Sosyal bir sistem olan eğitim, politik, ekonomik ve toplumsal sistemlerle etkileşim hâlindedir. Toplumun her alanında, özellikle bilgi, iletişim ve teknoloji araçlarındaki gelişmeler, toplumu etkileyen eğitim sisteminde de hızlı değişimleri zorunlu kılmaktadır.
İnsan üzerinde çalışmayı amaç edinen ve onu onu farklılaştırabilen eğitim kurumlarının en önemli öğesi ise eğitici personel yani öğretmendir. Yeni nesillerin gelişmesini ve şekillenmesini sağlayan öğretmenin iyi bir eğitimden geçmesi gerekir.
Bir ülke, ancak sağlıklı bir eğitim sistemi ile kalkınmanın gerektirdiği sayı ve nitelikte insan gücünü yetiştirebilir. Kalkınma amacı, her ülke için vazgeçilmez bir hedef olduğuna göre, bu süreçte rol alacak insanın eğitilmesi ise ancak öğretmenlerin çabası ile mümkündür. Çünkü ekonomik, sosyal ve teknolojik alanlardaki hızlı değişime uyum sağlamak için, yeterli nicelik ve nitelikte insan gücüne ihtiyaç vardır.
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren birçok değişim geçiren öğretmen yetiştirme ve eğitim sistemindeki değişmelerin nedenlerinin araştırılması elbette ki araştırmacıların el atacağı bir konudur. İlk ve orta dereceli okullardaki eğitim sisteminin ve nitelikli öğretmen yetiştirilmesi konusunun toplumu yakından ilgilendirdiği kanatindeyiz. Geleceğimizi emanet ettiğimiz öğretmen ve öğrencilerimizi ilgilendiren ve her iki grubunda yetiştirilmesini öngören eğitim sistemini sorgulamak amacında değiliz. Sadece öğretmen ve öğrencilerimizin yetiştirilmesinde gelinen aşamayı kısaca belirtmek istiyoruz.
Türkiye’de ilk öğretmen okulunun açılışından itibaren geçen 165 yıllık öğretmen yetiştirme sisteminde meydana gelen değişiklikleri şöyle sıralayabiliriz.
1839’da Tanzimat’la başlayan batılılaşma hareketi en çok eğitime ihtiyaç gösteriyordu. Çünkü çeşitli alanlarda düşünülen köklü değişimle Türk toplumuna getirilecek yeni dünya görüşü ancak eğitim yoluyla sağlanabilirdi. Ancak dinsel kaynaklardan beslenen mevcut sistem bu işi gerçekleştirmekten çok uzaktı. Bu bakımdan eğitime; araştırıcı ve akılcı bir anlayışın kazandırılması, açılacak ve çağdaş eğitim yapacak batı modeli okullara, bu anlayışta öğretmen yetiştirilmesi gerekiyordu. 16 Mart 1848’de açılan Dârülmuallimîn bu amaçla kuruldu.
Dârülmuallimîn zaman içinde geliştirilerek, bünyesinde ilk, orta ve liselere öğretmen yetiştiren kısımları da içine alan “Dârülmuallimîn-i Âliye” adlı kuruma dönüşmüş, 1891 yılında bu kurumun içinde yer alan ‘Âli’ kısmı bugünkü lise düzeyindeki okullar olan idadilere öğretmen yetiştiren bir yüksek okul haline getirilmiştir. Yüksek Öğretmen Okullarının asıl çekirdeği olan bu kurum, Cumhuriyete kadar sık sık yapı değiştirmiş ve 1915 yılında şekillenen yapısıyla Cumhuriyete devrolmuştur.
Cumhuriyetten önceki yapısı ile devralınan Dârülmuallimin-i Âliye’nin durumu, Cumhuriyet henüz kurulmadan, 15 Temmuz 1923 tarihinde toplanan Birinci Heyet-i İlmiye (Bilim Kurulu) toplantısında ele alınmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan bu çalışmalarla, “Yüksek Muallim Mektebi” adını alan okul, “Ecole Normale Superieure” adlı Fransız Yüksek Öğretmen Okulu’nu kendine model olarak almıştır.
16 Ağustos 1934 tarihinde, Yüksek Muallim Mektebi’nin, Cumhuriyet dönemindeki yapılanması başlangıç düşünülerek onuncu kuruluş yıl dönümü kutlanmıştır. Bu tarihte okul Yüksek Öğretmen Okulu olarak isimlendirilmiş, birkaç yıl daha eski adıyla anılmıştır.
