İnançların gösteriş nedeni yapılması içtenliksizliğin dışavurumu, temizlik ve saygının yadsınmasıdır. İslâmiyetin zora dayandığı, savaşlarla yayılma dönemi çoktan geçmiştir. Günümüzde din savaşlarını anımsatarak, kimi uygarlık dışı yasaklamalar getirerek, insanları oruç tutmaya, namaz kılmaya zorlayarak dindarlık yaptığını sananlar kendisiyle birlikte toplumu aldatanlar, din bağını sarsanlar, inancı gölgeleyenlerdir. Halk dilinde “Dinden-imandan soğutanlar” denilenlerdir. Dini siyasete, ticarete araç kılanlar, çağdaşlığın gereklerinden inananları uzak tutarak kendi doğrultularında yaşamaların önerenlerdir.
Cuma namazlarındaki kalabalığı “Müslümanlığın şahlanışı” gibi gösteriyorlar. Ama Müslüman çoğunluklu ülkelerde çözümlenemeyen sorunların, açlığın, hastalığın, çağdışılığın, haksızlığın, adaletsizliğin, diktanın, ilkelliğin neden yıllardır sürüp gittiğini, hırsızlığın, gaspların, yaralama ve öldürmelerle cinsel tacizler başta âdi suçların nedenini açıklayamıyorlar. Bilimde, sanatta, sporda, başka alanlarda ve dallarda neden geride kalındığını anlatamıyorlar. Türkiye’mizin çözülüp yıkılması oyunlarına seslerini çıkarmayıp siyaseti dinselleştiren, hukuku siyasallaştıranlar her şeye karışıp her şeyle oynuyor, her şeyi bozuyorlar.
Millî Güvenlik Kurulu’nda çoğunluğu oluşturan siyasal kesim duyuru-bildiri-karar özetine istediğini koyduruyor, yine aynı ağırlığı Yüksek Askerî Şûra kararlarına koyarak Anayasa’ya aykırı “şerh”lerle yandaşlarına selâm gönderiyorlar. Şûra kararlarına yargı yolunun kapalı olması bir Anayasa gereğidir. Kararlara şerh koymak, Anayasa’nın ilgili kuralına karşı çıkmak, ters düşmektir. Anayasa yargı yolunu kapamasa, yasa kapasa idi biraz uygun olabilirdi. O zaman da iktidar sorumlu tutulurdu ama şerh yine uygun bulunabilirdi. Şimdiki durumda Başbakanın ve Milli Savunma Bakanı’nın şerhlerinin yukarda değinilenden başka anlamı yoktur. Ancak, silâhlı kuvvetlerle ilişki kesme gereğinin kanıtlarının gerçek ve yeterli olmadığını ileri sürerek işleme bu nedenle karşı çıkabilirler. Yoksa, bu tür işlemin Şûra’nın yetkisinde olmadığını ileri süremezler. İçerik tam bilinmediğinden özetle bu değinimle yetiniyoruz.
YÖK’ün imam hatipliler için aldığı açık çoğunluk kararıyla siyasal kayırmasına TBMM Komisyonu’nun desteğinden söz ediliyor. Demokrasinin bir anlamda parmak sayısı çokluğu olduğunun kanıtlarından biridir. Eğitimde, yargıda, yönetimde, silâhlı kuvvetlerde etkin ve egemen olma ilkelerinin ilgililerin tutumları nedeniyle yavaş yavaş tamamlanması aşamasına gelindiği kuşkusu uyanmaktadır. Dinsel düşkünlüklerini devletin ilkelerini ve kurallarını dinlemeyecek düzeye indirgeyenler Afganistan’da burkalarla oy kullanmaya çalışan kadınları, seçim için boyanan parmakların kesilmesini görmüyorlar mı?
