Kötülükleri unutup iyilikleri anımsamak yaşamın çekilmezliğini azaltıp çekilebilirliğini artırmaktadır. Doğumdan ölüme olumlu ya da olumsuz birçok olaya tanık olan, birçok olayı yaratan, sonuçta yararlı ya da zararlı çıkan insanın deneyimleri kendisi için en büyük derstir. Acıları unutmak, mutlulukları anımsayarak yeniden yaşamak elbet güç artırıcıdır. Ama kimi acıları, kimi olayları, ilgilileriyle, sorumlularıyla birlikte unutmak olanaksızdır. Yeter ki kin güderek yaşam ağırlığını büyütmeyelim. Türk Ulusu için başarılı geçtiğini 30 Ağustos 1922 Başkomutan Meydan Savaşı zaferiyle, Sakarya Savaşı’yla, kimi devrim atılımlarıyla bildiğimiz Ağustos ayında bizi yeryüzünden silmek isteyen batılıların düzenlediği Sevr Anlaşması’nın işbirlikçi Osmanlı yönetiminin imzaladığı 10 Ağustos 1920’yi, Hiroşima’ya Atom bombasının atıldığı 6 Ağustos 1945’i (80 bine yakın Japon ölmüştü), aramızdan 30 bine yakın yurttaşımızı alan 17 Ağustos 1999 Marmara depremini unutamayız.
Toplumsal barışı güçlendirerek ulusal dayanışmayı ve direnci artıran birliktelik duygusu giderek değerini yitirmektedir. Sorunlarla boğuşan insanımız karşılaştığı olaylar, uğradığı haksızlıklar, tanık olduğu duyarsızlık, umursamazlık, adamsendecilik, çelişki, aykırılık ve sakıncalarla giderek koyulaşan bir karanlığa sürüklenme endişesi içindedir. Ekonomideki güçlükler, yargıya, eğitime dayanmış, hukuk alanında nice yakınmalar, eğitim-öğretimde gençleri alanlara, sokaklara düşüren tutarsızlıklar birbirini izlemeye başlamıştır. Altyapısız, öğretim üyesiz yeni üniversiteler, harçlara yapılan zamlar, yurt yoksunluğu, tarikatların öğrencilere el atması, program ve sınav sistemi değişiklikleri yanında işsizlik aileler başta olmak üzere her kesimi, her yurttaşı düşündüren çarpıklıklar içindedir. Florya Plâjı’nın yurttaşlara kapatılıp haşemalılara açılması denizde irticanın görünümüdür. Ve Ordu Valisi’nin iktidargüzarlığıyla pisuarları kaldırtma emri, bir çıkış daha.
Herkes açıkça görmektedir ki AB “Demokrasi!” diyerek işine gelen konulara ağırlık vermekte, işine gelmeyenler için ilgisizliğini, sessizliğini korumaktadır. Hukukun üstünlüğü, hukuk devleti gereklerinin yerine getirilmesi, eğitim-öğretimin çağdaşlığı, lâiklik ilkesinin korunması, işsizlik, yaşam ortamlarının uygarlık düzeyi, sağlık vd. sorunlar konusunda donuktur. Kullanmayı sürdürdüğü iktidarı üzmemek için basın özgürlüğünü bile gözetmemekte, AİHM özellikle ve ağırlıkla Kürt kökenlilerin Türkiye Cumhuriyeti aleyhine isteklerini karara bağlamaktadır. Ergenekon, Deniz Feneri vd. umurunda değildir. Anglo-Sakson hukuku uygulamaları, kara Avrupası hukukunu benimsemiş Türkiye için ilerici açılım olarak karşılanmaktadır. Türkiye’nin Somali ya da Afganistan olamayacağını düşünememektedirler. Değişik Türkiye karşıtlıkları en elverişli zamanı, koşulları buldukları inancıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne saldırı durumundadır. Libya’da namaz sonrası camilerin kapatıldığını bilmeyenler Türkiye’nin inanç özgürlüğü yönünden en iyi ülke olduğunu kabûl etmemektedir. Karşıdevrimin tüm darbeleri birbirine eklenirken ayrılıkçılar iyice açılmışlardır.
Oy için, iktidar için yargıyla, eğitimle oynamak, yargı yerlerini ve üniversiteleri siyasetle siyasetçilerin etkilerine açarak kavga alanına çekmek, bırakınız devlet adamlığını, insanlıkla, yurttaşlık nitelikleriyle bağdaşmaz. Üstelik bu sakınca inanç sömürüsüyle, sıkmabaş dayanışması ve gösterisiyle işlenirse daha büyük kötülük yapılmış olur. Şimdilerde karşıdevrimin Kürt cephesi genişletilmekte, gerçekleştirilmektedir. Cumhurbaşkanının Mardin Artuklu Üniversitesi’nde Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü açılmasına olumlu yaklaşımı, DTP’nin ABD’nde temsilcilik açması, daha sonra Fransa ve Almanya’yı programa almaları nerelere güvenildiğini, olayların nerelerden desteklendiğini, beklentilerin içte ve dışta neler olduğunu anlatmaktadır. Güneydoğuda kimlerden oluşup kimlerin yönettiği, temsil ettiği belli kuruluşların şehit aileleriyle birliktelik sergileyen gösterileriyle açılımlara toplumsal destek aradıkları basında yer almaktadır.
