(Nelerin değişip değişmediğini belirlemek için altı yıl önceki yazımı yeniden yayıma veriyorum.)
Tam bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği ve çağdaşlaşmayı amaçlayarak yayılmacı ve sömürgeci dış güçlerle, baskıcı, sapkın ve işbirlikçi yönetime karşı verilen Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı utkuya ulaştıran son vuruşun 81 yıl önce bugün top atışlarıyla başladığını kıvançla anıyoruz. “Ya bağımsızlık ya ölüm” anlayışına dayanarak Müdafaa-i Hukuk ruhu ve Kuva-yı Millîye ateşiyle başarılıp Başkomutan Meydan Savaşı’yla bitirilen bu savaş, Amasya Genelgesi’nde açıklanan “Bu ulusun bağımsızlığını yine bu ulusun kararı ve direnci kurtaracaktır” ilkesinin yaşama geçmesi ve gerçekleşmesidir. Büyük Atatürk, düşmana saldırıya ilişkin kesin kararını uygulamadan önce varlığını zorunlu gördüğü üç koşulun “ulusun yaşamı ve bağımsızlığı için yüreğinde, vicdanındaki isteklerin sağlamlığı, istenci ve direnci; ulusu temsil eden Meclis’in ulusal isteğe ve gereklerine inanarak uygulamada göstereceği kararlılık ve yiğitlik; ulusun silâhlı çocuklarından oluşan ordu” olduğunu ve tüm ülkenin, tüm ulusun oluşturduğu iç cephenin çökmesi ülkeyi temelinden yıktırıp, ulusu esir ettireceğinden bu konuya çok önem verdiklerini açıklamıştır. Zafer’in 1. yıldönümü nedeniyle 1924’de Dumlupınar’da düzenlenen törenle “Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı ve onun son evresi olan 30 Ağustos Savaşı, Türk Tarihi’nin en önemli dönüm noktasıdır. Ulusal tarihimiz çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk Ulusu’nun burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimizde değil, tüm tarihe, dünya tarihine yeni bir yön vermeye kesin etkisi olan bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Hiç kuşku duyulmamalıdır ki, yeni Türk Devleti’nin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu gökyüzünde uçan şehit ruhları devlet ve cumhuriyetimizin sonsuza değin koruyucularıdır.” sözleriyle destanlaşan gerçeği anlatmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselme, duraklama ve gerileme dönemlerinden sonra izlenen parçalanma ve yıkılma evrelerinin yarattığı olumsuz duygular, ordulaşan ulusun, Başkomutan Meydan Savaşı’nı kazanarak yarattığı Türk Mucizesi’yle görkemli bir mutluluğa dönüşmüştür. Bu örnek utku, ulusun bağımsızlık tutukusunun, benimsediği ilkeyi gerçekleştirme gücünün özgürlüğünü özetlemektedir. Savaşın inceliklerini, ustalıklarını, gücün başarıyla kullanılması yöntemlerini (strateji) çok iyi bilen, kendi yaptığı planla istediği sonucu alan Mustafa Kemal, öğrencilik yıllarından beri geliştirdiği izlencesini yürürlüğe koyma olanağına kavuşmuştur.
Lozan Barış Antlaşması’yla kesinleşen ulusal sınırlar, uluslaşma, her şeyiyle yepyeni Türkyie Cumhuriyeti, başka lâiklik değişik alanlardaki kollarıyla Türk Devrimi, “kurtuluş ve kuruluş”la ünlenen tarihsel olgu, 26 Ağustos’ta başlayan ölüm-kalım savaşının benzersiz kazanımlarıdır.
Utkuları, kendisinde daha büyük utkular için bir araç sayan Atatürk “Türk birliğinin, Türk gücünün ve yeteneğinin, Türk yurtseverliğinin çelikleşmiş bir kurumu olan ordumuz, Türk topraklarının ve Türkiye ülküsünü gerçekleştirmek için birbirine eklediğimiz düzenli çalışmaların yenilmesi olanaksız güvencesidir.” diyerek Silâhlı Kuvvetlerimizi övmüştür. Bu Atatürk çocuklarına karşı günümüzde yurt içinden ve yurt dışından yöneltilen haksız eleştiriler, etkisiz kılma, dışlama, zayıflatma, yıpratma ve ele geçirme çabaları gözetilir, Silâhlı Kuvvetlerin Atatürk Ocağı niteliğiyle duyarlı olduğu konular, özellikle iktidardan kaynaklanan sorunlar birlikte değerlendirilirse nelerin amaçlandığı daha iyi saptanır. 26 Ağustos’un yıldönümünde siyasal kaynaklı ağır çelişkiye değinmek yerinde olacaktır. 12 Eylül olayındaki kişisel sorumlulukların, anlayış ve tutumun Silâhlı Kuvvetlere maledilerek YAŞ kararları ve MGK yoluyla hızlandırılıp gernişletilen çirkin karşıtlıklar, 30 Ağustos’un, 25 Ekim’in, 23 Nisan ve 19 Mayıs’ın yadsınması demektir. Yurdu kurtaran, ölüme koşan, sonsuza değin bağımsız yaşatmayı birincil görev bildiğimiz Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran, Silâhlı Kuvvetlerimizdir. Kimi ciddiye alınmayacak konuşmaların, kimi Anayasa’ya aykırı “şerh”lerin, kimi AB istekli, ABD destikli yararsız, gözboyayıcı önemsiz düzenlemelerin ve kabadayılıkların, ağırbaşlı, olgun efendice, kendine güvenle korunan suskunlukla tepkisizliğin ve “AB’ne giriş engelledi, demokrasiyi gölgeledidenilmesin” içbaskısıyla yiğitçe duruşun yanlış anlaşılmasının sonucu olduğu kanısındayım. “Asker-sivil çatışması ve siyasete müdâhale” kuruntusu sataşma bahanelerinden biridir. Demokrasinin güçlü bekçisi Silâhlı Kuvvetlerdir.