Ramazanda daha çok belediyelerin kurduğu iftar çadırlarının kentlerdeki görünümü yoksul Afrika ülkelerini andırıyor. Yoksunluk çekenlerle birlikte işin kolayına varanların, açıkgözlerin yemek için sıraya girdiği çadırlarda iftar açanların bir bölümü de tatilde olan öğrenciler. Bir kesimi de işçiler. Ülkemizin teğet geçtiği söylenen ekonomik krizi fırsata dönüştürdüğünü, hiçbir sıkıntı olmadığını söyleyen yetkililer işsizlerin artan sayısını, iftar çadırlarını, kimilerini dinle hiçbir ilgileri olmamasına karşın iftar sofraları düzenleyerek gösterilere girişmesine acaba nasıl yorumluyor? Kaldırımlara çadırlar kuracak ölçüde açlık, fakirlik, ekonomik güçlükler, kötülükler mi var? Görünüm kimseyi rahatsız etmiyor mu? Başka aylarda neden aynı yardım yapılmıyor? Seçim süreci dışında armağan dağıtılmıyor?
Anayasa Mahkemesi’nin ve Danıştay 8. Dairesi’nin kararlarına karşın Bakanlar Kurulu kararı ile orman alanlarına ilişkin yakınmalara hak vermemek düşünülemez. Hukuk devletinin yargı kararlarını ertelemek-savsaklamak, sulandırmak, geçersiz kılmak gibi tutumları kendi geçersizliğinin belgelenmesidir. Kararların yerine getirilmesine gösterdiği özen ölçüsünde devletin hukuksal niteliği güçlenir. Saygınlığı ve onuru artar. İktidar açılımına, “Dersim Spor Kulübü” adına olur vererek, desteğini açıklayan Tunceli Valisi de yakında daha iyi bir yere gelebilir. Anayasa gereği Türkçeleştirilen adların yeniden eskisine dönülmesinin sonu alınamaz ve kimi sakıncalar önlenemez. Yanaşma kanallarda yandaşlarla düzenlenen kürtçülük programları döneklerin yönetimindeki siyasal komedilerdir. Kuklaları kullanıp çocuk kandırır gibi ne yapacağını, neler yapılacağını açıklamadan, görüş derleyerek açılımdan sözetmenin ciddiye alınır yanı yoktur. Buna karşın ön destek verme yarışına girenlerin aymazlığı ve aceleciliği şaşırtıcıdır. Kan dökülmesinin, şehit verilmesini önlenmesini, demokrasinin gelişmesini, çatışmaların ve karşıtlıkların durmasını herkes ister. Ama bir kesimin öbür kesime dayatmasıyla, kimi ödünlerle, özür dilemesi gerekenlerin karşı yanın özür dilemesini istemesiyle, anlamsız, sakıncalı, yerine getirilmesi olanaksız isteklerde direnmeyle, tehditlerle, sürdürülen terörle anlaşma istenemez. “Görüş topluyor, barış için yöntem arıyoruz” demeye evet ama bilinmeyen, belirsiz açılım için önceden desteğe hayır! DTP’lilerin tehdit ve isteklerine niçin yanıt yok?
Mustafa Kemal, TBMM Komisyonu’nun olumsuz davranışı üzerine sıranın üstüne çıkıp “Osmanlı’nın elkoyduğu egemenlik hakkını gerekirse bazı kafalar kesilerek geri alınacağını” söyleyerek TBMM’nin saltanatın kaldırılmasına ilişkin 308 no.lu kararını 1 Kasım 1922’de çıkmasını sağlamıştı. Osmanlı ile Türk’ü bilinçle ayırırken sonra tanımladığı cumhuriyette her yurttaşın kimliğini Türk olarak şöyle açıklamıştı: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir.” Şimdi bu yapıyı yıkma çabaları izlenmektedir. Herkesin dikkatli olması zorunluluğu açıktır. Anayasa ve yasa değişiklikleri, bu doğrultuda kimi bahanelerle yargı bağımsızlığın büsbütün kaldırılması, ılımlı islâm devleti adımlarını açılıp hızlanması söz konusu olabilir. Kimlerin destek verdiği, kimlerin karşı çıktığı gözetilirse kestirim yapmak kolaylaşır. 1919-1923 karşıtlarının ardılları sahnede.