Giderek gelişen ve yıldızı parlayan Yüksek Öğretmen Okulu, 1946 yılında kötü bir gelişme ile yüz yüze gelir. 12 Haziran 1946 tarihinde çıkarılan üniversiteler yasası, öğretim üyelerinin dışarıda görev almasını yasaklamıştır. Bu gelişme, Yüksek Öğretmen Okulu için bir dönem noktası olmuştur. Çünkü bu yasa ile, okulda eğitimin niteliğinin artmasında önemli rolü bulunan müzakereci akademik kadronun okulla ilişkisi kesilmiştir. Okul, bu gelişmenin ardından bir öğrenci yurduna dönüşme sürecine girmiştir. Gelişen olumsuzluklar 1949-1950 yılı başında okulun kapatılmasına kadar uzanır. Okul, 2 yıl sonra, 1 Mart 1951’de, tarihi ve görkemli bir mekânn olan Çapa’daki binada eğitime yeniden başlar.
1950’li yılların ortalarında ülke genelinde 42 öğretmen okulu bulunmaktadır. 1950’li yılların sonlarında bu sayı 52’ye yükselmiştir. 1958-1959 döneminde 52 ilköğretmen okulunda, % 75’i köy çocuğu olmak üzere 19.835 öğrenci bulunmaktaydı.
3-7-1959 tarih ve 209 Sayılı Talim Terbiye Kurulu Kararı ile Ankara Yüksek Öğretmen Okulu fiilen açılır. Ankara Yüksek Öğretmen Okulundaki başarılı uygulama, 116 yılı aşan bir geçmişi olan İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunu da yeni öğrenci kaynağına yöneltir. Okul, ilk kez 1964- 65 öğretim yılında yeni modelle öğrenci almaya başlar. Aynı yıl İzmir Yüksek Öğretmen Okulunun da açılmasıyla Yüksek Öğretmen Okulları sayısı üçe çıkar.
1975-1976 yılından itibaren Yüksek Öğretmen Okulları, üniversite sınavını kazanan lise mezunları arasından sınavla öğrenci almaya başlar. Öğretmenlik mesleğinin çekiciliğinin 1960’lı yıllardan çok gerilerde olması, üniversiteye giren öğrencilerin mesleğe son tercihlerde yer vermeye başlaması ve öğretmen liselerinde öğretmenlik motivasyonunun yerini başka mesleklere bırakması nedeniyle Yüksek Öğretmen Okulları için artık nitelikli öğrenci bulmak zorlaşmıştır.
Yüksek Öğretmen Okulları nihayet beklenen sona gelmiştir. Millî Eğitim Bakanlığı, 3 kişilik müfettişler kurulunun, 31 Mayıs 1978 tarihli ve 85.22.11 sayılı raporundaki talebe uyarak, 18 Temmuz 1978 tarih ve 405.1.37 sayılı kararı ile Yüksek Öğretmen Okullarını kapatır.
Yüksek Öğretmen Okulları hizmet verdiği dönemlerde ülkeye saygın eğitimciler yetiştirmiştir. Ulaşılan belgelere göre mezunların sayısı 6.177 dir. Bunların 1200 kadarı lise çıkışlı, 5000’e yakını ilköğretmen okulu kökenlidir. Mezunlar arasından; biri Başbakan, üçü Millî Eğitim Bakanı olmak üzere 24 parlamenter çıkmıştır.
Üniversitelerde bu güne kadar, 350’ye yakını Profesör olmak üzere 600’e yakın Yüksek Öğretmenli akademisyen görev almıştır. Bunlar arasından; 2’si rektör 45’i dekan olmak üzere üst düzeyde yönetici çıkmıştır. Böylece Yüksek Öğretmen Okulları, asıl işlevleri olan lise öğretmeni yetiştirmenin yanında üniversitelerin öğretim üyesi kaynağı da olmuşlardır.
Yüksek Öğretmen Okullarının bir model olarak başarısı, yalnız yetiştirdikleri bilim, siyaset ve sanat adamları ile değil ortaöğretimde görev alan mezunlarının niteliklerinden kaynaklanmaktaydı.
Yükseköğretim, 1981 yılında çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile önemli sayısal ve yapısal gelişmeler göstermiş, bütünleştirici bir yasa olan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Örgütüne bağlı yükseköğretim dışındaki tüm yükseköğretim kurumlarını üniversiteler çatısı altında toplamıştır. Böylece öğretmen yetiştiren kurumların tümü üniversiteler bünyesine alınmıştır.
YÖK Yürütme Kurulu’nun, Kasım 1997 tarihinde aldığı bir kararla, öğretmen yetiştirme sistemine getirdiği yeni düzenlemelerin, öğretmen yetiştirme sistemindeki son değişiklik olduğu biliniyor.
