Türkler Anadolu’ya yerleştikten sonra, dilleri ve kabul ettikleri İslam diniyle Anadolu toplumuna Türk damgasını vurmuşlardır. Türkiye’de toplumun sosyal yapısının temelini, etnik bakımdan bütünüyle Türk olan Oğuzlar oluşturmaktadır. Hazar coğrafyasından Moğol saldırıları nedeniyle Irak, Suriye ve Anadolu topraklarına göç eden Oğuz Boyları, Anadolu’nun sosyal, siyasi ve etnik yapısını değiştirmişlerdir. Selçuk İmparatorluğu XI. yy.dan XIV. yy.a kadar sürmüş, Selçuklular ile Anadolu tamamıyla Türkleşmiştir. Selçuklu idaresi altında bulunan topluluk, esas nüfusu meydana getiren Müslüman Türklerle, Rum ve Ermeniler ile çok az sayıda da Süryanilerden meydana gelen Hristiyanlardı. Bu imparatorluk dağıldıktan sonra, Türkiye tarihinde “Beylikler devri” adıyla anılan devir başlamıştır. Beylikler dönemi XIV. yy.ın başından XVI. yy.ın başlarına kadar olan dönemi içine alır. Bu dönemde Anadolu’da hüküm süren beyliklerin adedi 10’dan fazla idi. Bu beyliklerden Bursa bölgesine yerleşmiş bulunan Osmanoğulları sonradan büyüyüp kuvvetlenmişler, büyük bir devlet kurarak, tarihin en büyük imparatorluklarından birini meydana getirmişler ve tam 600 yıl saltanat sürmüşlerdir.
Osmanlı İmparatorluğun yıkılıp yerine 29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal ve etnik yapısı büyük oranda Türklerden meydana geliyordu. Cumhuriyet döneminde ülkedeki yabancı azınlıklar Osmanlı dönemindeki kadar çok değildi. Anadolu topraklarını yurt edinen Türkler yüzyıllar boyunca dil, gelenek, görenek, giyim kuşam kültürlerini ve yaşam biçimlerini Orta Asya’dan getirdikleri biçimiyle korumaya özen göstermişlerdir. Avrupa ülkeleriyle ve komşu ülkelerle ilişkilerin artması kültür, yaşam biçimi ve giyim kuşamda değişimlere yol açmış, özellikle Tanzimatla başlayan bu etki Cumhuriyetle kendini daha fazla göstermeye başlamıştır. Günümüzde ise geleneksel giyim biçimleri yalnız kırsal kesimde ve köylerde varlığını sürdürmektedir.
Milletlerin hayatında geçerli olan ve gelenek hâlinde devam eden her türlü duygu, düşünce, inanç, sanat ve hayat tarzının tamamına “kültür”, bunun tarihi seyri içinde ele alınıp incelenmesine de “kültür tarihi” adı verilir. Bu tanımdan hareketle Türk kültür tarihinin Türk boy ve budunlarının tarih sahnesine çıkışlarından günümüze kadar devam eden geniş bir zaman ve mekândaki faaliyetlerini kapsadığını söyleyebiliriz.
Türk milletini bir arada tutan millî kültürü yani Türk kültürü, Türklerin göçüp yerleştikleri, devlet kurup egemen oldukları tüm coğrafyalarda varlık göstermiştir. Türkler, kendi ihtiyaçlarını karşılayan bir kültür yaratmışlar ve bu kültürü, dünya coğrafyasına ve dağıldıkları her yere taşımışlardır. Coğrafi konumu nedeniyle tarih boyunca Asya, Avrupa, Afrika, Mısır ve Mezopotamya kültür yollarının kesiştiği bir merkez konumundaki Anadolu’nun kültür yapısının oluşmasında Türkler büyük rol oynamıştır. Orta Asya’dan Anadolu'ya 9. yy.dan başlayarak küçük gruplar, 11. yy.dan itibaren de büyük kitleler hâlinde gelmeye başlayan Oğuz ve Türkmen boyları, Anadolu’nun bugünkü kültürel yapısını oluşturmaya başlamıştır. Anadolu, pek çok küçüklü büyüklü medeniyetleri ve onların kültürel yapılarını içinde barındırmıştır. Sümer, Hitit, Asur, Frig, Ligya, Roma, Bizans kültürünü de barındıran Anadolu’nun, bu kültür zenginliğini kesin çizgilerle birbirinden ayırmak olanaklı değildir. Anadolu coğrafyasında iç içe yaşayan kültürel zenginliğe sahip olan ulus sayısı çok azdır.