“Asker” üzerinden siyaset yapanlarla, Silâhlı kuvvetler’i sömüren, 12 Eylül şakşakçılığı bilinen fırıldaklar yaşamlarını neye borçlu olduklarını, silâhlı gücün önemini, ülkemiz koşullarında konumunu yansızlıkla, içtenlikle düşünemez. Askerlerimizin çoğunun, sivillerimizin çoğundan daha demokrat olduğunu, Silâhlı Kuvvetlerimizin devletin öbür birimlerinden yıllarca ilerde olduğunu söylemek yalnız değerbilirlik değil, gerçekçiliktir. Silâhlı kuvvetlerimizi amaçlarına ve ereklerine engel görenlerin “asker-sivil ayrımı” çabaları boşunadır. 26 Ağustos, 30 Ağustos, ulusal bilincin kaynağıdır, anlamı da bu yapıda yoğunlaşmaktadır. Silâhlı Kuvvetler’in, kendi eseri olan Cumuhriyet’i tüm nitelikleriyle koruyup kollaması, savunup güçlendirmesi Mustafa Kemal Atatürk’ten aldığı en kutsal, en doğal görevidir. Türk askeri ve Silâhlı Kuvveterimiz için Atatürk’ün sözlerini, Ordulara İletisi’ni (1938) unutmamalı, büyük Söylevi’ni belleklerimizin ışığı kılmalıyız.
Değerbilmezliğin, aymazlığın ve sapkınlığın çirkin örneklerinin yanlış bir demokrasi anlayışıyla birbirine eklendiği günümüzde, insan hak ve özgürlüklerini kötüye kullanan AB ve ABD maşaları bağımsızlığın, ulusal egemenliğin, lâikliğin ve hukuksallığın anlamını kavramış değildir. Akçalı gücün, emperyalizmin, silâhların asıl dayanağı olduğu bilincini edinememiştir. Ortadoğu’yu yangın yerine çeviren son olaylar Türkiye’nin bağımsızlık savaşının ve örnek aydınlanma devriminin değerini bir kez daha ortaya koymuştur. Lâik cumhuriyet, Türk Devrimi, tüm uygarlık atılımları ve çağdaşlık olanakları 30 Ağustos zaferinin armağanıdır. İnanç sömürüsünün, din bağının kötüye kullanılmasının önlenerek ulus bağıyla sağlanan birlikteliği küçümseyen ümmetçiler din ve vicdan özgürlüklerinin güvencesi olan lâikliği karalayarak kurtuluşumuzu ve kuruluşumuzu gerçekleştirenlere saldırmaktadırlar. Nankörlüğün en yoğun çirkinlikleri medyanın bir kesimiyle siyasal kesimden gelmektedir. TBMM üyeliğine başlarken içtikleri andı unutanlar toplumsal barışı ve ulusal dayanışmayı sarsan davranışlar içindedir.
Türk Silahlı Kuvvetleri’ni siyasal alana çekerek etkisiz ve geçersiz duruma düşürmek bunların tasarımlarından biridir. Belki de başlıcasıdır. Güvencesiz ve korumasız kalacak lâik cumhuriyeti daha kolay ve daha kısa zamanda dinci düzene çevireceklerini sanmaktadırlar. “Ilımlı İslam” yumuşatılmasıyla yeniden dayatılan dinsel nitelik ABD kurnazlığının ürünüdür. Kendi amaçlarını gerçekleştirmek için içerde karşılarına çıkacak güçlere karşı dış destek arayan gericiler ABD güvencesiyle büsbütün şımarmışlardır. Sakıncalarını gözardı ederek telaş ve hevesle Lübnan’da konuşlanacak Barış Gücü içinde yer alma çabaları, ABD’ne sempatik görünmenin belirtisidir.
Silâhlı Kuvvetler çelikten bir Atatürk anıtıdır. Komutanlarını birbiriyle karşılaştırmak, “Şahin” gibi kimi sıfatlarla olağan görevi dışında siyasal çamurlara bulaşmasını beklemek, olumlu ya da olumsuz kurumuyla özdeşleştirip kendine göre hayallere kapılmak yanlıştır. Beklentisi fazla olanların düşkırıklığına uğramaları olasılığı da fazla olur. Askerlerden beklenen asker gibi durmaları, yükselme, görevde kalma, emeklilik sonrası için kimi ödünler vermemesi, uyum aramaması, uyuşukluğa, donukluğa ve ezikliğe düşmemesidir. Son aylarda hemen hemen her gün verilen şehitler, açıklanmayan ve sonu bilinmeyen operasyonlar, yurtdışına silahlı kuvvetler gönderilmesi, üslerin kullanılması gibi sorunları yurttaşlarımızı derinden üzdüğü açıktır. Şehitlerimizin cenaze törenlerine katılmak, atılan sloganlara sıcak bakmak, devir-teslim törenlerinde yapılan konuşmalarla bilinenleri vurgulamak yeterli görülmemektedir. Halkımız, etkin sonuç beklemektedir. Terör örgütünün koordinatör yoluyla bir tür muhatap alınıp masaya çağrılması bile ABD’nin kaypak, ikiyüzlü politikasının dayatmasıdır.
30 Ağustos’un 81. yıldönümünü barış ışığında, yaratıcılarını yürekten sevgi, saygı ve bağlılıkla anarak kutluyoruz.
|