Şu anda Almanya ve Fransa arasında bir vatandaşın şahsi adalet anlayışından dolayı bir anlaşmazsızlık ve tartışma var.
Olay çok ilginç:
Bir bayan eşinden ayrılıyor ve bir hekim ile yeniden evlenip bir aile kuruyor. 1982 senesinde ilk eşinden olan kızı annesini ve hekim olan üvey babasını ziyaret ediyor, Kız bir sabah yatakta kolundaki iğne izleriyle beraber ölü bulunuyor. Sonra üvey babası kıza sözde cildin bronzlaşmasını tetiklemek amacıyla bir nevi demir içerikli iğne yaptığını itiraf ediyor.
Öz baba hekimi kızını tecavüz amaçlı kasten bayıltmakla suçluyor ama dava Alman mahkemelerinde delil yetersizliğinden dolayı sonuç vermiyor.
Baba Fransa’da yeni dava açtırıyor ve hekim 1995 senesinde gıyabında 15 seneye mahkum oluyor. Hekim bu esnada Fransa dışında ve bir daha da bu ülkeye giriş yapmıyor.
Fransa’daki mahkeme kararından sonra hekim Almanya’da 16 yaşında bir kızı bayıltıp ırzına geçmekten dolayı ceza alıyor. Bu arada hekim olarak çalışması yasaklanıyor. 2007 senesinde Almanya’da yasaklandığı halde hekimlik icra ediyor diye yeniden dava açılıyor.
Hekimle ilgili 2005 senesinden beri 1982 senesindeki olaydan dolayı Fransa tarafından Avrupa düzeyinde bir tutuklama kararı mevcut.
Fransa bu hekimi Almanya’dan istiyor ama bir türlü başarılı olamıyor. Kızın babası 27 seneden beri sanığın cezasını çekmek için bütün mal varlığını harcayarak savaş veriyor ve 2009 senesinde adaleti kendi eline alıyor: Hekim para karşılığı Almanya’da evinden kaçırılıp paketleniyor ve Fransa’da eli kolu bağlı bir şekilde bir mahkeme binasının önüne bırakılıyor. Bu arada kızın babası Fransa’da halk tarafından kahraman gibi görülmeye başlanıyor.
Almanya Avrupa hukukuna işaret ederek bu durumu protesto ediyor. Hem Almanya’da ilk yargılanma delil yetersizliğinden dolayı sonuç vermemiş hemde adam irade dışı kaçırılmış.
Alman makamların beklentisinin aksine Fransa kısa süre önce bu talebi reddetti ve adamın Fransa’da tutuklu halinin devamına karar verdi.
Şimdi bu olayı hukuk açışından değerlendirmek beni aşar çünkü ben hukukçu değilim. Belki Efecehaber’in yazarlarından değerli hukukçumuz Sayın Yekta Güngör Özden bey bu konuyla ilgili hukuksal açıdan bir değerlendirme yapabilir.
Burada ama başka bir sorun daha var: Insanlar kendi adalet anlayışına göre hareket edip yargıyı kendi ellerine almaları doğru mu?
Üstteki sorunun cevabı aslında kolay. Herkesin adalet anlayışı ve hukuk bilgisi değişik. Herkes kendi kafasına göre, birde herhangi yetkisi olmadığı halde, hareket ederse sonuç vahim olur. Dolaysıyla mahkeme kararlarına saygılı olmak gerekiyor. Karar beğenilmediği zaman üst mahkemelere gitme hakkı genelde saklı.
Buradaki olay yalnız biraz karışık çünkü Avrupa Birliği üyesi iki komşu ülkede iki ayrı karar var. Fransa’daki mahkemenin verdiği (tutklama) karar(ı) ise babanın adalet anlayısıyla bağdaşıyor.
Neticede baba hukuka hukuksuzluk yaparak (insan kaçırmaya) yardımcı oluyor. Aslında bu da tasvip edilemeyecek bir durum ama bunu da anlayışla karşılayanlar da var ve sayıları az degil. Nitekim kızın babası Fransa’da tutuksuz yargılanacak ve kaçırma davasından hafif bir şekilde sıyrılacak gibi duruyor.
Bu da gösteriyor ki insanlar hukuk ile şüpheye düştüğü anda kendi yargı mekanizmasını devreye sokup infaza yönelik eylem yapma arzusuna düşebilirler.
Bu anlayış insanların kafasına yerleşirse çok büyük sorunlar doğabilir. Bundan dolayı yargı, hukuk ve adalet ile ilgili mekanizmaları vatandaşa iyi anlatmak lazım. Özellikle globalleşen dünyada uluslararası hukukun önemi artıyor.
Türkiye’de medyada uzun süredir hukuk ve yargı ile tartışmalar var ve ben şahsen bu kavramları duymaktan bir seyirci olarak usandım. Bu tür tartışmaların bir türlü kesilmemesi insanların yargı, hukuk ve adalet ile ilgili güvenini zedeleyebilir. Bazi şeylerde ortak nokta bulunup fuzuli tartışmaları gerektirmeyecek şekilde bir düzenleme yararlı olabilir. Şu anda çeşitli açılımlar moda olmuşken yakında „hukuk açılımı“ diye bir kavram ortaya çıkarsa şaşırmayalım.
|