Orta Asya’dan göç eden Türk kavimleri hariç diğer Türk topluluklarında kültür ve medeniyet gelişerek, fakat bir bütünlük içinde İslamî döneme kadar birbirinin devamı niteliğinde
gelmiştir. Nitekim Doğu’ya Mançurya ve Kore’ye giden Türk kavimleri kültür ve sanat tarihine yenilikler getirdiler. Burada maden işleri ve duvar resimleri ile kendini gösteren bir sanat ortaya çıkardılar. Avrupa’ya giden Türk kavimleri ise gerek diğer Türk kavimleriyle birleşmeleri ve gerekse gittikleri yerlerde başka boylarla karışmaları ve Bizans’ın etkisiyle farklı bir sanat anlayışına imza attılar. Türkler farklı dinlere mensup milletlerin etkisiyle, Şamanizm, Budizm, Maniheizm, Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık gibi farklı dinleri kabul ettiler. Bu suretle de faklı kültür yapıları olarak tapınaklar, mezarlar, balballar ve abideler ortaya koydular. İşte Türk medeniyetinin dini yapılanma ile ortaya çıkan sanatı; biri Müslüman olmayan Türklerin sanatı, diğeri de Müslüman Türklerin sanatı olarak iki ayrı sanat anlayışını ortaya çıkarmıştır.
Nitekim X. ile XI-XII. yüzyılların ilk devre Müslüman Türk sanatı, aynı devirdeki Türk Budist sanatı ile büyük yakınlık gösterir. Eski Türk şehirlerindeki “Buyan”lar, tekke, medrese, mescit ve külliyeye, “Stûpa”lar türbeye çevrilmişti. Müslüman olmayan Türk hakanlarının ongunlarındaki “kartal ve arslan” motifleri Karahanlı devrinde İslamî sanata girmişti. Bu motifler Arapça ibareler ile birlikte karıştırılarak İslam sanatı içinde yer aldı. Hayvan şekilleri, zamanla geometrik veya bitki türü motiflere benzetildi. Karahanlı devletinin sanatı, geçmiş Türk medeniyetinin temellerine dayanarak, kendine has bir İslamî üslûpla birlikte daha sonraki devirlerdeki Müslüman Türk devletlerinin sanat anlayışına zemin hazırladı. Gerçekten de geçmiş Türk medeniyeti üzerinde yükselen ve son derece gelişmiş bir medeniyet kuran Selçuklu ve Harezmşahlar gibi Müslüman Türk devletlerine bakıldığında, bu devir sanatlarına kadar uzanan kökleri olduğu görülmektedir.
İslamî Türk sanatının en gelişmiş olduğu dönem ise İslam ve Türk dünyasını birleştiren Osmanlı Devleti zamanında olmuştur. Özellikle medrese, külliye, cami, türbe ve bu yapılar üzerindeki hat sanatı, Türk İslam sanatının şaheserleri olarak görülmektedir. İslamiyetle birlikte gerek devlet hayatında gerekse siyasi ve sosyal hayatta, tıpkı İslam öncesi dönemdeki gibi dini etkiler ön plana çıkmış ve her dönemde olduğu gibi sanata da yansımıştır. Çini, hat sanatı, müzehhiblik gibi geleneksel sanat dallarında paha biçilmez eserler ortaya konulmuştur. Bu gelişmiş sanat anlayışı, İslamiyet öncesinde -bazı diplomatik kayıtlar, Orhun Yazıtları, Köl Tigin ve Bilge Kağan Bengü taşları ile halk destanları haricinde- daha çok sözlü kültüre sahip olan Türklerin yazılı kültürde de önemli bir mesafe kaydetmelerini sağlamıştır.
