İnsanın canlılığının simgelerinden başta geleni yalnız nesnel bir organ olarak değil aynı zamanda duygu ve düşüncelerin açıklanma aracı olarak “dil”dir. Kişisel bağlamda varlığımızın en anlamlı açılımını sağlamakla kalmayıp niteliğimiz, kişiliğimiz, düzeyimiz, kimliğimiz yönünden de en belirgin değerimizdir. Sözcüklerle kim ve nasıl olduğumuz anlaşılır, saptanır. Dil ve konuşma konusunda nice atasözleri, özgün sözler vardır. İnsan yapısının organla birlikte özelliklerini de kapsayan “dil” ulusal bağlamda bağımsızlığın, özgürlüğün, özgünlüğün de simgesidir. Varlığını dil bayrağıyla kanıtlamak toplumların en doğal duruşlarıdır. Olumlu-olumsuz kullanımı, seçilen sözcükler amaca ulaşmanın, özlenene kavuşmanın, yararı sağlamanın, sonucu elde etmenin nedenidir. Silâh gibi kullanılmasıyla sakıncalar getiren dil, bir gülümseme gibi yaklaşımı, bilimsel içeriğiyle ilâç etkisi yapan bir sıcaklıktır. Kültür ve sanat alanının başlıca öğesi olan dil kendi özünün de rengidir. Mustafa Kemal’in 1932 Haziran ayında kurdurduğu Türk Dili Tetkik Cemiyeti (1950 sonrası Türk Dil Kurumu olmuştur)’nin 26 Eylül 1932’de düzenlediği ve Mustafa Kemal’in katılarak onurlandırdığı Dolmabahçe Sarayı’ndaki ilk Türk Dil Kurultayı’nın yıldönümleri Dil Bayramı olarak kutlanır. Bu yıl 87. Yıldönümünü Dil Derneği yine etkinlikle kutladı.
1961’de üyesi, sonraları 1979’a kadar Hukuk Danışmanı olduğum, dergilerinde yazı ve şiirlerimin yayımlandığı, salonunda konferans verdiğim, kimi aramızdan ayrılan seçkin yazar, bilim adamı ve dilcilerle birlikte olduğum Kurum 1980 Harekâtı’nın en yanlış uygulamalarından biri olarak üyelerinin elinden alınıp devlet birimi yapıldı. Dil Akademisi istemleri Atatürk’ün Vasiyeti çiğnenerek Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu, Başbakanlık buyruğunda bir yönetime verilmekle kalınmadı Anayasa kuralıyla düzenlenmeye çalışıldı. Anayasa’nın bir engel getirmemesine karşın elimizden alınan kurumların gerçek sahibi üyelerine geri verilmesi için yapılan çalışmalar ne yazık ki sonuç vermedi. Hukuk devleti ilkesi devletçiliğin yanlış anlaşılması, koyu devlet yanlılığı ve siyasal yaklaşımlar nedeniyle sonuç vermedi. Ama er-geç kurumlar sahiplerinin olacaktır. Çalışmaları, ürünleri, kazandırdıkları ile kültür yaşamımızda ve tarihimizde önemli bir yeri olan kurumlar düşünce bağımlılarından, siyasal destekçilerden uzaklaşarak içtenlikli Atatürkçülere verilecektir. Siyasal zorbalık, güç ağırlığıyla ve Atatürk karşıtlarının kışkırtmasıyla tanınmayan haklar geri alınacaktır. Kopukluk-kesinlik sürecinin sorumlularının olacak utanç Atatürkçülerin yaşatacağı kıvançla kendi karanlığında kalacaktır.
Dilin önemini anlamak istemeyenler bile Türkçe sözcükleri kullanmaya başlamışlardır. Karşı çıkmalarını kendi uydurdukları sözcüklere, adlara ve tanımlamalara dayandıran karıştırıcı ve kışkırtıcı gericiler de Türkçe sözcükleri kullanmaktan geri kalmıyorlar. Anayasa’da, yeniden düzenlenen Medeni Yasa ile Ceza Yasası’nda kullanılan kimi sözcükler önceleri karşı çıkılanlardı. Duygu ve düşünce kirliliğinin yansıması olan kirli dil, özünü unutup yabancılaşan siyasetçilerin, medya ilgililerinin, eğitimi ulusal olmaktan çıkarmaya çalışanların, Osmanlıcı, arapçı tutucu ve gericilerin kötüleştirdiği bir alandır. Yurtsever, dilsever bilim, sanat ve siyaset adamlarıyla medya ilgililerinin özeni Türkçe’yi yaraşır olduğu yere çıkaracak ve yabancı sözcüklerin gölgesinden kurtaracaktır. Ulus yapısına, ulusallık ilkesine değer verenlerin bu çaba dışında kalması düşünülemez.
