Mustafa Kemal’in, gençlik yıllarından beri düşündüğü yeniden yapılanma için, Müdafaa-i Hukuk ruhu ve Kuva-yı Milliye ateşiyle 19 Mayıs 1919’da başlattığı kutsal yürüyüşün ereği, Anadolu İhtilâli’nin bayrağı niteliğindeki Amasya Genelgesi’yle duyurulmuş, Erzurum ve Sivas Kongrelerini izleyen TBMM’nin açılmasıyla gerçekleşme sürecine girmiştir. Misâk-ı Millî doğrultusunda tam bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği ve Türkiye Aydınlanması’nı sağlayacak Ulusal Kurtuluş Savaşı’na girişecek organın toplanması, cumhuriyetin kurulmasıdır. 1921 Anayasası’nda değişiklik yapılıp “hükûmet biçimi” olarak benimsenmesi, adının konulmasıdır. Tam eşitlikçi bir yurttaşlar düzeni ve halk demokrasisi olarak en büyük Türk’ün öncülük ettiği en büyük Türk Devrimi’dir.
Kurucusunun anlatımıyla demokrasinin yaşama geçiş biçimi, yönetimdeki adıdır. Sonuçları, kazanımları, öngördüğü atılım ve aşamalarla, başarılarıyla yeniden varoluşun kaynağıdır. Anlayıştan ilkelere, kurallardan kurumlara kadar her alanda yepyeni bir yapının dayanağı, yaratıcı gücüdür. Kul-köle durumundaki insanımızı onur ve erdem saydığımız hak ve özgürlüklerle donatıp kişilikli, nitelikli birey kılarak ümmetten ulus düzeyine çıkardığı varlığın asıl öğesi, bu yolla devletin sahibi yapmıştır. Çok dilli, çok dinli, çok ırklı, çok hukuklu toplumdan “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” diye tanımladığı görkemli ulus yapısına kavuşturmuştur. Din bağı yerine yurttaşlık bağını yeğleyerek çağdaş kurumlaşmayı akıl ve bilim temelinde yaşama geçirmiştir.
Cumhuriyet, Mustafa Kemal’in vurguladığı gibi “Kimsesizlerin kimsesidir” (1 Kasım 1928). Onuncu Yıl Söylevi’nde “Ne mutlu Türk’üm diyene!” özdeyişini kıvançla açıklamasından önce söylediği gibi “Temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürüdür.” Yine O’
nun anlamlı deyişiyle “Erdemdir.” Ulusal istençle kendini yönetmek ve geleceğini belirlemek hakkının özüdür. Padişahlık-halifelik düzeni saltanatın kaldırılması, dinsel yönetimin dışlanması, lâik, demokratik hukuk devletinin tarihte yaraşır yerini alması olgusudur. Ölüm fetvası, idam fermanı hiçe sayılarak, güçlükler, yoksunluklar göğüslenerek, ayaklanmalar bastırılarak, sapkınlıklar geçersiz kılınarak yoktan var edilircesine Türk Mucizesi yaratılarak kazanılan utkunun doğal sonucudur.
Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra 364 no.lu yasayla Anayasa değiştirilerek özümsenen cumhuriyet 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında “devlet biçimi” olarak öngörülmüş, adının ve niteliklerinin değiştirilmesinin önerilmesi bile olanaksız kılınmıştır. Anayasal güvencesi, devrim yasalarıyla birlikte ulusal onurumuzu, ulusal bilincimizi dokuyan özellik taşımaktadır. Osmanlı döneminde yaşanan olumsuzlukların gözetilmesi, ülkeye bağlılık, ulusa saygı düşüncesi, soylu anlayış cumhuriyet açılımının öndeki gerekçeleridir. Mustafa Kemal, padişahlık ve halifelik önerilerini geri çevirerek 1905’de Ali Fuat Cebesoy ve arkadaşlarına anlattığı, 1908’de İvan Manilof’a açıkladığı, 1917’de yinelediği “Cumhuriyet kurulacaktır” öngörüsünü, özlemini gerçekleştirerek ulusumuza armağan etmiştir. Cumhuriyet, Atatürk ilkelerinden kaynaklanan tüm devrimlerin anasıdır. Türkiye Cumhuriyeti, 1930’ların dünyadaki öbür cumhuriyetlerini arkada bırakan özgünlüğüyle tanınmıştır. Onuncu Yıl Marşı’nda sıralanan eşsiz oluşumların odağıdır. Saygın, güvenilir, devingen, devrimci, çağdaş, onurlu, güçlü Türkiye, cumhuriyetle yükselmiş ve yücelmiştir. Büyük Söylevi’nde sonsuza değin bağımsız yaşatılması, korunup savunulması Türk Gençliği’ne ödev olarak verilen cumhuriyet yapımıza, yaradılışımıza, ıramıza en uygun rejim olarak uygun görülmüş, bu kanı ürünleriyle doğrulanmıştır.
