu, ne görevde bulunduğunu, ne yaptığını ulus bilmektedir. Bir gazetenin sahibini kendi gazetesini bombalatmakla, Atatürkçü aydınları Danıştay saldırısını yaptırmakla, iktidara karşı darbe için örgütlenmeyi yıllar öncesinden başlatmakla, darbecilikle suçlananları PKK ile ve gerici yeraltı örgütleriyle birlikte göstermekle nereye varılacak, ne kazanılacak, ne olacak kovuşturma sonunda görülecektir. Yinelemeyi görev saydığımız durum, adaletin gerçekleşmesi, yargıya gölge düşmemesi, kimsenin haksızlığa uğramamasıdır. Siyasetin hukuku kullanmamasıdır. Ucu açık dâva olmaz.
İktidar partısı “kürt açılımı” adı verilen, Başbakanın diliyle “süreç” olarak tanımlanan belirsiz gidişi kendi kafasına uygun gazeteci çoğunluğuyla üstelik Polis Akademisi’nde başlattı. Başbakan görüşmekten kaçındığı DTP’lilerle, yine kendi diliyle diyaloğu, AKP Genel Başkanı-Grup Başkanı olarak gerçekleştirdi.
DTP parti olarak ülkedeki tüm kürt kökenliler temsil etmiyor. Tıpkı AKP’nin de tüm Türkleri ve müslümanları temsil etmediği gibi. Başka kürt kökenli kurucuları olan kürtçülük güden partiler de var. Diyalog iki parti arasında olur, olmalıdır. Ancak sanki iki karşıt ülke temsilcileri gibi, iki ayrı kitle gibi yansıtılıyor. Ayrıca, iyice parti sözcüsü gibi davranan TRT görüşmeyi parti liderinin parti liderini kabûl etmesi biçiminde duyurdu. Emekli orgenerali dergisinde alaya alma densizliğiyle iktidar borazanlığını pekiştirip yansızlığını yitiren TRT’nin kandil yayınları da dikkat çekicidir. PKK ve DTP yandaşlarının karıştıkları kundaklama ve terör olayları, tehditli, Apo’lu yürüyüşler sürerken yapılan görüşmelerin sözü edilen açılımlarla bilinmezleri empoze etmek olduğu, sonunda ne çıkarsa danışılmış, görüşülmüş, tartışılmış ve üzerinde anlaşılmış olarak açıklanacağı anlaşılmaktadır. Başarılı olunamamış gibi bir izlenim yaratılarak hem silâhlı kuvvetleri biraz daha yıpratmayı, hem de kendi beceriksizliklerini ödünlerle kapatmayı düşündükleri kanısı yaygındır. Kürtçüler durmayacaklar, hedeflerine ulaşmak için değişik bahanelerle yine her yola başvuracaklar, iktidarın aymazlığını ortaya koyacaklardır. Olan Türkiye’ye olacaktır.
Sonra, “Barışı sağlamak” ne demek? Sözü edilen toplumsal barış olsa ülke düzeyinde, her yurttaşı kapsar. Düşmanlık mı var, iki ayrı toplum arasında çatışma mı var ki barış sözü ediliyor? Saldıran PKK. Devlet, içinde kürt kökenliler de olan tüm yurttaşlarını savunuyor. İçinde ermenistanlı, Suriyeli, Iraklı, rum olan terör örgütünün devrede olmasını isteyenler kimdir, kimden yanadır? Yağlı dönekler Atatürk Türkiyesi’nin zararına her olumsuzluğu olumlu göstererek bir tür terör örgütü yandaşlığı yapıyorlar. Ergenekon soruşturması gibi terör için de bir soruşturma olsa kimleri kapsar görülür.
Antalya-Kaş’ın karşısındaki “Karaada”nın Yunanistan tarafından silâhlandırıldığı söylenmektedir. Yunanlılar bu kışkırtmalarını Ege adalarında da yapmışlardır. Türkiye Hükûmetinin yeterli ve etkin çabaları olsa bunlara cesaret edemezler. AB’nin üyesi, yakın komşusunu aldatıp oyalamakta, ayrıca ABD’nin yakını olarak da kimseye aldırmamaktadır. Lozan’ın kurallarını rahatça çiğnemektedir. Davos kahramanı (!) RTE Atina gezisini ertelese de Yunanistan’a gerekli tepkiyi gösterememektedir.
Neler oluyor?
