Değişik adlarla siyasal gündeme oturtulan açılımın meyvaları kimi kentlerimizdeki ayaklanma-başkaldırı (isyan) denemeleriyle kendini gösteriyor. Polis karakolları, taşıtları, marketler, postahaneler, konutlar taşlanıyor, otobüsler yakılıyor, görevlilerle yurttaşlar yaralanıyor, il ve ilçeleri yangın yerine çeviren PKK yandaşları ve militanları sokak aralarında yitiyor. Ne olduğu, neler yapılacağı açıklanmayan açılım terör örgütü yandaşlarıyla içlerinde gizlenen militanlarının Türkiye içerisine getirilme çabalarında odaklanıyor. Hiçbirinde etkin pişmanlıktan yararlanma koşulları olmadan, hiçbiri amaçlarından vazgeçtiklerini belirtmeden, üstelik terör örgütünün aracısı olarak, onun buyruğu ile geldiklerini söyleyip örgüt liderinin salıverilmesi için basın toplantısı düzenleyip açılıma ilişkin eleştiriler ve tehditler sıralayarak. Sağlığa ve mala verilen büyük zararlar artarken iktidar, liderinin söylemleriyle neden olduğu minare sorunuyla, ulusal eğitim yönünden sakıncalı imam hatip ayrılığına son veren yargı kararını geçersiz kılma çabalarıyla zaman dolduruyor.
Hazırladıkları alternatiflerle sorunu kendi yönlerinden çözeceklerini söyleyen YÖK Başkanı öğrencilere güvence veriyor. Gerçekleri tersine çevirerek katsayı eşitliğini getirmenin yanlışlığını önceden biliyorlar ki olası yargı kararına karşı hazırlık yapmışlar. Dava Daireleri Kurulu’na itiraz dilekçesini vermeden Cumhurbaşkanıyla Başbakanın görüşünü alıyor. Hukuk devletinde yargı kararını “ideolojik” olarak niteleyen bir Başbakanın ne ölçüde yaraşır olduğu açık. Yargı kararının özenle yerine getirilmesini önerecek yerde devlet yetkilileri konumlarıyla asla bağdaşmayan bir tutumla karara karşı çıkıyorlar. Anlayan-anlamayan-aklı eren-ermeyen kimileri siyasal çıkar için ulusal yarara kıyıyor. Ergenekon işletilirken gerçeği saptırıp toplumu kandırarak, hukuksal durumu anlamadan Danıştay’ın haklı kararını haksız göstermeye çalışarak gerçeklere de, ulusa da zarar veriyorlar.
Başbakanın domuz gribi aşısı konusundaki konuşmaları da yanlış. Yurttaşların duraksamalarına neden olan tutum siyasal yönden ağır hâta. Kendisi Sağlık Bakanının öncülük ettiği aşı kampanyasına destek verir ya da sesini çıkarmaz ama olumsuz davranmaz. Aşı olmayabilir ama bunu söylemez. Medya önünde aşı olmak zorunluluğu yok. Salgının sonuçlarında payı olacağı unutulmamalıdır. Demokrasiyi amaç değil, araç sayan, tramvaya benzeten kimseden bundan fazlası da beklenemez. Partisinin grup toplantılarındaki konuşmaları, kravatsız dolaşmaları, kürsülere çıkması, sözlerindeki sertlik, muhalefete ve eleştirilere karşı tahammülsüzlük ne ölçüde demokrat olduğunun ve olabileceğinin göstergesidir. Köşe yazarlarının daha az yazmalarıyla huzur bulacağını söylemesi, okulsuz eğitim işlerinin daha iyi görüleceğine ilişkin Osmanlı kafasını anımsatıyor. Obama’dan ne alacak, ona ne verecek haftaya anlaşılır.
Zaten Türk olduğunu da söylemiyor, “Ne mutlu Türk’üm!” demekten de kaçınıyor. Türklüğüyle, ulusuyla, devletiyle övünemeyen, soyluluk, onurluluk, nitelikle gurur duymayan kimileri ülkesine bir şey veremez, kazandıramaz. 10. Yıl Marşı’nın coşkusunu duymayan yüreğe, yürek demem. Yargı kararı karşısında saygıyla eğilmek yerine yakışıksız sözlerle karşı çıkan kimi sözcüler ve yazarlar hukuk devleti anlayışının dışında kalanlardır. Kararı yerine getirmekle yükümlü iktidar, tersine direnmesiyle geçerliğini yitirir. Başbakan yardımcısının “Ne Danıştay kalacak ne de ...” sözü sonra şaka olarak savunulsa bile önceki yıllar Anayasa Mahkemesinin kaldırılabileceğini de söylediği için tehlikeli olasılıkları düşündürüyor. Yöneticiler hâlâ hukuk devleti mi, din devleti mi tam ayırdında değiller izlenimi veriyorlar. Anayasa’nın 81. ve 103. maddelerindeki andların içeriğini ne çabuk unutuyorlar? Başlangıç bölümüyle cumhuriyetin niteliklerini de. “Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaati iyidir” diyen kimdi? Sorunların, konuların hukuksal özelliklerini bilmeyenlerin bilgiçlik taslayarak ortamı germeleri hizmet değil, hezimettir. Hele bir şey söylediğini sanan boşboğazlar, gerzekler...
