Yürürken adeta ciğerleri ağzına geliyordu. Herkes tıkanırcasına sigara içtiğini, birini söndürmeden diğerini yaktığını biliyordu. Neydi onu kendinden bu kadar vazgeçiren? Kendini hayata bir sıfır yenik başlamış sayıyordu.
*
Babası doğru düzgün işi gücü olmayan, inşaatlarda iş bulunca çalışan biriydi. Kendine hiç bakmazdı. Okumadığı için oğlunun okumasını çok istemişti aslında. Şartları tabii ki pek çok kişiyle eşit değildi. Elinden geleni yapmaya, oğlunun isteklerini karşılamaya çalışmıştı hep.
*
Ama babasının yaptıkları ona yetmemişti. Hep değişik özlemler, umutlar peşinde koşmuştu. Arkadaşlarının evleri gibi evleri olsun, annesi okul dönüşünde onu karşılasın, babası akşamları işten gelirken eli kolu dolu gelsin istemişti.
Zavallı babası yapamamıştı ama, yapamamıştı işte. Yoktu ki parası! Meteliğe kurşun atmıştı her zaman. Kazandığını olduğu gibi eve getirmiş ama yetiştirememişti işte.
*
Hayata yenik başlamış bir babanın tükenmeye mahkûm bir oğluydu o. Kendisini öyle niteliyor, hiçbir yere ait olamamanın sancısı içerisinde, düşüncelerle kendini eziyordu. Babasının yolundan gitmek zorundaydı sanki. Yaşanmışlıkları geride bırakmayı, önünde yeni ufuklar açmayı beceremiyordu.
Özlemlerinin peşinde koşmak onu çok yoruyordu. Kendisine tanınan güzellikleri anlayamamış olmanın pişmanlığı kalbini bir mengene gibi sıkıyordu. Keşke yine genç olsaydı veya kendisine bazı olanaklar sunulsaydı. Umutsuzluğu kırabilseydi, kalbindeki fırtınayı dindirebilseydi.
Mutluluk neydi? Kendine verilenle yetinebilmek mi, olanaksızlığın peşinde koşarak yakalanmaya çalışılan mutluluk düşüyle yaşamak mı? Bunca acı varken mutluluk nasıl da imkansızdı. Güçsüz olmaktan yorulmuştu. Keşke içinde bulunduğu ortamın gizli, küçük ayrıntılarını yakalayabilseydi!
*
Eksik bir hayat yaşıyordu, hiçbir şeyden tat almadan. Kalabalıklara bakıyordu, onlar neşeli kahkahalar atıyorlar, eğleniyorlardı. Kendisi için öyle zordu ki! Kimi zaman sarsıla sarsıla ağlıyordu. Zaman azalıyordu onun için. İçinde
söylenmemişlikler, dile getirilememişlikler, yaşanmamışlıklar…. Hiç bir şey bu boşluğu doldurmaya yetmiyordu. Akşamın olmasını hiç istemiyordu. Karanlıklar çoğaltıyordu kimsesizliğini, acılarını. Karanlık, yalnızlık, karanlık, yalnızlık…
Uyumak imkânsız oluyordu, anlamsız oluyordu. Korkuyordu boşluğa düşmekten. Düşünmekten yorulunca uyuyakalıyordu. Bazen kapkara kabuslarla zor uyanıyordu. Kâbusun içinden çıkmak, uyanmak için çabalıyor, çabalıyordu. Sanki bir el onu yakalayacak, sonsuz boşluğa çekecekti. Oradan çıkamamaktan, kurtulamamaktan çok korkuyordu.
Bir an önce toparlanmalı bir sıfır yenik başladığı hayatı galip bitirmeliydi. Bembeyaz düşlerle uyuyakaldı.
*
Rüyasında koşuyordu. Uzaklardan babasının sesi geldi kulağına.
“- Haydi, ne duruyorsun, benim yapamadıklarımı yapsana. Elimden geleni yaptım, çoğaltmak senin elindeydi.” diyordu.
“-Yapamadım baba yapamadım. Ben seni örnek aldım. Yetmedi bana, senin verdiklerin yetmedi bana. Diğerleri gibi bir yaşantım olsun istiyordum. Akşamları ışıl ışıl parlayan bir eve mutluluk içinde gelmek, hep beraber olmak istiyordum. Beni sev istiyordum. Bana sevgini göster istiyordum. Yalnızlık bana göre değildi. Bize göre hiç değildi.”
