İnsanlıktan çıkmış sapkınların neden olduğu orman yangınlarıyla yaz sıcaklarının bastırdığı şu günlerde, ülke, ermenici ve kürtçülerin dayatmalarıyla gündeme gelen, iktidar başlarının anlamsız söylemleriyle tartışmalara neden olan dış baskılı yeni ödünlerle çalkalanıyor. Okuduğunu anlamayan, anlamak istemeyen ya da amaçlı biçimde çarpıtıp saptıran eski hükümlülerin çıkar bağımlılığıyla karalama çabaları arasında gerçekler uçup gidiyor. Lozan’da en çok uğraş verilen iki konu kapitülâsyonlarla bağımsız hukuk devleti idi. Yetersiz bilgiyle, yüzeysel-sığ yaklaşımla, tarihi tersine çevirme oyunlarıyla, hukuksal gerekçelerde değinilen konuları ve bağlantı yerlerini karıştırarak eleştiriye kalkışan günümüz ulemaları batının amacını, yöntemlerini, ele geçirme, etkileme ve egemen olma noktalarını görmezlikten gelerek yurtsever, gerçekçi ve bilimsel uyarıları alaya almaya yelteniyor. İktidar yandaşlığının karakter bozulmasına vardığı bir ortamda ne söylense yararı yok. Kimileri öyle terbiye dışına çıkıp öyle saldırıyorlar ki yargı yoluyla yanıtlarını veriyorum. Okuduklarını bana ileten dostların üzülmesine üzülüyorum. Geçen yıllarda bu tür durumlar için şöyle demiştim: O kadar çok havlayan var ki. Her havlamaya başımı çevirsem yolda yürüyemem. Karşılık için düzeyimi bozamam.
Kanımca haftanın üzerinde en çok durulacak olayı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Adalet Bakanlığı’nın siyasal amaçlı düzenlemesinde gereken ağırlığı tam koyamamasıdır. Bakanlığın istediği tüm atamalar oluyor, Kurul üyelerinin en doğal hakkı, hattâ görevi olan irdeleme, tartışma, değiştirme, son biçim verme işlevi sözde “anlaşma”(!) ile sonuçlanıyor. Adalet Bakanı ile Müsteşarının oyalama, engelleme ve geçiştirme yöntemleri başarıya ulaşmış, Kurulun yapısını değiştirme amacı epeyce yol almıştır. Kurul, yargısal yönetim organıdır. Hukukta, yargıda “ortayol” olmaz, gereği neyse o yapılır. Yakınmalar için olur vermeyen Bakanlığın bundan sonra olur vereceği, verse de sonunda etkin bir işleme katlanacağı sanılmasın. İktidar için tehlike atlatılmış, viraj dönülmüştür. Kriz, Türkiye’mizde gerçekten insanlık, ahlâk, adalet, hukuk krizidir. Nitelik yoksunluğu olduktan sonra hangi kurumda olursa olsun özlenen durumlar oluşmaz, yaratılmaz. Siyasal iktidarın ülkeyi sürüklediği krizler birbirine eklenerek yıkıma doğru gitmektedir. Yangın yalnız ormanlarda, mutfakta, pazarda değil, her yerde vardır. Yargıda da vardır. Soruşturma ve kovuşturma için savcı ve yargıç aranmaz ve olamaz. İşlemler belli adlara bağlı yürümez. Ataması yapılan 1500’e yakın yargıç ve savcının elindekiler soruşturma ve kovuşturma değil mi? Görevlisi değişince bunlar geçersiz mi oluyor ki Ergenekon işlemlerindeki görevlilerin değişmesi önleniyor? Ergenekonculardan başka savcı ve yargıçlara güvenilmiyor mu? İktidar partisi yetkililerinin “Tuz koktu” benzetmesiyle suçlamaya kalkması çirkin bir yaklaşımdır. Kokunun kaynağı siyasettedir. Yargıç üyelerin son açıklaması yararlı ve yeterlidir. Durum açıklık kazanmıştır. Kurulu suçlamak yanlıştır. İşler çığrından çıktı. Partizanlık ve kadrolaşmanın boyutları aldı yürüdü. Organlar, kurullar, kurumlar, üniversiteler birer birer giderken tarikat şeyhlerinden büyükelçi atamaları da başladı.