Florya plâjında haremlik selâmlık, açık öğretim lisesi sınavlarında Atatürk’e ilişkin utanmazca sorular, Âşık Veysel’in heykeline takke giydirme girişimi, Ruhi Su’ya, Aziz Nesin’e, Nâzım Hikmet’e, daha nicelerine saldırılar karıştırıcılarla karanlıkların oyunları olarak sahneleniyor. Bunlar yetmiyormuş gibi Şırnak’ın Beytüşşebap İlçesi’nde öldürme olayına karışmadıkları konusunhda yurttaşlara Kur’an’a el bastırılarak yemin ettiriliyor. Dinsel kuralların yasalardan çıkarıldığı 1928’den bu yana 81 yıl geçti. Nerden nereye geldiğimiz, yetkili ve sorumluların iktidara nasıl ve ne çabuk ayak uydurdukları belli olmuyor mu? Demokrasi adına her kötülük yapılıyor, demokrasiden söz edilerek bilinen okunuyor.
Ankara’da Kâzım Karabekir Caddesi’ndeki bir binadan yönetildiği, dergiler yayımlayıp paneller düzenlediği, hilâfet bayrağı taşıyan üyeleriyle birlikte Başkentte şeriat çığlıkları attığı yazılan (Cumhuriyet gazetesi, 28.7.2009, sayfa 6) Hizb-ut Tahrir şeriat örgütü, “Kurtuluş Partisi” adını taşıyan yasadışı kuruluşun 23 ilde düzenlenen operasyonlar sonunda kimi üyeleri tutuklandı. Bakalım Ergenekon ile ilişkileri ileri sürülecek midir? Dâvaları birleştirilecek midir? Devletin nasıl yaklaştığı, ne yaptığı sorulmaktadır.
Elbet kurye vekilleriyle devlet başkanı gibi ileti yayımlayıp Yol Haritası açıklayacağını, ilgilenilmezse çekileceğini söyleyerek Türkiye Cumhuriyeti’nin karşısına dikilen Apo’ya ne yapılıp ne söyleneceği de.
Geçenlerde yargıç-savcı stajında olduğunu anlatırken Fethullah’a yakınlığını açıklayan bir gence sormuşlar “Yargıçlığında karşına gelenlerden biri Fethullahçıysa ne yaparsın?” Hemen yanıt vermiş, duraksamadan “Bizimkiler her zaman haklıdır.” Tehlike açık değil mi?
Dindar iktidar döneminde en aşağılık suçlar işleniyor. Bu durum nasıl açıklanır? Çok yönlü nedenleri olan toplumsal olaylarda araya girip ayırmaktan, tanık olmaktan, polisle karşılaşmaktan çekinenler çok. Toplumsal olaylarda kolluk güçlerinin yanlı ve sert davranışından yakınanlar artıyor.
Ergenekon’da 3. iddianame de kabûl edildi. Tartışmalar artarak sürüyor. Düşünceler ağırlaşıyor, kaygılar yoğunlaşıyor. Bakalım kimler hangi iddianamelerle suçlanacak, kaçıncı iddianame gelecek? Doyurucu olmayan birleştirme ayrıştırma işlemleri olacak mı izlenecek.
Gençlerde belirgin bir yanılgı var. Kafası karışık olanlar liberallik özentisiyle gericileri solcu sanıyor. Bunlar daha çok 2. cumhuriyetçilerin oyununa gelen, onların döneklikle iktidara yanaşma çabalarını aldanışla solculuk saymaktan kaynaklanıyor. Yaptıkları, davranışları, olanakları, felsefeleri ve davranışlarıyla, özellikle bağımsızlık yerine ümmetçilikleri ve inanç sömürüleriyle gericilerin solcu olması düşünülebilir mi? Böylelerin solculukla ilgileri olabilir mi?
Kitap
Prof. Dr. Seçil Karal Akgün’ün “27 MAYIS- Bir İhtilâl, Bir Devrim, Bir Anayasa” adlı anılar ve belgeler içeren kitabı tarihsel bir dönüşümü değerlendirmekte, açıklamakta, aydınlatmaktadır.
Süreyya Üzmez’in “Türkiye’nin Balık Sevdası” adlı târiflerle balıkseverlere yardımcı olan kitabı da alanında başarılı bir çalışmadır.
İki yazarı da kutlayarak kitaplarını salık veriyoruz.
|