Özellikle son zamanlarda siyaset adamlarımızın kullandıkları dil, eleştirileri, soruları, birbirlerine çirkin yanıtları gözetilirse toplumsal düzeyimizin ne duruma geldiği daha iyi anlaşılır. Konumları, sıfatları, görev ve yetkileriyle bağdaşmayan dilleri karamsarlık ve umutsuzluk nedeni olmakta, devlete güven konusunda bile kötü örnek sayılmaktadır. Kimi medya konuşmacı ve yazarlarının seçtikleri sözcükler, anlatım biçimleri de kendilerini düşüren, kişilikleri hakkında olumsuz kanılar uyandıran, dâvalarla yaptırıma bağlanan ölçüsüzlüklerin, terbiye ve insanlıkdışı, hukuk dışı durumların göstergesi olmaktadır. Kullandıkları sözcükler ve deyimler liderlere, böyle liderler de Türkiye’yi yakışmamaktadır.
Ulusal eğitim kapsamında ilk görev sorumlu Bakanlığa düşmektedir. 12 Eylül döneminde Başbakanlığın yayımladığı genelge de yürürlükten kaldırılmalıdır. Bakanlıklar, özellikle Milli Eğitim Bakanlığı Türkçeye gereken önemi vermelidir. Yabancı dille eğitim başka, yabancı dil öğretimi başkadır. Öğretim olmalı, eğitimden özenle kaçınılmalıdır. Yabancı sözcüklerle konuşmayı süslemek ve bilgiçlik taslamak küçülten birer özentidir. Kendi dilinin güzellikleri ve incelikleriyle anlatım bir erdemdir.
Türkçe’nin özleşmesine ve gelişmesine katkılarım neden gösterilerek zamanın Dil Derneği Başkanı Prof. Dr. Cevat Geray’ın elinden 26 Eylül 1988’de aldığım Türk Dili Onur Ödülü’nün kıvancını hiç unutamam. Türkçe öğretmeni, Türkçeye özen gösteren ve gösterilmesini isteyen bir hukukçu, Devrim Tarihi öğretim görevlisi ve yurttaş olarak bu konuda yaptığı çalışmalar, çağrılar bana mutluluk vermiş, aldığım sonuçlar gönendirici olmuştur. Yazımına katıldığım Anayasa Mahkemesi kararlarının belirgin olduğunu söyleyerek bana güç veren desteklere hep teşekkür etmişimdir. Ayrıca Türkçe ve edebiyat dersleri öğretmenlerim Korkut Araz, Sedit Yüksel, Nuran (Doğu) Ayata, Bedriye (Zaimoğlu) Adıgün her zaman iyi duygularla andığım seçkin kişiler olmuştur.
Türkiye için yarardan çok sakıncaları olacak yurt dışında değişik ülkelerde açılan, tarikatçıların sahibi olduğu okulların öğrencileri çağrılarak Türkiye’de düzenlenen “Türkçe Olimpiyatı” özeni ve yapaylığıyla Türkçeye değil, geleceğin dinsel yapılanmasına katkı verildiği kanısı yaygındır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın atamalar, görevlendirmeler ve program-yönetmelik değişiklikleriyle Türkçeye özen gösterdiği savunulamaz.
Askerler Türkçeye daha çok ilgi gösteriyor. Genelkurmay Başkanlığı internet sitesinde yayımlanan 30 Ağustos iletisiyle Başbakanın 27 Ağustos’taki Ulusa Sesleniş’ine bakmak yeter. Kaldıki Başbakanın kızgınlıkla da olsa kullandığı kaba sözcükler, çirkin benzetmeler dilin önemini benimsetmeye yeter.
Türkçeden söz ederken, adaleti, yargıyı, hukuku unutmuş değiliz. İktidarın amaçladığı düzeni gerçekleştirmek için her şeyi yapma direnişi-inadı sürmektedir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu engelleme yöntemleri başarıya ulaşamayınca kökten değişiklikle yargıyı siyasallaştırmak çabasına girişmişlerdir. Ellerinin altındaki Anayasa değişiklik taslağını yaşama geçirmek için demokrasi aldatmacılığıyla Ekim’de yeni oyunlar sergileyecekleri anlaşılmaktadır. Kaç kez yazdık, söyledik “Adaletle yaşamak en onurlu yaşamaktır. Hukukla oynamayın, yargıya el atmayın, pişman olursunuz, iş işten geçer” diye. Dinci faşizme yelken açanların kıyıya ulaşmaları düş olmaktan öteye gidemez. Türkiye’yi Türkiye yapan ilkelerden ve değerlerden ödün verilemez. Anlayana…
|