Arapça “sehiv” sözcüğü yanlış, yanılma anlamındadır. “Sehven” diye son aylarda sık sık siyasal dilde yinelenen sözcük de aynı kökten türetilmiş, “yanlışlıkla, yanılmayla” anlamında kullanılmaktadır. Arada aymazlık(gaflet)a yakın değerlendirilen durumlar, eylemler için niteleme olarak geçmektedir. Ünsan her zaman yanlış yapabilir. Yaptığının yanlış olduğunu önceden bilseydi yapmazdı. Yanlışı doğru bilerek yapar. Elbet amaçlı, bilerek yapılan ve savunmak için “yanlış” denilen kötülükler ayrı.
Ne var ki yapılan yanlışın düzeltilmesi daha anlamlı bir yaklaşımdır, hoşgörülür, bağışlanır. Yeter ki özür dilensin, düzeltilsin, neden olduğu sakıncalar ortadan kaldırılsın. Üzülerek değinmek gerekir, ülkemizde yargı işlemlerinde sık sık rastlanan, soruşturma evresinde hazırlanan kimi kanıtların (Silivri’de Teğmen Çelebi’nin telefonuna yapılan yüklemelerle ortaya çıktı) düzmece olduğu saptanınca ilgili yerin yanıtı “Sehven” demek oldu. Böyle ustaca bir işlem sehven yapılamaz. Gerçekleşmesi önceden planlanarak, düzeni ve gereçleri hazırlanarak, kullanma yeri gözetilerek yapılabilir.
Özür dileme, onarma, olumsuz sonuçlarını giderme erdemini gösteremeyenler için bir bahane olmaktan öteye gitmeyen “sehven” nitelemesi, sanırız birçok olayda gündeme gelecektir. Sucukta at, pidede domuz eti, yoğurtta jelatin, dövme, sövme, yaralama, öldürme, hırsızlık, gasp “sehven” denilerek hafifletilip geçiştirileceği gibi büyük pişmanlıklar yaratan ekonomik, siyasal, hukuksal aykırılıklar da böyle savunulacaktır. Üktidarcıların sözleri de.
Özellikle kadınlara taciz, şiddet, orantısız güç kullanma, sezaryen ve kürtaj yasakları, gözaltılar, tutuklamalar, cezalar, tutukevinde hastalanıp ölmeler, sakat kalmalar, biber gazı kullanımı, başı açıklara çirkin nitelemeler, Fazıl SAY’a dava, 4+4+4 bozumu ve Deniz Feneri davası uygulamaları hep “sehven” parantezine alınacak. Günümüz Başbakanı’nın “cinayet” nitelemesi yaptığı Uludere için de yanlışlık savunması ilginçtir. Önceki kaçınılması güç yanlışlıkları örnek vermektedir. Sert ve gereksiz konuşmalarını kimi atamaları, korumaları ve kovmaları da “sehven”le savunduğunu görecek, duyacağız. 12 Eylül 2010 halkoylamasıyla gerçekleşen Anayasa değişikliklerini, Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu, Yargıtay ve Danıştay kadrolaşmalarını ve özel yetkili mahkemeleri de. Ama iş işten geçecek. Çok olay böyle unutturulacak, üzerleri böyle örtülecek. Üşte, siyasal etkili olduğu eleştirilen HSYK kararnamesi.
Hal ve gidiş
Okullar dinlenceye geçti. Sıra yasama organına geldi. Siyasetçilerin karnesinde “hal ve gidiş notu” halkımız tarafından verilecek. Kürtaj yasağı nedeniyle kadınlarımıza sert davranan kolluk güçlerinin güvencesi, Kürtçe derslerinin yapımcısı iktidarın başı Atlantik ötesine selam vererek çağrıda bulundu. Yürekleri yakan özlemi dillendirerek “hasretin bitmesini” istedi. Yakında rektör atamaları da Cumhurbaşkanı tarafından sonlandırılacak. Bakalım neler olacak?
En büyük sorun yargının bağımsızlığını yitirmesi, iktidar kanadıyla cemaatçiler arasındaki sürtüşmenin kararnamelere yansıması ve mezhepçilik yapıldığı yakınmasıdır. Bağımsızlığın canına okunduğunun tartışıldığı günlerde HSYK 1. Bölüm Başkanı Ü. Okur “Derenin geçildiğini ” söyleyerek amaçlı işlemler yapıldığı kuşkusunu doğruluyor.
Ne diyelim? Söylenecek o kadar çok şey var ki. Ama kimi gün bize susmak yakışır.
|