Öte yandan Hizbuttahrir örgütünün yakalanan militanları zafer işaretleri ve tekbir sesleriyle adliye kapılarını, koridorlarını inletiyor. İrticanın tehlike olmadığını söyleyerek mezhepçilik ve tarikatçılık lehine yazılar döktürüp görüş açıklayanlan kimbilir ne zaman uyanacak?
İyi konuştuğu sanılan oysa çok kötü konuşan Başbakan DTP’li bir bayan milletvekilinin “..halk senin başını keser” sözüne bile yanıt veremedi. ABD’liler, AB’liler ne demişler, ne bekliyorlar, ne söz verilmişse hepsini içlerine sindiriyorlar. Hele “Kürt açılımı” söylemiyle gündeme getirilen belirsiz önerilerin İmralı beklentisiyle gizlenmesindeki antidemokratik durum medyanın köşetaşlarını hiç ilgilendirmiyor. Tersine, iktidarın elini güçlendirmek için düşünülmesi sakıncalı, hattâ olanaksız ilişkilerin, yapısal durumu, meslek ahlâkı-karakteri, baskılardan kurtulmak için iktidara yanaşma yöntemleri bilinen medya kesiminde önerilip desteklenmesi ilginçliğini koruyor. İmralı’nın medyatik aracıları gelecek için çok tehlikeli açılımlar belli olmadan bile körüklerini şişiriyor. Kürtçülerin son amaçlarını unutuyorlar. Düğüm ne? Çözüm ne? Kürt kökenlilerin bizden farkı ne? Niye saygınlık, onur, güvenlik, çağdaşlık yönünden bir Türk açılımı yok da birçok olanakları ve durumlarıyla konumları bizden iyi olan Kürt kökenliler için özel açılım var? İktidar partisi içinde Kürt kökenli milletvekili sayısının fazla olmasından mı? Ayrı ulus, özerklik, federasyon, ayrı toprak yoluyla ayrı devlet amacını, anayasal andlarına aykırı eylemleriyle söylemlerini görmezlikten gelmek çözüm mü? Demokrasi her yurttaş için düşünülür, bir kesim için, bir yöre için değil.
Katsayı düzenlemesiyle imam hatiplilerin üniversite girişleri için sağlanan kolaylık, meslek okulları bahanesiyle önlerinin açılmasıyla tanınan ayrıcalık açıkken Millî Eğitim Bakanının bu olumsuzlukları “..Eğitime ilişkin gelişmeleri ve yapılması gerekenleri siyasî hesap konusu etmeden, sloganlara hapsolmadan çözmemiz gerekiyor” diyerek savunma görünümüyle verdiği umutların boş olduğunu kanıtlıyor.
Yasal sigara yasağına yönetsel baskılarla içki yasağı da ekleniyor. Geçim, yaşam koşullarının ağırlığı unutuluyor. Suçlardaki artış ve vahşet sayılan olaylar gazete sayfalarını doldururken bu konularda hiçbir olumlu adıma rastlanmıyor. Zamlar kasırgaya dönüşüyor. Ekonomik kriz siyasal olaylarla unutturulmaya çalışılırken işsizlik çığ gibi büyüyor.
Ağustos başında toplanacak Yüksek Askerî Şûra’nın kararlarını medyadan öğreneceğiz. Disiplin suçlarına uygulanacak yaptırımların iktidar baskısıyla önlenip sözde erteleme adıyla sonuçsuz bırakılması olasılığı da söz konusu ediliyor.
Eğitimden, yargıdan sonra silâhlı kuvvetler de iktidar baskısıyla geriye çekilir, siyasal yönlendirmeye açık tutulursa cumhuriyeti tüm nitelikleriyle koruyup kollamanın tartışılması kaçınılmazdır. Hukuk devleti niteliğinin yitirildiği yerde, lâikliğin olmadığı yerde demokrasi olmaz. Bağımsız yargının olmadığı yerde bağımlı yargı olur, yıkım olur. Silâhlı Kuvvetlerin kurucusu olduğu rejimi korumaktan uzaklaştığı ya da uzaklaştırıldığı yerde ılımlı islâm devleti ve dikta gerçekleşir. Sonra da geri dönüşü olmaz. İşte İran, işte İranlılar.
