Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşında yenilmişti. Ülkeyi savaşa sürükleyenler yurt dışına kaçmış, galip devletlerle şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. İtilaf Devletleri Mondros Mütarekesi’nin şartlarını bahane ederek Türk topraklarını işgal etmek istiyordu. Düşman devletlerin donanmaları Dolmabahçe Sarayı önünde demirlemiş ve top namluları saraya çevrilmişti. Türk Orduları dağıtılıyor, ordunun her türlü silah ve teçhizatı işgalcilere teslim ediliyordu. Her gün vatan topraklarının bir parçası işgal ediliyordu. Devlet otoritesi çökmüş durumdaydı. Savunmasız kalan Türk Milleti azınlık çetelerinin ve işgal ordularının saldırısı ile karşı karşıyaydı. Hükûmet’in başında İngiliz yanlısı Damat Ferit Paşa vardı. 2. Abdülhamit’in Mecnun diye tanımladığı kişi Sadrazam olmuştu. Hükûmet ateşkes anlaşmasının bozulmaması gerekçesi ile işgalcilerin her dediğini yapıyordu. Millet kaderine terk edilmiş durumdaydı. İşgalciler yurdun dört bir yanında vatanseverleri, halk önderlerini tutukluyorlardı. Gazeteler işgalcilerin sansürüne tabi tutuluyordu.
İzmir 15 Mayıs 1919’da Yunan Ordusunca işgal edilmiş ve 48 saat içinde 2000 Türk öldürülmüştü. İzmirli aydınlar Feryat Name adlı telgraflarla İzmir’de olanları Türk milletine duyurmaya çalışıyordu. Türk vatanseverleri işgali protesto mitingleri düzenliyordu. Müdafa-i Hukuk örgütleri kuruluyor, Kuva-i Millîye adlı silahlı direniş birlikleri oluşturuluyordu. Padişah ise “Bağıralım, çağıralım, fakat elimizi kaldırmayalım” diyordu. Hükûmet’in vatan ve milletin esenliği için gerekenleri yaptığı yönünde bildiri yayınlanıyordu. Harbiye Nazırı, İngiliz işgal kuvvetleri komutanın Suriye’den İstanbul’a gelişinde törenle karşılanması için Genelkurmay başkanına emir veriyordu.
Yukarıda özetlediğimi tablo içinde kan ağlayan vatan için düşünülen kurtuluş çareleri ise İngiliz Mandasına girmek, ABD Mandasına girmek ve bölgesel ayrılık çareleriydi.
İşte Mustafa Kemal Paşa böyle bir ortamda harekete geçti. İstanbul’da milletin kurtuluşu için bir şey yapılamayacağını gördü. Anadolu’ya geçmeye karar verdi. Amacı; kayıtsız şartsız bağımsız, millî egemenliğe dayanan yeni bir Türk devleti kurmaktı. Mustafa Kemal Paşa, Türk Milleti için iki bayrak yükseltmeye karar verdi. Millî egemenlik ve millî bağımsızlık bayrakları.
Bölgemizin ve ülkemizin içinde bulunduğu durumu kısaca özetleyerek 19 Mayıs 1919’da içinde bulunduğumuz koşulların, bugünkü koşullarla benzerlikler gösterdiğini göstermeye çalışacağız.
2011 yılı, Ortadoğu siyasetinde halkın sokaklara inip yeni bir toplumsal mutabakat, demokratik zeminde bir siyaset ve sosyal adalet özlemine dair taleplerini dile getirdiği, bölgedeki rejimleri ve bölgesel siyaseti belirlemeye çalışan küresel aktörleri sarstığı bir yıl oldu. 2010 yılının son haftalarında Tunus’ta başlayan halk ayaklanmaları, Mısır,Cezayir, Fas, Libya, Ürdün, Suriye, Bahreyn ve Yemen gibi Arap coğrafyasının farklı devletlerine hızla yayıldı.
Arap Baharı; Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Ürdün ve Fas gibi devletlerde kısa sürede sonuçlanmıştı. Ancak bu durum Suriye için geçerli değildi. Beş yılı aşkın süredir ne muhalifler ve halk ne de Essad yönetimi açısından somut bir sonuca ulaşılmıştır. Sürenin uzaması hem Suriye halkı için sıkıntının devam etmesi hem de bölgede siyasi ve sosyo-ekonomik kaosun etkin olması anlamına gelmektedir.
Suriye’de yaşananlara en başından beri müdahil olan ABD, Rusya ve Türkiye’nin tutumları, bölgenin geleceği açısından önem taşımaktadır. ABD, Essad yönetiminin derhal gitmesini isterken; Rusya, iç sorun olarak görülmesini ve müdahale edilmemesini vurguluyor. Türkiye ise iki ucu keskin bir bıçak misali yaşananların çözümü için politik davranmaya çalışıyor.
Görüleceği üzere Suriye sorunu, ABD açısından çözümlenmesi gereken öncelikli bir konu değil. Çünkü ABD için asıl önemli konular; İran, Hürmüz Boğazı ve İsrail’in güvenliğidir. Ancak yinede Suriye üzerinden Rusya’nın bölgede hâkim olabileceği düşüncesine karşı huzursuzluk duymaktadır. Bu nedenle bölgede varlığını sürekli hissettirmek istediği için Suriye konusunda etkin olmaktadır.
Suriye sorununun çözümünde ön planda olmak istemeyen ABD, bunu AB, Arap Birliği ve özellikle Türkiye üzerinden yapmak istiyor. Son bir yıldır güney illerimizde ve Suriye’nin kuzeyinde yaşananlar ve Türkiye’ye yönelik gün geçtikçe artan PKK, PYD ve DAEŞ eylemleri Türkiye’nin daha da zor durumda bırakılacağını göstermektedir.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, Saddam sonrası ortaya çıkan karışıklığı fırsat bilen PKK, Kuzey Irak topraklarına yerleşti. Essad sonrası ortaya çıkan karışıklığı fırsat bilen PKK, ve onun Suriye uzantısı PYD, Kuzey Suriye topraklarına yerleştirilmektedir. Bu konuda müttefik devletlerin faaliyet içinde bulundukları ve bu terör örgütlerine silah yardımları bilinmektedir.
İşte yukarıda özetlediğimiz 19 Mayıs 1919 koşulları ile 19 Mayıs 2016 koşullarını karşılaştırmayı okuyucularımıza bırakıyoruz. Elbette 19 Mayıs 1919 işgal koşulları yoktur ama provaları vardır. Türkiye’nin bütünlüğüne kast edenler ise hiç değişmemiş görünmektedir. ABD, AB’nin bölgedeki terör örgütlerine destekleri ise sürmektedir.
Ülkemizin 19 Mayıs 1919’daki kara günlere asla dönmemesini temenni ediyor ve Atatürk ve silah arkadaşlarını minnet, şükran ve saygı ile anıyoruz. Eğer o kahramanlar olmasaydı Türkiye Cumhuriyeti olmayacaktı. Eğer o kahramanlar olmasaydı Türkiye manda altında bir ülke olacaktı. Eğer o kahramanlar olmasaydı tam bağımsız Türkiye olmayacaktı.Eğer o kahramanlar olmasaydı Millî egemenlik ve millî bağımsızlık bayrakları dalgalanmayacaktı….
Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, silah arkadaşlarının ve Kurtuluş Savaşı’nda şehit düşen tüm Kuvayı Millîye milislerinin ruhları şad olsun!
|