Şimdi makalemin üstteki başlığını okuyan bir kesimin ağızından salyaları akacak ve beyinlerindeki zevk kabarcıkları dolup taşacak. Makalenin içeriğini büyük bir keyifle merak ederek okumak için rahat bir pozisyona geçeceklerdir.
Öteki kesimin de sinirlerinin tepelerine çıkıp taştığını görür gibiyim. “Sende mi Atilla?” gibi bir hayret ve hayal kırıklığıyla kerhen de olsa makaleyi okumak için bilgisayarın tuşuna bastıklarını öngörmek için bir müneccim olmaya gerek yok.
Ama ne yapayım: Buraya kadar okuduysanız demek ki makalem ile ilgili merak uyandırmakta başarılı olmuşum.
Bu arada bir Cumhuriyet Bayramını daha geride bıraktık. Bir takım resmi etkinliklere katıldım ve maalesef bu özel günün anlam ve önemi vurgulayan bir ortam yoktu.
Nezih bir ortamda yendi, içildi (yani tüketim ağırlıklı) biraz lak lak edildi o kadar.
Atatürk’çü kesilen vatandaşlar da yemekleri şen şakrak mideye indirdi ve bunu hiç bir şekilde tematize etmediler (ki bunların arasında Almanya’da dernek başkanları, yazarlar vs. yapanlar da var).
Atatürk’ün olumlu yönde yaptıklarının önemini kavrayamayan bir takım vatandaşlar kol geziyor ortalıkta. Onun verdiği büyük mücadelenin ve onun olumlu sonuçlarını kavramak için sadece belirli komşu ülkelere bakmak yeterli.
Bir kere Atatürk olmazsaydı muhtemelen bu yazı Arapça harflerle olacaktı. Kaldı ki çayınızı keyifle yudumlamayarak bilgisayarın karşısında bu yazıyı okuyamaya bilirdiniz çünkü Suriye ya da Irak’ta ya da öbür ülkelerde olduğu gibi tam bir Arap baharın içersinde kendinizi bulup can derdinde olabilirdiniz.
Büyük bir ihtimalle bir efendiniz olurdu; bu Italyan mi olurdu, Fransız mı olurdu ya da Ingiliz mi olurdu bilememem.
Vatanınız yeni sömürgeden çıktığı için içi boşaltılmış olabilirdi: ayni Afrika’daki ülkelerde yapıldığı gibi. O zaman dik değil boynu bükük dolaşmak yakışırdı size. Tabii ki yanaşmalıktan hoşlanan da olabilir.
Zaten milliyetçilik diye bir şey olmazdı ve şu anda Suriye ya da Irak’ta olduğu gibi herkes birbirinin kökünü kazımak ile meşguldu. Bir pasta gibi dilimlenmiş bir ülkecikte yaşamaya mahkumdunuz. Arap ülkelerindeki gibi petrol ya da değerli madenler olmadığı için onlardan daha kötü bir durumda da olabilirdiniz (belki Somali vari bir şey; kim bilir).
Aslında “Atatürk olmazsaydı ne olurdu?” sorusunun cevabı o kadar kapsamlı ki bununla ilgili bir kitap serisi yazabilirdim ve düşüncelerim bir makaleye sığmaz.
Üstte yazdıklarım zaten çoğu insan tarafından biliniyor ama bunu bir kesim bilmemezlikten ya da anlamamazlıktan geliyor.
Yok Atatürk olmasaydı laiklik olmazdı ve dinimiz yaşama ve yargıda daha etkin olurdu diye düşünen kesimler de var. Bu vatandaşlar Iran vari bir şey mi istiyorlar o ülkeye mi özeniyorlar anlamadım. Halbuki dindarlik ve lailklik doğru uygulandığı ve yaşandığı zaman birbirine gayet uyumludur ve zıt değildir.
Başka bir kesim Sevr Antlaşması’na takılmış ve halen bunun arkasından ağlıyor. Bilindiği gibi Antlaşma imzalandığı dönemde devam eden Türk Kurtuluş Savaşı'nın sonucunda Türklerin galibiyetiyle, bu antlaşma yerine 24 Temmuz 1923'te Lozan Antlaşması imzalanıp, uygulamaya konduğundan Sevr Antlaşması yürürlüğe girmemiştir.
Aslında bir zaman makinasına girip geriye dönüp Kurtuluş Savaşını olmamış ve Lozan Antlaşması yapılmamış var saysak ve bugünü bir günlüğüne Sevr Antlaşması’nın sonucu olarak yaşasak bunun hiç kimseye fayda sağlamayacağı görülürdü.
Bu da olmayacağına göre insanlar “Atatürk’ten bana ne” diyeceğine oturup biraz tarih ile ilgilenseler ve o zamanki olayları kavramaya çalışırlarsa zaten sorun olmaz. Ama bu da eğitim ve medeniyet meselesi...
Sırf “ne oldum?” değil biraz da “ne olacaktım” diye düşünmekte fayda var. Atatürk olmazsaydı Türk Milletinin ne durumda olacağını kavramak için yazımı onun ağzından çıkan bir sözle bitirmek istiyorum.
“Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar."
|