Ah benim şamar oğlanım, anlaşılan sen daha çok dayak yiyeceksin...
28.01.2012 tarihli “Asilzadeler ve şamar oğlanı“ yazımı bu yazının başlığı ile bitirip Türkiye’nin uluslararası arenada şamar oğlanı rolünü üstlenmekten ne bıktığını ne de usandığını vurgulamıştım. Anlaşılan benim telkinler dikkate alınmadı ve olaylar daha da vahim bir hal aldı.
Artık “şamar oğlanı“ kavramı medyada sık sık dillendirilmeye başlandı ve o yazımın şu anda daha da güncel bir duruma geldiği için altta tekrar verip bir ekleme yapacağım:
Ilk önce bir bakalım „şamar oğlanı” kavramı nereden geliyor:
Bu konuyla ilgili çeşitli rivayetler var ve Ekşi Sözlük’e bir göz atalım:
· Osmanlı saraylarında padişah kutsal yurttaşlar ise kul yani padişah'ın malı sayıldığından, padişahın oğluna yani veliahta ders veren öğretmenin ders sırasında ona kızdığı zamanlar onun yerine dayak atmak için kullanılan ve gerektiğinde dayakta atılan kişiye verilen ad.
· Ingilizcesi „whipping boy” olan deyimdir. Avrupa’da devrin adetlerine göre her prens, her saray mensubu çocuğu, mektebe bir yaşıtı ile gidiyordu. bu yaşıt öğrenci halktan olup, asil çocuk bir hata işlediği zaman, sopayı veya şamarı onun namına, halk çocuğunun yemesinden dolayı denmiştir.
· 16. ve 17. yüzyılda feodal düzenin tüm haşmetiyle hüküm sürdüğü zamanlarda üst sınıfa mensup kişilerin çocuklarının alt tabaka çocukları ile aynı okula gidip onların arasına karışmaları düşünülemezdi. Cocuk okula gitmiyorsa, okul çocuğa gelirdi. Nitekim öyle yapıldı. Devrin en önde gelen alimleri, öğretmenleri, profesörleri şatolara, malikanelere, konaklara asilzade çocuklarını eğitmeye geldiler.
Hiç bir imtiyazı olmayan alt tabakadan bir çocuk karın tokluğuna ders sırasında asilzade çocuğunun yanında hazır bulunuyor ve öğretmen çileden çıktığı zaman dayak yerdi ve ders bitince genellikle mutfakta aşçı yamağı olarak görevlendirilirdi.
Bu çocuklar ders sırasında hazır bulunduğu için bir şeyler öğrenip ileride dert çıkarmasından korkulduğu için özellikle sağır çocuklar seçildi bu göreve sağır çocuk bulunamadığı zaman ise sağlam bir çocuk sağır edilerek bu işe koşuldu. Sağır etme işlemi iki kulağa aynı anda avuçlar hafif çukurlaştırarak sert bir tokat atmak ve oluşan basınçla kulak zarı patlatılmak suretiyle yapılıyordu.
Bu üç rivayetin ortak bir noktası var: Asıl kızılan ve hedef olan kişi cezanladırılmıyor ve ona temsilen suçsuz olan ve kendini savunamayan bir kişi cezanlandırılıyor.
Türkiye ekonomi ve askeri güç olarak belirli bir noktaya gelse bile her iki konuda da „sözde asilzadelerin” gerisinde kalıyor ve etkisi sınırlı. Başka ülkeler bir takım şeylerde düğmeye basıyor ve Türkiye böbürlendikten sonra çoğu şeyleri kabullenmek zorunda kalıyor.
Ermeni soykırım yasası konusunda Fransa’ya karşı böbürlenildi ve ne oldu? Hiçbir şey olmadı. Yasa çıktı ve yolcu yoluna. Ama ne şanş yüksek mahkeme yasayı iptal etti.
Israil konusunda ne oldu? Uluslararası sularda Türk vatandaşları katedildi ve sonuç malum. Kim takar Yalova Kaymakamını.
Libya konusunda ne oldu. Nato kapsamında Fransız uçakların Libya’yı bombalamasına müsade edildi ve Sarkozy Erdoğan’dan evvel oraya ayak bastı ve Libya Petrolünü cebe attı.
Bir Gazze ziyareti bile göze alınamadı.
Bu arada şunu da belirtmek lazım: Türkiye’nin işi kolay değil. Soğuk savaş döneminde batılı ülkelerin Türkiye’ye ihtiyacı vardı ve kukla gibi oynatılsa bile askerler kafaya alınmıştı ve „sözde asilzadeler” ne derse o yapılıyordu dolaysıyla pek şamara ihtiyaç yoktu.
