31 Mart Vakası, tarihimizde II. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'da yönetime karşı yapılmış bir büyük ayaklanma olarak bilinmektedir. Rumi Takvim'e göre 31 Mart 1325'te (13 Nisan 1909) başladığı için bu adla anılmıştır.
Balkan ülkelerindeki Hristiyan nüfusun Vatikan ile işbirliği yapması üzerine Abdülhamit bir İslam Halifesi olarak İslamı güçlendirmeye çalışıyordu. Hristiyan Avrupa’nın etki altına aldığı Balkan ülkeleri, Hristiyan Avrupa’nın emperyalizmi ve Yahudilerin dünya hegemonyası planları tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Osmanlı başkenti İstanbul’u bu tehlikeler altında ayakta tutmanın çok zor olduğu bir ortamda siyonizme karşı çıkan Abdülhamit, Arap dünyasında yeniden bir güç oluşturmaya başlamıştı. Balkan Yahudilerinin siyonizme doğru kayması üzerine Abdülhamit, İslam Halifesi olarak, İslamın yeniden güçlü bir biçimde örgütlenmesini gündeme getiriyor, bu yüzden Osmanlı ülkesinde yaşayan gayrimüslim ve levanten kesimlerin çok büyük tepkilerini çekerek iktidarını tehlikeye atıyordu.
Jeopolitik ve stratejiyi iyi bilen pir padişah olan Abdülhamit dünya kavgasının doğuya doğru kaydığını görüyor ve bu nedenle Balkanların elden çıktığını fark ederek, bütün Asya kıtasına yönelik bir strateji izliyordu. Bu neden küçük Asya topraklarında yatırımlar yapmaya başlamıştı. Berlin-Bağdat Demiryolu projesini bu amaçla devreye sokarken, Alman devletinin gücünü İngiltere, Fransa ve Rus devletlerine karşı kullanmaktaydı.
Balkanlar’daki son Osmanlı merkezi olan Selanik kentinin, Hristiyan ve Yahudi unsurları - ki bunlar Osmanlı devletine karşı unsurlardı - devreye giriyordu. Abdülhamit’in Osmanlı Devletini bütünüyle tam bir İslam devletine dönüştürme ve Panislamizm politikalarına karşı çıkıyorlardı. Selanik kentindeki gayrimüslim unsurların ve batı yanlısı bazı gizli derneklerin öncülüğü ile bir ordu hazırlanarak İstanbul’a gönderilmesi planlanıyordu. İngiliz istihbarat örgütünün öncülüğünde İstanbul’un ortasında İslamcı görünümlü bir ayaklanma devreye konuluyordu.
Özellikle İttihat Terakki Cemiyeti’nin baskıcılığını eleştiren ve düşünce özgürlüğünü savunan Hasan Fehmi Bey’in, 6 Nisan 1909 günü öldürülmesi bardağı taşıran son damla olmuştu. 13 Nisan günü İttihatçıları hedef alan “31 Mart İsyanı” patlak verdi. Zaten yükselen güçlü muhalefetten ürkmüş olan İTC, ayaklanmayı bastırmak bahanesiyle Selanik’ten getirdiği Hareket Ordusu’nu İstanbul’a göndermişti.
Balkan kökenli İttihat ve Terakki yönetimi kendi içindeki gayrimüslim unsurlar yüzünden böylesine bir emperyalist girişime seyirci kalmayı tercih ediyordu. Ancak devletin çöküşünün hızlanması üzerine Abdülhamit’in haklılığı anlaşılınca, İttihatçılar bir ay sonra Abdülhamit’i yeniden tahta geçirmeye çalışıyor ama içeride örgütlenmiş olan Batılı istihbarat servisleri böylesine karşı bir manevraya izin vermeyerek Abdülhamit’i devre dışı bırakıyorlardı.
27 Nisan 1909'da ellerinde Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi’nin fetvası olduğu hâlde Yıldız Sarayı’ndan içeri 4 kişilik bir heyet Osmanlı padişahı ve Müslümanların Halifesi II. Abdulhamid'in hal edildiğini bildirmek üzere giriyordu.
Heyette bulunanlar; Ermeni Aram Efendi, Selanik Mebusu Yahudi Emanuel Karasu Efendi, Mebusan Meclis'inden Draç Mebusu Jandarma Mirlivası (Tuğgeneral) Arnavut Esat Paşa ve Bahriye Feriki (Koramiral) Boşnak Arif Hikmet Paşa idi. Ne hikmetse heyette bir tek Türk bile yoktu.
Sultan’a hal kararını bildiren Esat Paşa'nın, aldığı cevap karşısında yüzü kıpkırmızı kesildi:
Sultan, "İslam'ın halifesi ve Türklerin padişahına hal'ini bildirmek için kurulan heyete şu Yahudi’den başka alınacak insan bulamadınız mı"?
Sultan'ın karşısında görüp hiddetlendiği şahıs, Selanik’teki Makedonya Locasına kayıtlı 33.dereceden bir mason olan Emanuel Karasu Efendi'den başkası değildi. Sultan'ın Karasu Efendi'den nefret etmesinin altında yatan tek sebep onun Yahudi ve Mason olması mıydı acaba? Yoksa Esat Paşa'nın bilmediği başka bir şey mi vardı?