Günümüzde Türk Dünyası olarak tanımlanan, Türk Cumhuriyet ve Topluluklarını içine alan Türk milleti, diğer milletlerden farklı biçimde tarih, dil, din, coğrafya ve siyasi birliğin etrafındaki büyük bir ailedir. Anayurt Orta Asya’dan itibaren dünya coğrafyası üzerinde geniş bir alana yayılmış olarak yaşayan Türklerin, kültürü de tarih ve coğrafyanın koşullarına göre çeşitlilik kazanarak günümüze kadar ulaşabilmiştir. İşte millî varlığımızın temellerini meydana getiren medeniyetimiz, yurt tutulan Anadolu coğrafyasındaki kültürlerle bir arada bulunmasından dolayı bu kültürlerle karşılıklı etkileşim içindeydi. Bu yüzden bir kültür mozayiğini değil, bir kültür alaşımını temsil ediyordu.
Türk kültürünün zenginliği, kuşkusuz yaşanılan coğrafyalardan ve yaşanılan büyük tarihsel olaylardan kaynaklanmaktadır. Doğup büyüdüğümüz coğrafyada, bize değerlerimizin çoğunu öğreten, yaşatan kültürümüz, aynı zamanda kişisel kimliğimizin bir parçasıdır. İşte kültürel kimliğimizi yansıtan giyim-kuşam alışkanlıklarımız, tarih boyunca durağan olmayan ve zamana uyum sağlayan gelişim göstermiştir. Yüzyıllar boyunca aynı geleneksel çizgiyi koruyan Türk giyimi, Türk yaşam şeklinin, kültür ve felsefesinin bir yansımasıdır. Türk toplumunun giyim kültürü, Türk düşünce ve yaşam tarzına bağlı bir gelişme seyri gösterir. Atlı göçebe yaşamı sürdüren atalarımızın zorlu doğa koşullarına uyum sağlamak için yarattığı giysi ve başlıklar zamanla tüm dünya uluslarına örnek olmuş, birçok ülkede benimsenmiştir. Ata binen göçebe
Türkler, hareket serbestliği sağlayan pantolonu tasarlayarak tarihin en gelişmiş aşamasını kaydederler. Bozkırın tipik elbisesi olan ceket-pantolon biçimindeki bu dikişli giysi, ata binen tüm Orta Asya milletlerince benimsenmiştir. Çin toplumu, pantolonu ilk kez Orta Asya Türklerinde görüp kullanmaya başlar. Türk süvari giysisi olan ceket, pantolon, Hun başlığı ve çizme, atlı birlikler aracılığıyla Çin’e girer. Montandon, kalpağın İranlılara Türklerden geçtiğini, çizmenin de Çin’e ve Avrupa uygarlığına Orta Asya Türklerinden geçtiğini kaydetmektedir. Bugünkü modern giyimin ilk tipi olan Türk bozkır giyim tarzı, Çin’de M.Ö. 4. yy.dan, Avrupa’da M.S. 5. yy.dan, Bizans’ta 6. yy.dan itibaren Türklerden dünyaya yayılmıştır.
Tarih içinde giyim kültürü incelendiğinde her toplumun yaşadığı coğrafya, yaşam biçimi, günlük uğraşları, değerleri, giyilen giysilerin biçim ve çeşidini bunlara ek olarak takı-aksesuar ve makyaj biçimlerini etkilediği görülmüştür. Anadolu’da kadınların başlığa sargı sarıp bağlaması evlilik işareti idi. “Başını bağlama” anlamının buradan geldiği kabul edilmektedir.