Uzun yıllar avukatlıklarını yaptığım Ecevit çiftinin odağındaki Bayan Rahşan Ecevit’in Giresun gezisinde çocuklara gösterdiği yakınlık, yanaklarını öperek sevgi açıklaması şaşırttı. Zaman iyileştirme yanıyla da etkisini belli ediyor. Yine bir güzel Çin sözünü anımsadım: “Gülmesini bilmeyen insan dükkân açmasın!” Bayan Ecevit gülümsemeye başladığına göre cephesinde kimi değişiklikler, kimi oluşumlar yaşanacak demektir. Göreceğiz. Yararı olur mu, sonuç alınır mı, bunlar ayrı.
Askerdeyken bir kötülük mü gördü, başına bir olay mı geldi, ardılı olduğu büyüklerinin günahı nedeniyle mi nedir her durumda askere çatan yağlı dönekler yargının bağımsızlığını alaya alıyor. Biz yıllardır, daha onlar çocukken, yargının bağımsızlığı için uğraş veriyor, yargının bağımsız olmadığını, hattâ yüksek mahkemelerin bile gerçek anlamda bağımsızlığının bulunmadığını söyleyip yazıyorduk. İktidar medyasıyla ağız birliğine giden sözde yansız medyanın köşetaşları yargının bağımsız olmadığını yazarken böyle kalmasını öneren anlamda yazılar yayımlıyor. Yargının bağımsızlığa yaraşır olmadığını ileri sürerek iktidara yaranmaya çalışıyorlar. Soruşturmanın nasıl başlayacağını, kovuşturma (dâva)nın nasıl açılacağını, bilmeden, iktidarın yargıya olumsuz yaklaşımlarını görmezden gelerek. Bağımsızlık için yapılması gerekenleri önerecek yerde bağımlılığın sürmesi için kişilere bağlı, iktidar kaynaklı ve destekli olumsuzlukları sıralıyorlar. Bilmedikleri daha neler neler var. Yalnız yargıda mı, siyasette, kendi çevrelerinde, dallarında, alanlarında. İçlerinde yok mu? HSYK gereken kararı alır.
Yalanlarla silâhlı kuvvetleri yıpratma oyunlarına yeni adlarla rütbe değişikliklerini de eklediler. Yalanlandı. şimdi de Büyük Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” özdeyişinin anlamına uygun her yurttaşı Türk olarak anmanın kıvancını yansıtan “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözünün silinip kaldırılmasına çalışıyorlar. Varlığımızın, yaşamsal ilkelerimizin, birlikteliğimizin ve barışın en anlamlı açıklamasını ırkçı-faşist, şeriatçı açılımlarla karartmak isteyen arsızlar ve yüzsüzler türedi. Kuruluş ve kurtuluş felsefesinin, demokrasiyi amaçlayan cumhuriyetin değerini bilmeyen, saltanat-hilâfet-Osmanlı özlemcileriyle, kendi güvencelerini batıda bulan ödüncülerle çıkarcıların oyunları sahneleniyor. Kamuoyundan mutlak gizli yürütülmesi gereken özel görüşmeler dışında genel çizgiyi, temel koşulları muhalefetten ve ulustan saklayarak oldu-bitti biçiminde gerçekleşecek sonuçların dayanağı yapmak isteyen iktidarın kürt açılımı her yurttaşın çok duyarlı olmasını gerektiriyor. İş işten geçmeden...
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile üyelerine iktidar basınıyla iktidarcı basının saldırıları düzeyi açıklayan içeriklerle, iktidar kesiminin kışkırtma ve desteğiyle sürdü. Bu durum bile adalet-hukuk alanında iktidarın yerini göstermeye yeter. Başlıklardan iç sayfalara uzanan partizanlık ve çirkinlik. Kimileri aptalca ve ahmakça yazılar. Utanmazlık örneği eleştiriler. Bu gidişle Osmanlı dönemindeki olayları da Ergenekon’a bağlayacaklar.
|