Türkiye’mizi bekleyen tehlikelerin belirtileri giderek güçlenmektedir. İçerdeki karışıklıklarla atbaşı giden dış baskılar ve dayatmalar birer birer yaşama geçirilmektedir. ABD Başkanının gelişi ve TBMM’de konuşmasıyla okşanacak iktidarın yeni ödünlerle bağımlılığı büsbütün artıracağı iyice belli olmuştur. Irak’ın kuzeyine ilişkin Cumhurbaşkanı’nın inkâr ettiği söylemi yakında PKK ile masaya oturulacağının, genel af yasası hazırlanacağının, daha ileri gidilerek devlet yapısına ilişkin kimi önerilerin ele alınacağının bir tür habercisidir. Tekil devletin federatif devlet durumuna getirilmesine ilişkin kürtçüleri destekleyen dış güçlerin ermeniler konusunda da bastıracağı ve ödünler alacağı kestirilmektedir. Ergenekon soruşturmasıyla gündeme gelen ve getirilen olumsuzlukların iktidarın duraksamalarını giderdiği gözlenmektedir. Yerel seçimler sırasındaki aykırı eylem ve söylemler bunun kanıtıdır. Hukuk tanımazlığın, yargıya karşı direnmenin, kimi çirkinliklerin, ikiyüzlülüklerin, dalkavukluk ve çıkarcılığın kolgezdiği bir ortamda gölgelenen demokrasiye kimse aldırmamaktadır. Siyasal partilerin tutumlarındaki bencillik, davalara sürükleyen yanlışlar, seçmenlerin duruşu umut kırıcıdır. Medyanın kişiliklere, onura, özel yaşama, hukuka aldırışsızlığındaki ağırlık başlıbaşına bir sorundur. Yalanlarla, nankörlüklerle, değerbilmezlikle söylemlerini sürdüren siyasetçilerin yaşamsal ilkelere, ulusal değerlere karşı aymazlıkları geleceğe ilişkin endişeleri artırmaktadır. Bölücüler destekliyor, seviniyor.
Sonuçları değişik yönlerden tartışılacak yerel seçimlere ilişkin iktidar ve muhalefetin yaklaşımları, değerlendirmeleri, suçlama ve savunmaları kendi gerekçeleriyle irdelenecektir. Türkiye’de daha çok şey çok uzun süre konuşulacak, tartışılacaktır. İkinci Ergenekon İddianamesi’nin hukuk yönünden ele alınacak yönlerinin çokluğu düşündürücüdür. Sanıklar, tanıklar, bağlantılar, kanıtlar, özellikle gizli tanıklar ve değerlendirmeler ilginç yorumlar ve uygulamalar hukukumuzla ilgili birçok sorunu gündeme taşıyacaktır. Türkiye Cumhuriyeti hukukunun ve yargısının iktidar hukuku ve yargısı biçiminde algılanması izlenim ve kanısını uyandıracak tutumlardan özenle kaçınmak, başta ilgililerin, her yurttaşın sorumluluğudur. Karıştırıcılar ve şakşakçılar boş durmuyor. Zamanlama kuşku veriyor.
Devlet olanaklarının iktidar lehine açıkça kullanıldığı ve hukukun yine açıkça göz ardı edildiği bir ortamda seçimlerin anayasal ilkelere uygunluğu savunulamaz. Kurumların, kuruluşların ne duruma getirildiği, yerel yöneticilerin çoğunlukla nasıl davrandığı ibretle izlenmiştir. Yasama organı üyelerinin büyük çoğunluğuyla, bilinen medya, vakıf, dernek ve kimi meslek odalarının, 85 bine yaklaşan camideki görevlilerin desteğinde, üstelik büyük para gücüyle donanmış iktidara karşı lider sultasındaki muhalefetin kısıtlı olanaklar içinde seçim mücadelesinin umulan-beklenen sonucu vermeyeceği açıktır.
Darwin tartışmalarıyla gerçek yüzü biraz daha ortaya çıkan iktidarın hâlâ inanç sömürüsüyle yol aldığı, hâlâ kandırdığı kesimler olduğu gözetilirse güçlükler daha iyi anlaşılır. Millî Eğitim Bakanlığı’nın resmî internet sitesinde “Haydi Kızlar Okula” kampanyasına ilişkin logoya tıklandığında “seks ve partner” sitelerine yönlendirme yapıldığı savları basında eleştirilmiştir. Devlet yardımının büyük ölçüde Kur’an kurslarına yapıldığı Maliye Bakanı’nın yine gazetelerde ayrıntısıyla yer alan yanıtında belirtilmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açıklamalarının ortaya koyduğu durum düşündürücüdür. Açıklama yapması beklenen beş kurumun da yöneticilerin yandaşlığını doğrulayacağı sanılmaktadır.
İki gün sonra girilecek Nisan ayı, tarihimizde II. İnönü zaferi, İsviçre’den 40 yıl önce kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkının verildiği günleriyle anılmaktadır. Askerî zaferin 1 Nisan’da, kadınlarımızın siyasal yaşamda belediye seçimleriyle başlayan eşitliğinin 3 Nisan’da gerçekleşmesini, 10 Nisan 1928’de dinsel kuralların hukukumuzdan arındırılması izlemiştir. Türk Tarih Kurumu, Türk Tetkik Cemiyeti adıyla 12 Nisan 1931’de kurulmuş, köy enstitüleri yasası 17 Nisan 1940’da kabûl edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin 491 no.lu ilk anayasası da 20 Nisan 1924’te kabûl edilmişti. Unutulması olanaksız günlerden biri de TBMM’nin açıldığı 23 Nisan 1920’dir. Ulusal egemenliğe verilen önemin bayram olarak vurgulandığı bu günün değerinde birleşmek, cumhuriyette ve Atatürk’te birleşmektir. Seçimlerde başarılamayan birleşme ve dayanışma bir özlem ve dilek olma niteliğinden nasıl ve ne zaman kurtulacak?
|