Bu nefret, Teşkilat-ı Mahsusa’nın başkanlarından Hüsamettin Ertürk’ün,Hatıratı’nda yakın arkadaşı Süvari yüzbaşısı Debreli Zinnur’un şahitliğinde anlattığı bir olaya dayanıyordu.
Depreli Zinnur, tahtan indirilip Selanik’e gönderilen Sultan Abdulhamit’in muhafazasına memur olduğu yıllarda, Sultan’ın kendisine şunları anlattığını söyler :
“Bana en çok dokunan bu mason taslağı Yahudi’nin hal’ kararını tebliğ edişi olmuştur.Yıldız’a gelen heyet içinde Emanuel Karasu’yu hiç unutamıyorum.Bu suretle Hilafet makamına hakaret edilmiştir.Yahudilerin Hz. Peygamber (s.a.v) zamanından beri İslam’a ve Hilafet makamına duydukları kin ve nefret cümlenin malumudur.
Ben Osmanlı Tahtı’nda iken, siyonistlik davası için bir gün huzuruma, beynelminel Yahudi teşkilatının kurucusu Teoder Herzl ve hahambaşı gelmişlerdi.Bunları Yıldız Sarayı’na kabul etmiş ve maksatlarını dinlemiştim.Her ikisi,Yahudiler için bir yurt dileğinde idiler.Bunun için Kudüs’ü gösteriyorlardı. Hatta utanmadan O Teoder Herzl :
-Zat-ı haşmetpenahileri’ne arzederim ki, Kudüs için her kaç milyon altın tensip buyurursanız, derhal takdime amadeyim demez mi? Kan beynime sıçramıştı. Düşün ki yüzbaşı Saltanat Makamı’nda iki Yahudi, rüşvet teklifi cesaretinde bulunmuşlardı.
-Terk edin burayı, vatan para ile satılmaz, diye bağırmıştım. İçeriye giren saray görevlilerine her ikisini de dışarı atmalarını söylemiştim. İşte bundan sonra Yahudiler, bana düşman oldular.
Osmanlı İmparatorluğu’nu Orta Doğu bölgesinde yeniden güçlendirmeye yönelmiş olan Abdülhamit, Batı emperyalizmi destekli Osmanlı gayrimüslimleri tarafından devre dışı bırakılmıştı. Böylece gayrimüslim yapılanmaların Osmanlı devleti sonrasında Orta Doğu bölgesinde etkili olmalarının önü açılmıştı. İngiliz Fransız işbirliğine karşı Alman devleti ile ortaklığa giderek Bağdat Demiryolunun yapılmasını örgütleyen Abdülhamit, Bağdat Demiryolu inşaatının bittiği günlerde ve Alman ordusunun tren yolu ile Bağdat’a gelmesini sağlayacağı sırada tahtan indirilmişti.
Abdülhamit sonrası Filistin’e Yahudi göçleri daha da hızlanmış, aynı doğrultuda İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu’daki etki alanları artmıştır. Abdülhamit tahtan indirilmesini Balkan gayrimüslimleri aracılığıyla örgütleyen İngiltere, Abdülhamit sonrasında Anadolu ve Arap yarımadalarında gizli servislerini yoğun bir biçimde çalıştırarak, Anadolu yarımadasında İttihat ve Terakki aracılığıyla Türkçülük akımını, Arap yarımadasında üzerinde ise Arapçılık akımını örgütleyerek, iki yarımadanın gelecekte tamamen ayrılmasına yönelik bir siyasal yapılanmaya doğru yönlendirilmesini sağlamıştır. Arap ülkelerindeki şeyhleri ve aşiretleri Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtarak Arap milliyetçiliğinin öncülüğünü yapan İngiltere, benzer biçimde İttihatçıları da Türkçülük ideolojisine yönlendirerek, Osmanlı toprakları üzerinde İslam birlikteliğini engellemiştir. Böylece Anadolu ve Arap yarımadalarını birbirinden uzaklaştırarak, bölünmüş ve parçalara ayrılmış Orta Doğu coğrafyasında Osmanlı İmparatorluğu sonrasında on ayrı devlete bölmüş, iki yarımada birbirinden uzaklaşırken İngiltere ve Fransa kendi çıkarları doğrultusunda bir harita çizerek, merkezi alanın yeni patronları olmuşlardır. Bu durum 2. Dünya Savaşı’na kadar devam etmiş ama ABD’nin bölgeye süper güç olarak gelmesiyle ve İsrail devletinin kurulması ile birlikte hegemonya ABD-İsrail ikilisinin eline geçmiştir.
Siyonistler devlet kurma projelerini Abdülhamit tahtan indirilmesinden sonra gerçekleştirmişlerdir. Bugünkü aşamada Büyük İsrail İmparatorluğunu kurmak üzere Suriye’de dıştan güdümlü bir iç savaşı örgütleyerek Şam’a kadar gelmişlerdir.
|