“- Verdim oğlum, verdim. Sevgimi de, elimde avucumdakini de verdim. Çok çalışmak zorundaydım. O kadar çocuğa o yoklukta bakmak kolay değildi. Sadece çok yorgundum, yorgun. Ama sizlerin ortamını hep düzgün tutmaya çalıştım. Biri iki yapmayı beceremediniz. Verilenleri değerlendiremediniz. Umutsuzluk yoldaşınız oldu. Onu kıramadınız. Toparla kendini.”
*
Söylenenler birden ağır gelmişti. Kan ter içinde uyandı. Neydi şimdi bu? Bir iç hesaplaşmaya girecekti. Belliydi. Ne yapacağını bilemez bir halde yatağın içinde kıvrandı. Perdenin aralığından gökyüzüne baktı. Gece yalnızlığını iyice yüzüne vurmuştu yine. Sonsuz bir boşluğun girdabına girip kayboluyordu yine. Gördükleri gerçek miydi düş müydü? Sanki rüyadan uyanmamış, boyut değiştirmiş gibiydi. Yüreğini bir ürperti sardı. Derin bir soluk aldı. Geçmişiyle bugününün hesabını yapmaya başladı.
Gerçekten her şeyin nedeni babası mıydı? Sevgisizlik miydi? Umutsuzluğu kendisine yoldaş eylemesi miydi? Parasızlık mıydı? Peki bunların arasında annesini
nereye koyacaktı? Kadıncağız yokluğun acısıyla çoluk çocuğuna elinden gelenin en iyisini vermeye çalışmamış mıydı?
*
Hayır, hayır! Her şeyin sebebi kendisiydi. Özlemlerinin peşinden koşmaya çalışırken unuttuğu şey gerçekten çalışmaktı. Sürekli başkalarını suçlamak işine geliyordu. Bunu kendine itiraf etmekte çok geç kalmamış mıydı? Yine nefes almakta zorlanmaya başladı. Uykuyla uyanıklık arasında bocalayıp duruyordu. Silkinip kendine gelmeye çalıştı. Sendeleyerek ayağa kalktı, sanki yer ayaklarının altından kayıyordu. Eğildi, bir yerlere tutunmaya çalıştı. Yooo, yooo eğilmemeli, yukarılara erişmeye, yıldızlara tutunmaya çalışmalıydı. Çok mu geç kalmıştı? Kulaklarında babasının sesi çınlayıp duruyordu. “Verilenleri değerlendiremediniz, biri iki yapamadınız.” Gülümsedi. Düşünceleri netleşmeye başlamıştı. Sanki ufku açılmıştı, şimdiye kadar göremedikleri sınırsız bir şekilde beyninde şekillenmeye başladı. Başucuna bıraktığı suyu eline aldı, kana kana içti. Tekrar yatağına uzandı. Gözleri gökyüzüne takıldı, yıldızları seyrederken derin bir uykuya dalmıştı.
Saatler sonra uyandığında kafasında bir şeyler netleşmiş gibiydi. Pes etmeyecekti. Engeller onu hedefinden alıkoyamayacak, yıldıramayacaktı. Perdeleri açtı. Güneş içeri umut gibi dolmuştu. Birden neşelendi. “Rahatla!” dedi kendine, “Omuzların daha dik olacak, başın yukarıda yürüyeceksin. Kendine gelebilmen için bir düş mü görmen gerekiyordu. Herkes her zaman eşit mi ki bunu dert ediyorsun.”
Aynanın karşısına geçti, mutlu bir ıslık tutturdu dudaklarının ucuna. Traşını oldu, en afilli kıyafetlerini geçirdi üstüne. Kendinden emin bir şekilde çıktı sokağa. Ne yapacağını biliyordu. Kendisini daha fazla rezil etmeyecekti. Hayattan sürgün olmayacaktı. Bulunduğu ortamın ayrıntılarını yakalayacak, bembeyaz düşlerle uyuduğu rüyadan bembeyaz gerçeklerle kalkmış olarak hayatına bir = bir olarak devam edecekti.
Her zaman yıkık omuzlarla, göğsü yırtılırcasına öksürüklerle geçmesine alışmış olan mahalle halkı, hafif hafif esen rüzgârda uçarcasına yürüyen adamı görünce meraklı gözlerle birbirlerine bakakaldılar.
|