Bir anlamda kendi kendini yıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazını kaldırıp küllerini temizleyerek kurulan yepyeni Türkiye Cumhuriyeti’nin Atatürk ve İnönü’lü görkemli yıllarından, saygın, güvenilir, onurlu yapısından bir tür dilendirilen, bekletilen, yarı sömürge, uydu gibi davranılan ülke durumuna düşürüldük. Sözünü tutmayan yöneticiler, gereksiz söz verilerle halkını kandıran siyasetçiler, ilkesiz, tutarsız, kararsız insanlar, demokratik tepkilerden kaçınan, hak ve özgürlüklerinin bilincinde olmayan, donuk, suskun toplum kesimleri, içindeki kötülükleri yaşama geçirmeye çalışan çıkarcı, dönek, sapkın sözde aydınlar, üniversitelere yuvalanmış-çöreklenmiş öğretim elemanları, adaletin adına ve onuruna yaraşmayan hukukçular, umutsuz gençler, karamsar yurttaşlar... Haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik, yolsuzluk, soygun, hırsızlık, gasp, saldırı, sahtecilik, rüşvet olayları ve en acısı dinsel ve etnik terör. Toplumsal barışın, ulusal dayanışmanın yerini alan bölücülük, yıkıcılık, partizanlık. Önlenemeyen feodal yapı, kürtçülerin ellerindeki büyük topraklar, ayrıcalıklar, kayırmalar, giderek bozulan yasal yapı. Eğitim alanındaki çelişkiler ve ağır yanlışlıklar, yandaşlıklar.
Çalkantı sarsıntıya döndü. Siyasal ve toplumsal depremin yıkım getirmemesi dileği yaygınlaşıyor. Kendi güvenlikleri, gelecekleri için devletin ilkelerinden öğelerinden yapısına uzanan olumsuz girişimler, siyasal gösteriler, dış ilişikleri de etkileyen beceriksizlikler. Bütçe açığında bu dönemin rekor düzeyi düşündürücü. Yetkililerin ekonomik krize bağlayan gülünecek açıklamalarıyla savundukları durum hiç de iç açıcı değil. Eylûl ayı açığı binde beş artışla 9 milyar 475 milyon 811 milyon liraya çıktı. Faiz dışı fazla da geçen yılki 36 milyar 522 milyon liradan 4 milyar 702 milyon liraya düştü. Erken seçim olasılığıyla para çevrelerinin kendileri için özledikleri IMF elini ağır tutuyor. Halkın, özellikle emeklilerin sıkıntısı da giderek büyüyor.
Bu olumsuzlukları umursamazlık ve partizanlıkla izleyip benimsetmeye çalışan iktidar dinsel yakınlıklarla cömertliğini sürdürüyor. Gazze’den sonra Irak tutanakları, Dışişleri Bakanı’nın İzzet Begoviç Müzesi için 50 bin euro yardım talimatı, içerde kömür, gıda yardımları, ihale kolaylıkları da bu kapsamdaki yaklaşımlardır. İktidar yakını ve yandaşları içerde ve dışarıda iş anlaşmalarını imzalıyor. Kısa zamanda büyüyor, genişliyor, yükseliyor.
Yanlı, amaçlı AB İlerleme Raporu’nu iktidardakiler övgüyle karşılıyor. Yaz içinde çalışamaz duruma düşürülen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun haklı tepkilerini, yerinde açıklamalarını eleştirip Bakanlığın tutumuna değinmeyen, bağımsız yargıyı vurgulamayan, siyasal kaynaklı ve amaçlı soruşturma ve etkili kovuşturmalara ses çıkarmayan, üniversite özerkliğine dokunmayan ilerleme raporu AB’nin Türkiye kıskacını giderek daralttığını gösteriyor. AİHM’nin Türkiye’yi mahkûmiyet kararlarının da arkası kesilmiyor. AB kapısı Türkiye’yi dışarıda tutuyor. Beri yandan işlerine gelecek konularda umut oltasıyla istediklerini alıyor. İçişlerimize karışmaktan da çekinmiyor. Karşı çıkan olmadığı için.
Kürt ve ermeni açılımlarında iktidarla birlikteliği açık Cumhurbaşkanının açıklamaları ilginç. Son kez anamuhalefetin de Millî Güvenlik Kurulu’na katılması önerisinde bulundu. Kurulun yapısını değiştiren, yönetimi ele geçiren, işlevini daraltan iktidarın elma şekeri türünde uzattığı bu dalı muhalefetin tutacağı kuşkuludur. Yararı olmayacak, ayrıca muhalefeti kimi önemli konularda susturacak ya da nezaketen birlikte görünüp savunma durumunda bırakacaktır. Kurul’dan iktidara ilişkin bir açıklama beklemek de boşuna.
