Gerçek demokrasinin kaynağı ulusun kendi kendini yönetmesi, geleceğini belirlemesi, yaptırımları saptayıp uygulaması, içte ve dışarıya karşı yetki kullanması anlamında özetlenecek egemenlik, cumhuriyetle, kişinin elinden alınıp ulus varlığında toplanmıştır. Padişah-Halife’yle dinsel gerekleri açıklayanların öngörülerine bağlanan yönetim hakkı, gerçek sahibi ulusa dayandırılmıştır. Bu sonuç, Türk Ulusu’nun yüzyıllardır yoksun olduğu tam bağımsızlık ve özgürlük olgusuna kavuşması, tüm hak ve özgürlüklere yaraşır düzeyinin benimsenmesidir. Mustafa Kemal’in 1905’de arkadaşlarına, 1908’de yazar Manilof’a, 1919’da Erzurum’da Mazhar Müfit Kansu’ya açıkladığı özlemlerinin en önemlilerinden birinin gerçekleşmesidir. Egemenliğin verilemeyeceğini, alınacağını vurgulayan Atatürk 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi’ni yazan, Erzurum ve Sivas Kongreleri’ni açıp yöneten Anadolu İhtilâli’nin önderi olarak 23 Nisan 1920’de TBMM’ni toplamakla ulusal egemenliğin ulusta olduğu anlayışını kurumlaştırmıştır. Kanımca, cumhuriyet 23 Nisan 1920’de kurulmuş, adı 29 Ekim 1923’de konulmuştur. Özgürlüğün, uygarlığın, adaletin kaynağı niteliğiyle ulusal egemenliğe verdiği değeri her bağlamda yansıtan Mustafa Kemal, TBMM’nin kuruluşuna ilişkin 1 no.lu, yürütme gücünün oluşumuna ilişkin 5 no.lu kararlardan sonra gerekli yasaları yürürlüğe koydurmuş, kimilerinin büyük bir yanılgıyla “Bolşevik Anayasası” dediği, 20 Ocak 1921 günlü, 85 no.lu Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nu kazandırarak 1. maddesiyle ulusal egemenliği bayraklaştırmıştır: Egemenlik bağsız koşulsuz ulusundur. Yönetim biçimi, halkın yazgısını kendisinin belirlemesi ve yönetmesi ilkesine dayanmaktadır. Anayasa’nın 2. maddesi de yürütme gücünün ve yasama yetkisinin ulusun tek ve gerçek temsilcisi olan TBMM’de gerçekleşip toplandığını öngörmüştür. Bu anlamlı kurallar, ulusun bağımsızlığını yine ulusun kararının ve istencinin kurtaracağına ilişkin Amasya Genelgesi’nin yaşama geçişidir. Komutanlığında, kendine bağlı küçüğünden büyüğüne tüm birliklerde sabahları “Padişahım çok yaşa!” denilmesini yasaklayan ilk emrindeki anlayış yüceliği 1921 Anayasası’na yansımıştır. 29 Eim 1923’te 364 no.lu Yasa ile değiştirilen 1921 Anayasası’nın 1. maddesine Hükûmet biçiminin cumhuriyet olduğu eklenmiştir. Cumhuriyet 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında devlet biçimi olarak benimsenmiştir.
Atatürk’ün din bağı yerine ulus bağını, soy özelliği yerine yurttaşlığı seçmesi, demokrasinin yönetimdeki adı ve yaşama geçiş yöntemi olarak açıkladığı cumhuriyetin hepimize mutluluk veren seçkin niteliğidir. Bunun en belirgin yanı da lâikliktir. Yine kanımca, lâikliğin ilk kez gündeme gelmesi 1921 Anayasası’nın 1. maddesinin içeriğindeki, gücün ulusa ilişkin olup geleceğini-yazgısını kendisinin belirleyip kendisini yönetmesi ilkesiyle oluşmuştur. İnancın yerine akıl, varsayımın yerine gerçek, tebaa yerine yurttaş, ümmet yerine ulus, ferman-fetva yerine Anayasa ve Yasa gelmiştir. Yetki de tümüyle ulusun olmuştur. Bu bağlamda azınlıkların hakları da güvenceye bağlanmıştır.
Aşama
1961 Anayasası bağsız koşulsuz ulusun olan egemenliğin Anayasa’nın koyduğu kurallara göre yetkili organlar eliyle kullanılıp bunun hiçbir biçimde belli bir kişiye, topluluğa ve sınıfa bırakılamayacağını öngördükten sonra (madde 4), yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemek görevini Anayasa Mahkemesi’ne vermekle (madde 147), TBMM’nin egemenliğin tek temsilcisi, egemenliğin kullanılıp yaşama geçtiği ve yansıdığı tek yer olmaktan çıkarmıştır. Egemenlik TBMM’nin değil, ulusundur. TBMM, egemenliği yasama alanında ulus adına kullanan bir organdır. Böylelikle sayısal ve siyasal çoğunluğun her istediğini yapamayacağı, Anayasa’yı yorumlayarak yasalar için son sözü ancak Anayasa Mahkemesi’nin söyleyeceği çağdaş bir aşamaya gelinmiştir. 1982 Anayasası da egemenliği 6., Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerini 148. maddesinde 1961 Anayasası doğrultusunda benimsemiştir. Demokrasinin aklın öncülüğüne, hukukun üstünlüğüne dayalı çağdaş siyasal bir yönetim ve yaşam biçimi olduğu vurgulanmıştır. Çoğunluk diktasının önlenmek, azlığın haklarının güvenceye bağlanmak istendiği açıktır.
Günümüzde ve bizde
Ulusal istenci, TBMM’nde çoğunluğu sağlayan iktidar tek başına temsil edemez. Yasa yoluyla somutlaşıp yaşama geçen ulusal istenç, iktidar ve muhalefet yapısındaki tümlüğü anlatır. Sandıktan çıkan çoğunluk, ulusal istencin azlıkla (muhalefetle) birlikte görevli kıldığı siyasal ağırlıklı bölümdür. Yasalar bu bölümün değil, yasama organının istenci, ürünüdür. Seçim sonuçları seçmen çoğunluğunun belirlediği bir olgudur. Çoğunluk istenci, ulusal istenç değildir. Aslında ulusal istenç de tüm ulusun değil, ulus çoğunluğunun istencidir. Ulusal egemenliği, ulusal istenci yasama çoğunluğuyla eşitleyip özdeşleştirerek her şeyi yapacağını sananlar demokrasinin anlam ve yapısını, amacını ve işlevini yeterince bilmeyenlerdir. Eşitliği, lâikliği, devredilmez-vazgeçilmez hak ve özgürlükleri, yargı bağımsızlığını, üniversite özerkliğini, temel kavram ve kurumları kaldırıp tersine çeviremezler. Olumsuz kılacak biçimde bunlara dokunamazlar. 23 Nisan 1920’nin 89. yıldönümünde bu anımsatmayı içtenlikli bir yurttaş uyarısı olarak yapmayı görev saydım. Ulusal egemenlik için gerekirse canını vermeye hazır olduğunu söyleyen Büyük Atatürk’ü ve bu değeri bize armağan eden arkadaşlarını saygı ile anıyorum. Ulusal egemenliğin, ona bağlı olarak halkçılık ve lâikliğin olmadığını düşünürsek içinde boğulacağımız karanlığı ve çekeceklerimizi daha iyi kestiririz. Değerini bilerek yaşatmak, güçlendirmek görevimizi asla savsaklamayalım. Günümüzün koşullarında yaşamsal önemini unutmayalım.
|