Bağımsızlığın, özgürlüğün, ulusal egemenliğin, aydınlanmanın anlam ve amacını kavrayamayan değerbilmezler, çıkarcılar, şeriat özlemiyle yanıp tutuşan köktendinciler, lâiklikten, devletten, hukuktan, dinden anlamayan bağnazlar, hak ve özgürlükleri kötüye kullanan lâik Atatürk cumhuriyeti karşıtları, yabancılar, kimi besleme ve sapkınlar, tarihin tuttuğu ışığa karşın kanla ve karanlıkla yol almaya çalışan yıkıcılar, bölücüler, kişi ve aile egemenliğine katlanan uşak ruhlular, uydular, Lozan intikamcıları, Sevr düşkünleri, cumhuriyeti cumhuriyet olmaktan çıkarma çabalarını sürdürmektedir. Cumhuriyete yaraşır olmayanların çirkin oyunları toplumsal barışı ve ulusal dayanışmayı yıkma düzeyine gelmiştir. Her tür ayrımı ve sömürüyü dışlayan cumhuriyeti göstermelik duruma düşürerek, özünden uzaklaştırıp biçimsel kılmaya yönelik girişimler kimi siyasal partilerden gelmekte, onların öncülüğünde sergilenmektedir. Osmanlı’nın kanlı iktidar kavgaları, ülkeyi batının sömürgesine çeviren aymazlıklarla işbirlikçilikler unutulmuş, Türkiye düşmanlarının istedikleri sonuca ulaşılması için yabancı yandaşlığı siyasal moda niteliğine getirilmiştir. Çoğunluk diktası, dinci açılımlar, akla ve bilime aykırı dayatmalar, ulusal çıkarları gözardı etmekten öte kapitülâsyonları anımsatan sakıncalı ödünler, bağımlılık doğuran uluslararası ilişkiler, halk dalkavukluğu, başınabuyrukluk, eğitim-öğretimde çok başlılık tehkileri sinsi eylemlerin kimileridir.
Büyük Atatürk’ün amaçladığı “çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmak” ülküsü, bir toprak alanını, belli bir yapıyı değil özlenen bir anlayış ve yaşam çizgisini geçmektir. Diktatörlerin yönetiminden İkinci Dünya Savaşı’ndan yıllarca sonra kurtulan batının 1923’de demokrasiye geçen Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelttikleri eleştirilerin sorumlusu son ellibeş yılın diktatörce davranan siyasal liderleridir. Atatürk’ün Büyük Söylevi’nin sonlarında belirttiği “Bilimin ve teknolojinin son gereklerine göre kurulan devlet”in nitelikleri cumhuriyetle edinilmiştir. Akıl, bilim, ahlâk, adalet, kalkınma, toplumsal yaşamı aydınlatan eşitlik, kadın hakları, siyasette, sanatta, sporda, sağlıkta, çalışmada, yargıda, öbür alanlarda kurtuluş ve kuruluş felsefesinin izleri giderek yitmektedir. Her alanda tam bağımsızlık ilkesiyle özgürlük ve özellikle ulusal egemenlik ödünsüz bağlı kalınacak, yaşamsal değerlerimizdir. İtilerek-kakılarak, özelliklerimizden ve değerlerimizden soyutlanarak, kanla aldıklarımızı vererek ödünlerle ortaklıklara girmek tutsaklıkla birdir. Eşitlikle, onurla, saygınlıkla, kazandıklarımızı ve değerlerimizi elden çıkarmadan, doğal kaynaklarımızla ulusal varlıklarımızı peşkeş çekmeden, yabancı boyunduruğuna girmeden kurulacak birlikteliklerle uygarlık olanaklarından, çağdaşlık gereklerinden yararlanmak, güvenlik ve esenlikle yaşamı anlamlı kılmak, insanlığa üstünlük ve öncelik tanımak herkesin özlemi olmalıdır. “Yaşamda en gerçek yolgösterici bilimdir. - Yurtta barış, dünyada barış” özdeyişleri, dostluğun da altın anahtarıdır.