PKK’nın ve Meclis’teki uzantılarıyla yandaşlarının evre evre gündeme getirip yaşama geçirmeye çalıştıkları oluşumların gövde gösterisi, uluslararası propaganda amaçlı açılımları yurtseverleri üzmüştür. Anayasa’yı, yasaları çiğneyerek ayrıcalıkla davranılıp konuklar gibi karşılama, gösteriler, sloganlar, zafer işaretleri, posterler, mektupla yetkililerden istekler göstermektedir ki terör örgütü isteklerinde ısrarlıdır, yandaşları da andlarını bile unutarak militanlığa soyunmuşlardır. Türkiye Cumhuriyeti tehdit edilmektedir. Olmayacakları olur yapmak için dış çevrelerle birlikte baskıyı, dayatmayı, tehditleri yoğunlaştırmışlardır. İçişlerimize açık elatma olan İlerleme Raporu gibi devlete ve adalete karşı kürt açılımı da tehlikelidir. Ceza Yasası’nın 221. maddesinin nasıl uygulandığı, Kandil’den gelenlerin nasıl serbest kaldıkları ortada. Anayasayı ve yasayı uygulayamayan neyi başaracak, neyi koruyacak, nasıl iktidar kalacaktır?
İçtenlikli ve gerçekçi bir geri dönüş yoktur. Dışarda hazırlandığı ve öğretildiği belirgin bir senaryo siyasal sahneye konulmuştur. Sınırı geçince topraklarımızı öperek özür dileyip pişmanlık açıklayacaklarına savaş kazanmış yan gibi çığlıklar, alkışlar, gülüşler, horon tepmeler, kürtçe şarkılar, iki parmaklı zafer işaretleri yetmiyormuş gibi tehdit sözleri, Apo’nun posterleri, pankartlar, alanları ve yolları kaplayan kandırılmış çocuklar, bindirilmiş kıtalar, yüzlerce taşıt aracı. Hani yoksulluk, yoksunluk, eşitsizlik vardı? Bu çirkin gövde gösterisini “demokrasi gereği ve kardeşlik” olarak gösteren Başbakan şehitlerimizi anımsıyor, ailelerini düşünüyor, geleceğin nelere gebe olduğunu kestirebiliyor mu? Bunları nasıl râzı edip durduracak, salıverilmelerinin sağlandığı gibi topluma kazandırılmalarını başaracak ve önerileriyle ödünlerine olumlu yanıt bulabilecek mi? Muhalefetin tepkileri haklı. Girişte tek Türk Bayrağı gelenlerde, karşılayanlarda da yoktu.
Vicdan temizliği olmadan
İnanç sömürüsü yaparak, ahlâkdışı eylemleri savunarak, binbir yalan uydurup karşı oldukları kişiler hedef gösterip ölmelerine neden olarak tanınan gerici organlar TÜRKSOLU’nda yazmamızı yine dillerine dolamışlar. Yalanları ve saldırıları için mahkûm da olmuşlar, pasta ile ziyaretime gelerek özür dilemişlerdi. 11 yıldır konuşup görüşmediğim kişilerle birlikte adımı anıp TÜRKSOLU’nda hiçbir şey almadan, beklemeden kendi düşüncemi, görüşümü, eleştirimi ve önerilerimi açıklamama bir bağ anlamı vermeye çalışıyorlar. Atatürkçü gençleri destekliyorum. Bunun dışında yönetsel, siyasal, akçalı hiçbir ilgim yok. Yalnız TÜRKSOLU’na değil Sözcü’ye, Gözlem’e, Maya’ya, Mücadele’ye, Sorgun Postası’na da yazıyorum. TÜRKSOLU’nun “Ordu göreve” çağrısı darbe değildir. Beni de ilgilendirmez. Ama ordunun görevi darbe değildir ki duyarlık, özen ve ilgiye çağrıyı darbe olarak algılamak doğru olsun. İstek üzerine yazı verdiğim yayın organlarının hepsi Atatürkçü, hepsi yurtsever, hiçbirinde kötü tanınmış, kötülükleriyle yargılanmış, mahkûm olmuş, ulusal çıkarlara aykırı, inanç sömürüsü yapan, lâiklik ve cumhuriyet karşıtı yok. Bağımsız, özgür, ahlâklı ve namuslu insanlarla birlikte olmak, vicdan temizliğine önem vermek kişisel ilkemizdir. Herkes önce kendine ve çevresine baksın.
Vicdanı temiz olmayanın eli de, dili de temiz olmaz. Bağımlı, bağnaz ve yobaz takımının söylediklerinin de, yazdıklarının da önemi yoktur. Yurdu ve ulusu kurtaranların dinsel gerekler ve görevler için sağladığı ortam olmasa ne soyları kalırdı ne de dinleri. Cumhuriyete ve kurucularına saygı ile onurlu yaşamımızı ve tutumuzu sürdüreceğiz.
|