Yazımın başında insanlar için önemli olan karbonhidrat ve şekerin insanda beynin verimli ve etkili çalışması açısından önemine değinmek istiyorum.
Karbonhidratlar en çok ekmek, makarna, fasulye, patates, kepek, pirinç,tahıl ve hububat içinde bulunurlar.
Bilindiği gibi karbonhidratlar vücüt tarafından şekere dönüşüyor ve bu şeker de beyni besliyor. Insanların mesleki açıdan gittikçe daha fazla zihinsel strese mahruz kaldığını göz önünde bulundurursak şeker ihtiyacının da sürekli arttığını düşünebiliriz. Beynin ihtiyaç anında maksimum düzeyde çalışması için mevcut karbonhidrat çok kısa sürede şekere dönüşüyor.
Ayrıca sinir hücrelerin ölmemesi için de şekere ihtiyaç var.
Öte yandan kötü huylu kanser hücreleri de tamamen şekerle beslenebilir. Dolaysıyla şeker tüketimi arttıkça vücüdun kansere karşı verdiği savaşın daha etkisiz olma ihtimalı olabilir mi diye bir soru çıkıyor karşımıza.
Kanada vatandaşı olan Vilhjámur Stefánsson isimli antropolog 20’nci yüzyılın başında çok ilginç bir gözlenim yaptı:
Eskimolar arasında kanser vakası yoktu. Genelde balık, fog balığı eti ve diğer deniz ürünlerinden (yani protein ağırlıklı) besleniyorlardı. Yalnız ayni yüzyılın ortasında Eskimolar karbonhidratlı ticari ürünlerle beslenmeye başladıktan sonra kanser vakaları ortaya çıkmaya başladı.
Tumörleri araştıran biyolog Johannes Coy mesela tabiatta yaşayan bir kurtun kansere yakalanma riski düşükken ev ortamında yaşayan bir köpeğin riski daha yüksek olduğunu belirtiyor.
Gelişmiş toplumdaki insanlar genelde endüstriyel ürünler ile besleniyor ve bunları besledikleri hayvanlara da veriyorlar.
Anlaşılan beyinsel performansı yüksek kanser riski ile satın alıyoruz.
Eskiden beri televizyonda (genellikle köy ortamında yaşayan) 90-100 yaşını geçmiş nene ve dedelerimize sorarlar: Siz şimdiye kadar nasıl beslendiniz? Gelen cevapta da genelde „yumurta, yoğurt ve peynir“ içerir. Dikkat ederseniz bunlarda da karbonhidrat yok.
Johannes Coy’e göre beynimizi güçlendiren ama kanseri tetikleyen TKTL-1 isimli bir gen var.
Normalde sağlıklı bir hücre oksiyen destekli yağ, şeker ve protein yakar ama TKTL-1 geni aktive olmuş kanser hücresi sırf şekerden besleniyor ve laktik asit üretiyor. Bu asit de etraftaki dokulara zarar veriyor ve kanserin vücütta yayılmasını tetikliyor. Ayrica da vücüdün savunmasını sağlayan „asker“ hücrelerin kanser hücrelerine yaklaşmasına engel oluyor.
Dr. Cole’nin araştırmaları bu TKTL-1 isimli geni aktive olmuş (yani sırf şekerden beslenen) kanser hücrelerin daha agresif olduğunu ve 5 sene içinde hastaların yüzde 80’nin (TKTL-1 genin hücrede negatif olan hastalarda yüzde 20’nin) öldüğünü gösterdi.
Normal tümörlere karşı mevcut tedaviler baya etkili olurken bu agresif olan kanser tipin maalesef tanınmış yöntemlere karşı dayanıklı olup bundan dolayı da bu kadar yüksek bir ölüm oranı mevcut.
Hal böyleyken insanın aklına şu soru geliyor: Madem bu agresif hücreler tamamen şekerden besleniyor o zaman şekersiz ortam sağlayalım ve bu hücreler „aç kalıp“ ölsünler.
Işte bundan dolayı Almanya’nın Heidelberg üniversitesinde çalışan Dr. Coyle özel bir sıvı besin hazırladı ve ilk araştırmalar bunun kansere karşı savaşta etkili olduğunu gösteriyor. Zaten Alman Bilim ve Araştırma Bakanlığı da buna inanmış ki bu çalışmayı destekliyor.
Ayni şekilde Almanya Wüzburg Üniversitesi Hastanesi kanser hastalarına içinde hiç yada çok az karbonhidrat olan bir besin veriyor ve onlar da kansere karşı bu yöntemin faydasını gördüler.
Uzun lafın kısası: Anlaşılan şeker kanserin düşmanı ve kanser hastaları modern çağın getirdiği beslenme alışkanlığının bedelini ödüyorlar.
Kanser hastaların -kendilerini tedavi eden doktarlardan teyit almak kaydıyla- en azından tedavi oldukları dönemde mümkün olduğu kadar karbonhidrat ve şekerden uzak durmalarında fayda olabilir.
Bu konuda ciddi başarılar olsa bile araştırmalar sürüyor; bakalım zaman ne gösterecek…
|