Coğrafi konumu nedeniyle tarih boyunca Asya, Avrupa, Afrika, Mısır ve Mezopotamya kültür yollarının kesiştiği bir merkez olan Anadolu, Orta Asya’dan 9. yüzyıldan itibaren gelmeye başlayan Oğuz, Türkmen boylarının yurt tuttuğu topraklardır. Oğuzların bugünkü kültürel temellerini 9. yy.da attığı Anadolu kültüründe egemen kültür Türk kültürüdür. Toplumların giyim kuşam kültürleri, bu kültürün taşıdığı toplumların değer yargıları, inançları, töreleri, gelenek ve görenekleri, ekonomik yapıları, estetik ve sanatsal özellikleri vs. hakkında bilgi verir. Giyim kuşam kültürü obje, renk ve biçimin oluşturduğu karmaşık bir yapıya sahiptir
Giyim kuşamlar bütün özellikleriyle bir kültür ve sanat olayıdır. Anadolu insanının, manevi dünyasını yansıtan biçim ve motiflerle bezeli giyimler, aynı zamanda onların törelerine bağlı kalmalarına da yardım etmiştir. Orta Asya’dan gelip Anadolu’yu yurt tutan Türklerin giyim kuşam geleneği Anadolu yerli giyim kuşam geleneğiyle yoğrularak şekillenmiştir. Anadolu Türk giyim kuşam geleneği, malzemesi, biçimi ve bezemesiyle Türk halk kültürünün zengin kaynaklarından biridir.
Türklerin giyim kültürü de tarih boyunca değişmeler kaydetmiştir. Orta Asya göçebe Türk toplumunda kadın ve erkek benzer giysileri giyerdi. Türkler Anadolu’ya ayak bastıktan sonra da geleneksel giyim biçimlerini devam ettirmişler; ancak karşılıklı kültür alış verişiyle yeni coğrafyada hem etkilenmişler hem de etkilemişlerdir. Orta Asya Türk giyim geleneğini tüm özellikleriyle sürdürüp gelecek kuşaklara aktaranlar ise Anadolu Selçuklularıdır. Türklerin Orta Asya’da kullanmakta oldukları ve Anadolu’ya göç ettikten sonra da kullandıkları deri ve astragan başlıklar Haçlı Seferleri ile Avrupa’ya taşınarak yayılmıştır. Öte yandan Orta Asya step toplumunun geliştirdiği pantolon da Türklerin Avrupa’ya taşıdığı bir giysi olarak bilinir.
Atlı göçebe giyimi olan Türkmen giyimi; pantolon nedeniyle ata rahat binmeyi, bir yerden başka bir yere uzun yürüyüşlerle göçleri kolaylaştıran bir giyim tarzıdır. Evde, tarlada, dağda, ovada rahat çalışmayı, doğa koşullarına karşı korunma olanağını sağlayan bu Türk giyim biçimini her kuşak kendinden önceki kuşağı izleyerek günümüze taşır.
Türk giyim kuşam kültürü kalitesi, motif zenginliği, canlılık ve zerafeti ile Anadolu insanının yaşam biçimini ve dünya görüşünü büyük ölçüde yansıtır. Giyim-kuşam anlayışında zamana göre değişim olabilir. Bu değişim, malzemede, işçilikte ve yaşanan günün modalarından etkilenmede gözlemlenmektedir.
İnsanın giyinme isteği ve arzusu tarih süresi içinde çeşitli değişiklikler göstermiştir ve her devirde değişime uğramıştır. Bu değişiklik daima sosyal hayatın değişmesiyle paralel olarak gelişmiş ve değişmiştir. Düğüne, bayram yerine, devlet dairesine giden bir insanın giyimiyle günlük ve iş giyimi arasında farklılıklar vardır. Türk insanı özel günlerde giydiği giysinin adına “ellik”; çalışırken, günlük giydikleri giyimlere de “günlük” demiştir.
