TBMM’nin yeni çalışma dönemine başlamasına az kaldı. AKP iktidarı amacına ulaşmak için yaptığı çalışmaları bir bir yaşama geçirmeye çalışacak. Bunun başında da “Demokrasi gereği ve AB’ne uyum amaçlı” gösterilen yargı konusundaki girişimi gelecek. Terör sorununu öne çıkarıp gündemle oynayan iktidar gördüğü tepkiye göre yöntem değiştirerek yoluna devam edecek. “Aslında terör sorununu çözmek için neler düşünüyorsunuz? Hep birlikte neler yapabiliriz?” sıcaklığı ve gerçekçiliğiyle yaklaşıp görüş ve öneri alacak yerde Anayasal ilkeler karşısında olanaksız açılımlarla belli bir kesime umut veren, başka kesimleri de tepkiye düşüren ne olduğu belirsiz açılıma değişik adlarla gösteri biçiminde içerik kazandırmaya çalışınca gerginlik, ayrışma tehlikesi hemen belirdi. Önceki yıllarda kürt kökenli yurttaşlarımıza “azınlık” diyenlerin yanılgısı, güneydoğu sorununun “kürt sorunu” olarak geliştirilmesine yol açtı. Ortamı elverişli bulan ayrılıkçılar hemen ayaklanma tehdidine varan söylem ve eylemlerle kinlerini kusup isteklerini sıralamaya, İmralı’yı adres göstermeye başladılar. Bunlar yetmiyormuş gibi İngiltere Büyükelçisinin “Açılımı şiddetle destekliyoruz” kışkırtması ile başka büyükelçilerin desteği geldi. Talabani konuştu, herkes konuştu. Demokrasi gereği her yurttaşın söz hakkı vardı ama yabancılarla, Kürtçülerin ve destekçilerinin çıkışları kimi belirtilerdi.
Başbakanla Hükûmette ve partisindeki yardımcılarının, medyadaki yardakçılarının anlamsız, sert, çirkin sözleri demokrasiyle, terbiyeyle ve konumlarıyla bağdaşmayan görünümleri ortaya koydu. “Ne-Nereye kadar? Nasıl?” sorularını gereksiz kılan en küçük açıklama olmadan herkesi önceden koşulsuz “Evet”e zorlayan sakıncalı tutum 25 Ağustos’ta Genelkurmay Başkanı’nın internet iletisiyle anlaşıldıktan sonra ağızlar değişti. Genelkurmay Başkanı’nın Silâhlı Kuvvetlerin yasal yükümlülüklerini belirtmesine karşı “malûm basın” saygısız başlıklarla saldırıya geçti. Cumhurbaşkanı gerçekte iktidarı eleştiren, açılım biçimine katılmayan iletiyi “Güzel konuşma” olarak nitelerken Başbakan yardımcıları “Bizi doğruladı, konuşmaya katılıyoruz” dediler. Kendilerinin tutumuna karşı olan konuşmayı değerlendirmeleri duruş ve görüşün ilginç örnekleridir. “Silâhla olmuyor” diyerek kendi başarısızlıklarını sırtına yüklemeye çalıştıkları askeri güç duruma düşürmek istemişlerdir. Başbakan 26 Ağustos’ta Ulus’a Sesleniş’inde ortayolu izlemeye çalışarak bir karşılaşmada da gazetecilerin sorularına “Bizi izleyin” yanıtını vermişti.
Terörün bitmesini, gözyaşlarının, acıların dinmesini, yalnız kürt kökenliler için değil tüm yurttaşlar için demokrasinin özlenen düzeye gelmesini, yargı bağımsızlığı başta hak ve özgürlüklerin güvencelerinin güçlendirilmesini, kalkınmayı en az Başbakan kadar biz de isteriz. “Elini altına sokmaktan kaçındığınız taşlar başınızı yarar” sözü de bizimdir. Ama neye ve nelere karşılık ve de nasıl, hangi bedelle? Cumhuriyetin niteliklerinden, ulusal yapıdan, yaşamsal ilkelerden ödün vermeden, kurtuluş ve kuruluş felsefesine en küçük gölge düşürmeden. Açıklama yapılsaydı aşırı bulup karşı çıkabilir, yetersiz bulup daha başkalarını önerebilirdik. Ama bilgiyle ve bilinçle. YÖK Başkanı’nın “İstediklerinden daha fazlasını veririz” dediği gibi değil. Başbakan söylediklerinin tersine tutumla yola çıktığı için, ulusu “Hınk deyici” durumda gördüğü için kendisi ve arkadaşları sorumludur. Ne olduğunu, olacağını bilmeden destek açıklayan şakşakçılar, Kürtçüler ve yandaşlarıdır. İçeriği öğrenen, bilen, öneren ve dayatan yabancılardır. Mayın döşemeler, sabotajlar, meşaleli yürüyüşler, Apo sloganları, maç bahaneleri iktidarın hoşgörüsüne dayanılarak yapılan sakıncalı konuşmalar sürüyor. İşyeri basıp adam kaçırıyorlar. Ağustos böyle geçti.