Şu anda ama Türkiye bir araçtan ziyade bir rakip olarak görülüyor ve özellikle 11 Eylül saldırılardan sonra müslüman ülkelerin en gelişmişi ve öbür müslüman ülkelere örnek olan ya da olabilecek bir ülke olarak Türkiye şamar oğlanına çevrildi.
Yunanistan senelerce Avrupa Birliğini ekonomisi ile ilgili yanlış bilgilendirdi. Açıkça kasten kuralları ihlal etti ama yaptırım yok.
Fransa soykırım yasasını meclisten geçirdi ve bu hem kendi Anayasalarına hem de fikir özgürlüğüne aykırı.
Suriye kendi halkına ateş açıp vatandaşlarını öldürüyor.
Libya’ya keyfi müdahale eden gruplar ortada yok.
Güney Kıbrıs uluslararası anlaşmalara aykırı Akdenizde gaz ve petrol arıyor ve kendi başına pazarlamaya kalkıyor. Kim kime dum duma.
„Sözde asilzadeler” Türkiye’yi şamar oğlanına çevirerek hem kendi aralarındaki problemleri ilgi odağından çıkmasını sağlıyor hem de refah paylaşımını engelleyip Türkiye üzerinden müslüman ülkelerine hadlerini bildirmeyi amaçlıyorlar.
Üstte belirtilen rivayetlerde de şamar oğlanların ders sırasında hazır bulunduğu için bir şeyler öğrenip ileride dert çıkarmasından korkulduğu belirtilmişti. Bunun gerçekleşmemesi için de bir takım önlemler alınıyordu. Işte ta Inönü zamanında neden uçak fabrikalarımız kapatıldığı ve her teknoloji açılım „sözde asilzadeler” tarafından engellendiğini anlamıştırsınız.
Şu anda Türkiye bir yerli araba yapacak teknolojiye bile sahip değil.
Bu konuya 21.01.2011 tarihli “Teknolojik olarak yapmak biraz imkan dışımış…“ ve 28.07.2011 tarihli “Koç Holding- Kuzusuna kıymayan kebap yiyemez…“yazılarımda değinmiştim.
Aynı şekilde Güneydoğu’daki sorunlar da Türkiye’yi meşgul ediyor ve ülkenin daha hızlı kalkınmasını engelliyor.
Ah benim şamar oğlanım, anlaşılan sen daha çok dayak yiyeceksin...
Evet yazım bir üstteki cümle ile bitmişti ve bu sürede 6 ay geçti ve ne oldu? Bu sefer Suriye’nin iştahı kabardı ve uluslararası suda bir Türk uçağını düşerecek cesareti ve yeteneği gösterdi. Buna cesaret etmesinin sebebi de herhalde benim üstteki yazımda değindiğim konuların başka devletlerin de dikkatını çekmiş olması.
Siz karşı tarafa rest çekip arkasını getirmezseniz bu böyle olur. Biliyorsunuz özellikle Mavi Marmara olayında yapılan yapan ülkenin yanına şimdilik kar kaldı. Burada yapılan hata aslında evvelde bir beklentinin yaratılmasıydı. Ama görüldüğü gibi gibi bir özür bile alınmadı.
Bu Poker oyununa benzer: Ellerin kötü olsa bile blöf yapıp oyunu kazanırsın ama kağıtlarını açmak mecburuyetinde kalırsan gerçekler ortaya çıkar. Bunu sıkça yaparsan karşı tarafın kendine güveni daha da artar.
Ilk bakışta Türkiye’nin bu son olaylardan sonra gösterdiği tepkiden dolayı adı iyice blöfcüye çıkmak üzere.
Ama şu da olabilir:
Sözde şamar oğlanı tepkisini uzan vadeye yayıp buradan politik kazanç sağlamayı hedefleyebilir.
Bu da şu anlama geliyor: Türkiye’ye özellikle Mavi Marmara ya da Suriye konusunda belirli tepkiler göstermemesi için büyük oyuncular kurulacak (benim sıkça bahsettiğim) yeni dünya düzeni ile alakalı bazi tavizler vermiş olabilirler.
Öte yandan Türkiye’nin ekonomisi şu anda yavaş yavaş filizleniyor ve bazi tepkilerden dolayı bir ülkenin her alanda güçlü olması için başta olmazsa olmaz şartı olan ekonomik güçlenmeyi tehlikeye sokmak istemiyor da olabilir.
Neticede arka kapılarda ne konuşulduğunu bilmiyoruz ama yakında bunu öğreneceğiz ve (sözde) şamar oğlanının başka hesaplar peşinde olup olmadığını anlayacağız...
Bu süre içinde oğlanımız muhtemelen „dayak yemeye” devam edecek...
|