Türk düşünce ve hayat tarzına bağlı olarak şekillenen Türk giyimi, kadın başlık ve başörtüleri zamanla yüksek ve sanatsal bir düzeye ulaşmış, gündelik kullanıma göre zenginlik kazanıp, estetik ve kalıcı bir değer oluşturmuştur. Türk el sanatlarında en güzel eserlerin verildiği yer hâlâ günümüze ulaşan örnekleriyle Anadolu coğrafyasıdır. Türk el sanatlarından olan yazmacılık sanatının bugün elimizde kalan örnekleri, Osmanlı İmparatorluğu döneminin XVI., XVII., XVIII. ve XIX. yüzyıllarına ait örnekleridir. Anadolu’da hâlen devam eden yazmacılık sanatında açık ve hareketli hayvan figürlerine, özellikle geyik figürleri ile meydana gelmiş
kompozisyonlara çoğunlukla rastlanmaktadır. Orta Asya’dan Anadolu’ya, günümüze kadar devam edegelen bu hayvan üslûbunun halk sanatının bir kolu olan yazmacılıkta görüldüğü gibi, ayrıca halk edebiyatına da konu olduğu bilinmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde kadın ve erkekler, toplumsal statülerine ve dinlerine göre giyinmekteydiler. Üç kıtaya yayılmış olan imparatorluk sınırları içindeki halklar kendi yaşam biçimlerini ve giyim tarzlarını sürdürmeye devam etmişlerdir.
Yüzyıllardır Türk kadınının evli, bekâr ya da dul oluşunu belirleyen ve bir anlamda çevreyle iletişimi sağlayan başörtü ve başlıklar, evde, tarlada çalışma sırasında, çarşı pazarda, düğün, gezme ve günlük yaşamda kullanma şekilleriyle olağanüstü zenginlik oluşturur. Diyebiliriz ki kadınların örtünme biçimlerinin ve süslerinin renk, model ve kumaş zenginliğinin oluşmasında yaşamlarındaki zaman ve mekânlar belirleyici ögedir. Göçebe Türklerin tarlada doğa şartları içinde çalışan kadınlarının soğuk, sıcak, yağış gibi koşullara uyum sağlamak amacıyla ihtiyaç duyduğu başörtüsü, zamanla dinî, sosyal, siyasi içeriklere bürünerek günümüzdeki çeşitliliği ve zenginliği meydana getirir. Düğünde geleneksel baş bağlama biçimi ile süslenen gelinle, sokakta geleneksel başörtüsüyle gezen genç kız, evli ya da dul kadın, örtünme biçimini açısından kuşkusuz birbirinden farklıdır. Evli kadın, dul kadın, genç kız ve nişanlı kızın başörtüleri ve baş süslemeleri, onların sosyal konumları ve ekonomik düzeylerini yansıtır. Sadece geleneksel yaşam biçimlerinde görülen bu farklar günümüzde ortadan kalmış olmakla birlikte yerini, fakir, orta halli ve zengin kadın başörtü ve eşarplarına bırakmıştır.
Nevin Balta’nın Alter Yayıncılık tarafından basılan Anadolu Kadın Başlıkları adlı eseri, yüzyıllardır devam edegelen giyim kuşam kültürümüzün toplumun siyasi ve sosyal yaşamını yansıttığı gibi kadının da sosyal statüsü ve ekonomik gücü hakkında çevresine bilgi verdiğini gözler önüne sermektedir. Giyim-kuşam kültürünün hangi koşullar altında meydana geldiği ve günümüze kadar ne tür değişimler geçirdiği hakkında ayrıntılı bilgiyi bu eserde bulabilirsiniz.
Kitabın beşinci bölümünde ise kadın başlık ve başörtülerine ilişkin tüm terimlerin açıklandığı bir “Sözlük” bölümü yer almaktadır. Eser, bu yönüyle yüzyıllardır âdeta canlı gibi yaşayan ve günümüze kadar gelen giyim-kuşam kültürümüze ait tüm adlandırmalar ve kavramlar hakkında bilgi vermektedir.
|