Ülkemizde geçmişten günümüze öğretmen yetiştirme sisteminde yapılan değişimlerin başta gelen nedeni öğretmen açığıdır. Millî Eğitim Bakanlığımızın önemli görevlerinden birisi de değişen ve gelişen modern üretim tarzları ve metotlarına cevap verecek biçimde eğitim sistemlerini yenilemek ve bu sitem için nitelikli ve sayıca ihtiyacı karşılayabilecek öğretmeni yetiştirmektir. Oysa günümüzde Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK arasında, öğretmen yetiştirme konusundaki koordinasyon eksikliği yaşanan problemlerin önemli bir kaynağıdır. Plansızlık yüzünden öğretmen yetiştiren kurumlar yeterli mezun verememiş ve büyük bir öğretmen açığı ortaya çıkmış, özellikle 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimin de yürürlüğe girmesiyle bu açık daha da artmıştır. Millî Eğitim Bakanlığı, bu açığı kapatmak için öğretmenlik formasyonu olan olmayan çeşitli fakülte mezunlarını öğretmenliğe atamaya başlamıştır. Öğretmen ihtiyacının yüksek boyutlarda olması, bu durumun süreceğinin belirtisidir. Pedagojik yönden uygun olmayan bu durum, öğretmen yetiştiren bölümlerin sayısının ve kontenjanlarının, MEB’in öngördüğü öğretmen ihtiyacını karşılayacak düzeye getirilmesiyle önlenebilir. Bunun için de öğretmen yetiştiren kurumlarda yapısal değişimlere gitmek gerekir.
Öğretmen yetiştirilmesi konusunu bir tarafa bırakıp ilk ve orta dereceli okullara öğrenci etiştirilmesi ile ilgili sisteme kısaca baktığımızda; 2012-2013 eğitim öğretim yılında uygulanmaya başlanan 6287 sayılı yasaya yönelik, okul yöneticilerinin bakış açıları üzerine yapılan anket çalışması dikkat çekici sonuçlar ortaya koymaktadır. 4+4+4 uygulamasına ilişkin okul yöneticilerin ortak görüşü aşağıda yer almaktadır :
4+4+4 uygulaması ile bizce hedeflenen, eğitimde 12 yıllık bir zorunlu eğitim oluşturmak, farklı yaş gruplarını birbirinden ayırmak ve bağımsız okullarda başarıyı artırmaktır. Öğrencilerin “yaş seviyelerinin gerektirdiği eğitimi almaları”nın amaç olarak belirlenmesi gerekirken küçük yaştaki öğrenci ile büyük yaştaki öğrencinin aynı öğretim mekânını paylaşmasının pedagojik yanlışlığı ortadan kaldırılmamıştır. Bu da sisiteme ilişkin olarak “fiziksel düzenlemelerin yapılmayışı” eleştirilerine yol açmıştır. Bu uygulamada aynı seviyede olmayan çocukların, sosyal ve fiziksel ortam eşitliğini sağlamak konusunda yeterli önlemelerin alınmadığı görülmektedir.
Söz konusu ankette, “4+4+4 uygulaması öğretmenler tarafından ne ölçüde özümsendi?” sorusuna okul yöneticileri şu yanıtı vermiştir :
“Her zaman olduğu gibi büyük bir özveri ile çalışan öğretmenlerimizin olağanüstü performansı dikkat çekmektedir.Onlar devlet adına yapılan işlerde, vatandaş ile devlet arasında iyi niyet ve güzelleştirme köprüsünün neferleridirler. Bu nedenle sistemin iyi işlemesi yönünde devletin aldığı karar doğrultusunda canla başla çalışmaktadırlar. Söz konusu uygulama, öğretmenler tarafından benimsenmiş olup, zamanla daha da benimseneceği bilinmektedir. Ancak uygulamanın özümsenmesinin önündeki en büyük engel ise uygulama konusunda öğretmenlerin inceleme ve araştırma yapmak ve bu konuda okumak yerine mentalitesini kabullendiği kişi grup veya siyasileri dinlediklerinde onların düşüncesini savunup körü körüne bağlılık yaşamalarıdır.”
Öte yandan öğretmenlerin 4+4+4 uygulamasını özümsemesini üç başlık altında toplayan okul yöneticileri, görüşlerini özetle şu sözlerle dile getiriyorlar :
“Öğretmen görüşü alınmadığından dolayı öğretmen bu sistemi uygulamaya mecburdur, öğretmenler okula başlama yaşının 72 ay olmasını istemektedir, norm fazlası duruma düşmek ve yer değişikliği öğretmenin huzurunu bozuyor.”
İnsanı temel alan eğitim sisteminin toplumdaki değişmelerden etkilendiği ve bu değişmelere göre kendini yeniden düzenlemek durumunda olduğu unutulmamalıdır. Toplumdaki diğer sistemleri etkileme özelliğine sahip olan eğitim kurumlarının, toplumun yenileşmesine öncülük edeceği de akıldan çıkarılmamalıdır” diyerek, toplumun ağır işçileri olan değerli öğretmenlerimizin önünde saygı ile eğilmeyi bir borç biliyoruz.
Kaynakça
- Yrd.Doç.Dr. H.Hüseyin Aksoy, Öğretmen Yetiştirme, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Yönetimi Teftişi Planlaması ve Ekonomisi Anabilim DalıDoktora Tezi, 0cak, 2004.
- Prof. Dr. İsa EŞME, Yüksek Öğretmen Okulları, Milli Eğitim Dergisi, Sayı : 160, Güz 2003.
- Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi, Cilt:2 Sayı:2, Mayıs 2013.
|