Resmî dili Türkçe olan devletin yerleşim yerlerine kürtçe adlar verilmesi sakıncalıdır, suçtur. Terörün kol gezdiği günlerde Hacc’a giden İçişleri Bakanı’nın kışkırtıcı sözleriyle yüreklenen Diyarbakır Belediyesinin ölçüsüzlüğü ve aykırılığı nerelere taşıyıp yayacağı görülecektir. Daha neler getirecek, neler yapacaklardır. Apo’nun Meclis’e katılmasına yönelik iç ve dış çabalar demokrasi adına yürütülmektedir. Olmayan ayrılık, yalanlar, abartılar, yakıştırmalar ve kuruntularla ulusal yaşama hançer gibi sokulmaktadır.
İktidara yaranmak ve yanaşmak için ekranlarını bilinen yandaşlara, militanlara, tetikçilere açan kanallarda neler duyulmuyor ki. Birisi utanıp sıkılmadan Türkiye’deki Müslümanların dinlerini yaşayamadıklarını söylemiş. Dünyadaki 53 ya 55 müslüman çoğunluklu ülkelerin içinde Türkiye’dekilerden daha iyi dinini yaşayan olduğunu kimse söyleyemiyor. Lâiklik sayesinde kazanılan özgünlük din konusundaki çağdaş anlayış ve uygulamayı getirdi. Hukuku ve şeriatı birbirinden ayıramayan, hukuk devletiyle din devletini karıştıran, bireysel özgürlüklerle kamusal düzeni çatıştıran Atatürk ve Türkiye karşıtları her yalanı söyler. Bunlar partizanlığa, kadrolaşmaya, soygunlara ve yolsuzluğa, işsizliğe ve adaletsizliğe, yaşam güçlüklerine karşı çıkmazlar. Açık-kapalı beslenme olanakları iktidar şakşakçılığını görev saydırır. Rektör ve Dekan atamalarına gözleri de, kulakları da, kalpleri de kapalıdır. Vicdanları çıkar güdüleriyle kurumuştur. Fransa Cumhurbaşkanı’nın Türkiye Cumhurbaşkanının nasıl karşıladığını görmezler. Şehitlerin mezarlarına Kurban Bayramı’nda niçin siyah kurdelâ bağlandığının anlamı onları ilgilendirmez. İzmir’deki DTP provakasyonu ile terör açılımlarına bakmazlar. Kadınlara uygulanan şiddetle töre cinayetleri, kolluk güçlerinin orantısız güç kullanmaları onları uyarmaz. Nükleer santral ve eczacıların tepkileri onların uzağındadır. Onlar için halk değil kendi halkaları önemlidir. “Tarihimizle yüzleşelim” diyenler kendi yüzlerine bakabilecek durumdalar mı?
Sakıncalı alışkanlıklar, bilgisizlik ve görgüsüzlükten kaynaklanan özentiler inancı yaşamak değildir. Dinlerin kaynağına uygun davranmayıp tarikat, cemaat, aşiret düzenini sürdürmek sömürüdür. DTP Genel Başkanı Almanya’daki Türk’lerle Türkiye’deki Kürt kökenlileri bir tutarak büyük ve ağır yanılgısını açıklıyor. Almanya’daki Türkler azınlık sayılan toplumdur. Türkiye’deki Kürtler azınlık değil, ulusun asıl öğelerinden biridir. Yanlış karşılaştırma, açık karıştırmadır. Almanya’daki Türkler ayrı ulusun, Türkiye’deki Kürtler aynı ulusun bireyleridir.
Kurban kesimlerindeki ürpertici görünümler kurallara aykırı direnmelerin sürdüğünü gösteriyor. Hayvan hakları da çiğneniyor.
Dünya sorunları, ekonomik ve siyasal bozulmalar sürüyor.
Kitap
Deneyimli yayıncıların oluşturduğu Yayın B’nin iki yeni yapıtı İsmail Arabacı’nın “Türklerin ve Türkiye’nin Toplum Yapısı” ile Macit Gürbüz’ün “Kürtleşen Türkler” adlı kitaplarıdır. Günümüz sorunlarına ışık tutan iki değerli çalışmayı okurlarımıza salık veriyoruz.
|