Rusya ile enerji anlaşmaları dışarda tartışmalara neden olmaktadır. Nabucco ile karşılaştırılması yapılmaktadır. Halkın enerjisi giderek azalmakta, katlanma-dayanma gücü bitmektedir. Ekonomik göstergeler gerçekleri yansıtan yanlarıyla kötüdür. Suçlardaki artış, düzende bozulmalar bu görüşün kanıtlarıdır. Asıl sorunlar kimsenin umurunda değildir. Gösteri düşkünlüğü, halkı avutma ve oyalama ustalığı ağır basmaktadır. “Demokratik açılım”a dönüştürülen “Kürt açılımı” şehit aileleri başta olmak üzere tepki almaya başlamıştır. Tehlikeyi geç de olsa kavrayan anamuhalefet partisi ile öbür muhalefet partisi İçişleri Bakanı’nın görüşmesine kapıyı kapatmışlardır. CHP kendi hazırladığı raporu, MHP seçimlerden sonra TBMM Genel Kurul Salonu’ndaki yakınlaşmayı unutturmaya çalışmaktadır. Patronlarıyla iktidarın arasını bulmak-yapmak çabasındaki kimi gazeteciler de kalemlerini açarak desteklerini sıralamaya başladılar. “Kafayı kuma gömmemeli” diyen Cumhurbaşkanıyla ilgili resim ve yazılarla kafa ve kum hakkında yeni düşüncelerin oluşmasına katkı veriyorlar. Türkiye’de “Kürt sorunu” yok. Kürtçülerin çıkardığı sorunlar var. Devletin TEK’liği, ülkenin TÜM’lüğü, ulusun BİR’liği gibi tartışılmaz konuları gündeme getirip yapay sorunlarla yol alıyorlar. Yineleyelim kimin kimden ayrılığı var? Ne yazık ki aklı başında bilinen-sanılan kimileri de “Kürt sorunu” söylemini kullanıyor. Güneydoğu sorunu, demokrasi sorunu, yargı sorunu, üniversite sorunu, işsizlik sorunu vs. herkes için var. Cumhurbaşkanı’nın Bitlis-Güroymak İlçesi’nin adını yabancı konukların sıcaklık olması için bir davranış yakınlığı olarak Türkçe konuşması gibi Kürtçe “Norşin” olarak söylemesi asla uygun olmamıştır. Ama iktidar ve iktidarcılar için bu da bir açılımdır. Hepsi aynı ağzı-dili kullanıp “İnce eleyip sık dokuyacağız” diyor. Böyle mi? Koruma andı içtikleri değerlere böyle mi sahip çıkacaklar? Ya çözümün içeriğini bilmeden destekleyenler? İçerik ne ki, ne olursa olsun bedeline katlanılacak?
Abuk sabuk yazılar ve konuşmalar sürüyor. Babaların oğulları boş durmuyor. Biri de Türkçe öğretmenliği yapmış, Türkçe konusundaki özeni nedeniyle ödül almış hukukçunun Anayasa’daki Osmanlıca ve Arapça sözcüklerinin yerine kullanılması için değil, anlamlarının anlaşılması için ilgililere yardım amacıyla yaptığı dizini “.. dili berbat etmek”le suçlamış. “Kem söz sahibine aittir” sözü kişilik ve terbiye bozukluğunu konuşması ve yazısıyla ortaya koyanlar içindir. Paslı dillere, kirli kalemlere, yanaşmalık yarışında olanlara yanıt vermek bile onları adam yerine koymak olur. Önceden söylediğim gibi başımı çevirip bakmam. Ne yalanlar söylenip yazıldı. Hepsine yargı kararıyla gereken ders verildi. Birilerine yaranmak için birini karalamak hastalığı medyada yaygın. Dil Derneği’nin, Türk Dil Kurumu’nun, dilbilimcilerin, dilseverlerin önerilerini, çağrılarını, çalışmalarını bilmeyen, okuması kıt, anlayışı kıt, Türkçe Sözlüklerden özellikle Türk Hukuk Kurumu’nun Türk Hukuk Lugatı’ndan bilgisiz yazarların safsataları yeni değil. Dilin anlamını kavramaktan yoksun kimselerin görüşleri önemsenemez.
Sıcaklar başınıza vurmasın!
|