Dış etkiler konusunda Dünya Bankası’nın, IMF’nin ekonomik düzenimize etkilerini bilmeyen kalmadı. Çocuklar bile kavradı. AB üyesi olmadan Gümrük Birliği’ne girmek, onun kurallarına uymak ama kararlarına asla karışmamak, söz sahibi sayılmamak çelişkisi yanında onların yönlendirip biçimlendirdiği bir yaşam söz konusu. Sivil, asker ABD ziyaretleri, Obama’nın Meclis konuşması Cheney ve C. Rice’ın sözleri, askerin başına çuval geçirme olayında tepki verilmediği gibi “Olay çıkarmayın, bırakınız” tutumu, Kıbrıs, Irak olaylarında yanlılıklar, ikilemler ve daha neler neler.. Başbakan dış etkileri ağır ağır ve yakışıksız sözlerle karşılarken MHP Grup Başkan Vekili Oktay Vural belgelendirdiğini söylüyor. Kaldıki her şeyin belgesi de olmaz. Yine Başbakan partisinin savunmasını yaparken “T.C.’nin iktidarı” diyor. Biz de “AKP, AB ve ABD desteğindeki Kürt, Ermeni, Rum ortaklığının değil ama dincilerin iktidarı” denilmesine değiniyoruz. Başbakan “..Herhangi bir ülkenin temsilcisi değildir” diyerek konuşmasını sürdürüyor. Biz de “Ama temsilcisi gibi de olmasın” diyoruz. “Şu anda barış sürecini sürdürmenin gayreti içindeyiz” diyen Başbakan kimlerle, neyin barışını ve nasıl yaptığını söylemiyor. Bilinmeyen barışa nasıl “Evet” denir? İlke olarak denilebilir ama içerik olarak bilmeden asla!
İktidarın eline geçen, iktidara yaranma çabalarına giren medya kesimi ile yansız kalma çizgisinde bir aşağı bir yukarı gidip gelen, yalpalayan medya, ramazan proğramları yarışında. Eğitim, hukuk, ulusal yapı, bağımsızlık umurlarında değil. Deniz Feneri’ni soran, izleyen yok. RTÜK önceki Başkanı’nın yargıya teslimi de böyle. Ama yalanlar yazılıyor, karalamalarla suçlu gösterilmeye çalışılıyor, Ergenekon tefrikaları yandaşlık yansımalarıyla sürüyor. Ramazan kimileri için de özür nedeni oluyor. Kurusu, yanlışı, hatâsı için uyarılan kimileri “Kusura bakma orucum” diyor. Ramazan trafiğinde çok rastlanan bir savunma biçimi. Gerçek dindarlar için de iyi bir sağlık süzgeci.
Vatan gazetesinin iktidara karşı tutumu nedeniyle Zafer Mutlu’nun kurduğu okulların İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yıkılması faşizan yönetimin yeni bir açılımıdır. Kaçakları, yasakları, yargının olur vermediği başka oluşumlarla ilgili tutumlarıyla karşılaştırılınca keyfiliğin ve partizanlığın boyutları daha iyi anlaşılıyor.
Ya 30 Ağustos’a girerken AKP’den Devlet Bahçeli’ye yönelik “uluma” yakıştırmaları. Başbakanın “Şerefsiz, alçak..” sözleriyle birlikte değerlendirildiğinde siyasal terbiyenin çizgisi belirleniyor. Ama Kürtçülere ve dışarıya karşı suskunlar.
Kürtçe Kur’an-ı Kerim’den söz ediliyor. Kürtçe hatim ve dualarla dinsel yönden de açılım amaçlanıyor olmalı. Peki, Kur’an kurslarında ezberleterek nereye varılıyor, ne sağlanıyor, ne anlaşılıyor? Anlayarak okumak, anlayarak dinsel gerekleri yerine getirmek daha iyi değil mi? Daha öncelere İngilizce, Boşnakça ve başka dillerden Kur’an dağıtıldığını duyduğumuzu yazmıştık. Eziyet Türk Müslümanlara mı? Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin okuttuğu kızları fişlemek de çağdışılığın bir perdesi. Kiliseleri camiye çevirme çabaları da. Millî Eğitim Bakanlığı’nın Türkçe konusunda kimin okullarıyla etkinlik düzenlediği de açık.
Kitap
Ankara 5. Aile Mahkemesi Yargıcı Şerafettin Şanver’in “Boşanma Davaları El Kitabı” adlı eseri konusunda uygulamacılar ve araştırmacılar için çok yararlı bir eser. Sorunlara ışık tutuyor. Şair Ahmet Otman’ın derlediği “Atasözleri, Anlamlı ve Güzel Sözler” kitabı da Salihli Belediyesi’nin 20. yayını. İki çalışmayı da okurlarımıza salık veriyoruz.
|