Yine gündemi değiştirip reformla ilgisiz, yıllardır yazılıp konuşulan bir-iki biçimsel değişiklik yanında durumu daha kötüye götüren olumsuz düzenleme önerilerini “Yargıda reform” diye getirdiler. Yeni Adalet Yılı Açılış Töreni’nde Yargıtay ve Türkiye Barolar Birliği Başkanlarının konuşmalarını iyi değerlendirmek gerekir. Biz de yazdık, anlatmaya çalıştık. Ama iktidar aklına koyduğunu yapmakta direniyor. Amaçlı çıkarcı, paracı, bağımlı olanlar destek veriyor. Bilgiç medya ilgilileri bilmedikleri konularda görüş açıklıyor. Kraldan çok kralcılar, işgüzarlar, gayretkeşler birlikte. Ne demokrasi, ne yargı reformu ne de böyle bağımsız yargı olur. Yargının bağımsız olmadığı yerde herkes tutuklu sayılır. Ergenekon, Deniz Feneri, dokunulmazlık dosyaları, baskıcı denetleme ve soruşturmalar.. Bunlar Türkiye’ye yakışmıyor. YARSAV’ı kapatmadan vazgeçmiş görünmeleri olumlu. Kanımızca en olumlu davranış, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı’nın kendisine yönelik işlemler, uygulamalar ve yayınlar için yargı yoluna başvurmasıdır.
Yine sahnedeler
Biri yazıyor: “Askerler politik alanda söz sahibi olmamalı”. Öbürü yazıyor: “Asıl bölücü Baykal ile Bahçeli’dir” Biri konuşuyor: “.. Asker tarafından desteklenen lâiklik anlayışıyla Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu lâiklik arasında dağlar kadar fark var. -Ordunun siyasete müdahalesi seçmenin AKP’ne yönelmesine etkili oldu. -Türkiye’de fikir ve ifade özgürlüğü yok.” Neler söylenmez ki. Ama boğaz dokuz boğum. İnsan da utanır.
Biri konuşuyor: “Demokrasi için riski de göze alırız. Çocuklara Mücahit adı bile verilemiyor.” Önceki Bakanlardan Sayın Mehmet Özgüneş’in küçük oğlunun adı bildiğim kadarıyla Mücahit’tir. Binlerce, onbinlerce Mücahit var. Yalanın kuyruklusu. Söyleyen de Bakan. Hem de 800 kişilik iftar yemeğinde.
İktidar için, koltuk için değer mi bu durumlara düşmek? Zamanı yukarda özetle değinilen olaylarla boşa geçiriyoruz. Toplumu geriyor, insanlarımızı üzüyor, sorunları unutuyor, çözümleri savsaklıyoruz. Olanlar Türkiye’mize oluyor. Devir-teslim töreninde emekliye ayrılan Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Engin Ataç’ın acaba ülkenin sorunları için söyleyecekleri olamaz mıydı? “Güleriz ağlanacak hâlimize” sözünü iktidar kanadını izlerken anımsadık. Unutulan, gerek görülmeyen ve geç kalan konuşmalar düşündürüyor. Yol karanlık görülse de ufuk aydınlık, umut ve ant en sağlıklı güçtü.
19 Eylûl 1921’de TBMM 353 no.lu yasayla Mustafa Kemal’e MAREŞAL rütbesiyle GAZİ unvanı vermişti. Sakarya Savaşı’nın 88. yılında ordularımızın tüm kahramanlarının saygı anısına yazdığım şiirle yazımı bağlıyorum:
YAŞAMAK-ÖLMEK
Yaşamaktansa Karanlıkta, tutsak Ölmek yeniden doğmaktır Özgürlük ateşiyle yaşamak
Katlanılmaz Bu yıkıma, bu kıyıma. Kırılsın Zincirlerini koparmıyorsa dişlerimiz, Haykırmıyorsa Bağımsızlığın onurunu, Atatürkçülüğün kıvancını, Kesilsin dudaklarımız Kopsun dillerimiz.
Haksızlığa direnmezsek Yoksun kalalım tüm haklardan, Karılsın bedenimizle toprak Mermi yağsın gözlerimize Taş olsun alın teri, Gözyaşı ırmak..
Yaşamaya hakkı yoktur Ölümden korkanların. Kul-köle olmaktan, Yurtsuz-yuvasız kalmaktan, Sürünmektense Ölmek, erdemi insanlığın.
Bayrağın mutluluğunu, Devrimin görkemini, Türklüğün gönencini Duyamıyorsak Yaşamak neyimize? Utan! Dağ düşsün yüreğimize Donsun damarlarımızda kan.
|