Ulusal varlığımızın, bağımsızlığımızın, yüce onurumuzun kutsal simgesi cumhuriyeti numaracılardan, takiyyecilerden, aymazlardan, çıkarcılardan, lâiklik karşıtlarından, tüm düşmanlarından korumak kendini Türk bilen her yurttaşın insanlık ve namus borcudur. Son günlerde özellikle AB ve ABD baskılarıyla gündeme gelen, bilinçsizlik örneği açılımlarla Türkiyemiz dışardan kuşatılmak, içerden çökertilmek istenmektedir. Hukuku kullanarak yozlaştırılan siyaset ulusal yapıyı derinden etkilemekte, devlete güven sarsılmakta, yurttaşlar arasındaki ayrılık ve ayrımcılık, Atatürk Cumhuriyeti’ne karşı birlik olanların ortak saldırılarıyla keskinleşmektedir. Batının işine gelen çözülme ve dağılmanın içişlerimize karışan AB’nin İlerleme Raporlarıyla Atatürk adına, fotoğraflarına, sözlerine, andlara kadar uzandığı ibretle izlenmektedir.
İktidar milletvekili, 31 Mart olaylarına karışmış, değişik cezalarla modern Türkiye karşıtlığı ve tarikatçılığı kesinleşmiş biri için de açılım istemiştir. Dokuz El-Kaide üyesi tutuklanmıştır. İktidarın övünmeye çalıştığı son yedi yıl terörle azgınlıklarını doruğa çıkaran ırkçı-kürtçülerle dinci-ümmetçilerin artışıyla geçmiştir. İrtica tehlikesi olmadığını söyleyen dönek iktidar şakşakçıları utanmadan, çekilen değişik sıkıntılarla alay edercesine, ulusu kandırmaya çalışmaktadır. Bayrak için Azerbaycan’a nota veren Hükûmetin dağdan inen teröristlerin yasadan yararlanmaları olanaksız durum ve tutumlarına, eylem ve söylemlerine karşın hukuku çiğneyerek serbest kalmalarına, eylem ve söylemlerine karşın hukuku çiğneyerek serbest kalmalarını “güzel” olarak nitelemesini anlamak olanaksızdır. Teröristler özür dilemeden, pişmanlık belirtmeden, silâhlarını bırakmadan, dağdakilerin hepsi inmeden, terörden ve halkımızın kürt kökenlilerini kışkırtıp kadınları ve çocukları sokaklara sürmeden ne değişecektir? Anayasa’da ulus olarak anılma isteklerinden, tekil devlete parçalayacak özerk yönetim önerilerinden vazgeçecekler midir? Kürtçüleri, eski stalincileri, dincileri, ırkçı faşistleri amaçlarından çevirmek düştür.
İktidar-muhalefet karşıtlıklarının nikâh törenlerinde giderilme umudu da boştur. Dolmabahçe konuşma örneğinin hak verdirdiği muhalefet yanıtı iktidarın çıkmaz sokağını karartmıştır. Deniz Feneri denize gömülmek üzeredir. Aylar sonra arama geri adımların belirtisidir. Aklama-takipsizlik kararı olasılığı ağır basmaktadır.
Her şeyin cılkı çıkmıştır. Adalet Bakanı’nın geçiştirici savunması Silopi’deki salıverme olayını asla geçerli gösteremez. Hukuksal bozukluk ve aykırılıklar gün gibi ortadadır. Yasa döneminden hukuk devleti dönemine geçen yapı, iktidar baskısı ve korkusu dönemiyle endişe vermekte, her konuyu siyasallaştırarak siyaseti de lekelemektedir.
YÖK’ün Roma Hukuku derslerine ilişkin kararı da böyledir.
Kitap
Önceki Yargıtay Onursal Cumhuriyet başsavcılarından Vural Savaş’ın “Hâşa Huzurdan Demokrasi Geldi” adlı yeni kitabı Bilgi Yayınları arasında yerini aldı. Son yılların olaylarını cesur bir anlatımla gündeme taşıyor.
Öbür yandan Orhan Bursalı’nın “Türban, Kadın Sorunu mu? Erkek Sorunu mu?” adlı kitabı da sıkmabaş sömürüsünü değişik yönleriyle açıklıyor.
İki kitabı da okurlarımıza salık veririz.
|