Dil, bir milletin mazisini anlamada, hâlini kavramada ve geleceğini kurgulamada değerli, hatta hayati bir role sahip. Dünü bugüne bağlayan, bugünü geleceğe taşıyan en önemli bağ olan lisanımızın kendini yabancı dillerin etkisinden korumasını özel duvarlar örerek sağlayamayız. Tarih boyunca bütün diller birbirinden etkilendi, bugün de etkileniyor, yarın da etkilenecek. Tarih boyunca ekonomik, kültürel, askerî olarak milletlerin hangisi güçlüyse onların dili baskın olmuş.
Türkçenin var olma savaşı verdiği dönemlerin sadece teknolojinin geliştiği dönemlerle sınırlı olmadığı biliniyor. 13. yüzyıldan başlayarak Oğuz lehçesi temelli Anadolu Türkçesi yazı dili olma ve bir ölüm kalım savaşı verdiği dönemde Âşık Paşa Garib-nâme adlı eserinde bu durumdan şöyle yakınır:
Türk diline kimsene bakmaz-ıdı
Türklere hergiz gönül akmaz-ıdı
Türk dahı bilmez-idi ol dilleri
İnce yolı ol ulu menzilleri
15 yüzyıl başında Maveraünnehir ve Horasan bölgesinde yazı dili olan Çağatay lehçesinin 20. yüzyıla kadar Orta Asya Türk dünyasının ortak yazı dili hâline gelmesinde büyük katkıları bulunan Ali Şîr Nevayî, Türkçeye derin bir sevgi ve inançla bağlıydı. Ali Şîr Nevayî, yaşadığı devirde eserlerini Farsça yazan şair ve ediplere karşı Türkçeyi korumanın ve geliştirmenin mücadelesinin verdi. Çağatay lehçesi ile yazdığı 30 kadar eserle Türk dilini yüksek düzeyde bir edebiyat dili derecesine yükseltmiştir.
13. yüzyıldan itibaren Âşık Paşa gibi Türkçeyi savunan ve oya gibi işleyen şairlerin yanı sıra Anadolu’daki Türkmen beyleri yepyeni bir Türk dilinin ortaya çıkmasını sağladı. Menteşeoğulları, Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Osmanoğulları, Germiyanoğulları, İsfendiyaroğulları gibi bir Türk beyliği olan Karamanoğulları Beyi, Karamanoğlu Mehmet Bey’in 1277’de;
“Şimden girü hiç kimesne kapuda ve divanda ve mecalis ve seyrânda Türkî dilinden gayri dil kullanmaya” biçimindeki buyruğundan sonra “Anadolu’da Eski Anadolu Türkçesi” diye adlandırdığımız çok verimli bir dönem başladı.
Anadolu’da Beylikler dönemi sona erdikten sonra Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ile Osmanlı Türkçesi dönemi başladı. Osmanlı Devleti’nin 1839 Tanzimat hareketiyle başlayan Batı’ya yöneliş döneminde Osmanlı Türkçesinde ıslahat ihtiyacı doğmuş ve dilde “sadeleşme” anlayışı hâkim olmuştu. Tanzinat, Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âti dönemlerinde dil konusu, Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa, Ahmet Mithat, Şemsettin Sami gibi dönemin ünlü kalemlerinin fikir mücadelelerinin ana teması idi.
1862-1863’lerde Münif Paşa ve Azerbaycanlı Mirza Fethali Ahundzade’nin dile getirdiği “Türkçede ıslah ve inkılap” konusu, sonraki dönemde Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavî gibi aydınlar tarafından hararetle tartışıldı ve yeni yazı biçimleri denendi. Harbiye Nazırı Enver Paşa, harflerin birbirine bitiştirilmeden yazılması esasına dayanan bir yazı düzenini orduda uygulamaya başladı. 1910-1912 yılarında Selanik’te yayımlanan Genç Kalemler dergisi, Millî Edebiyat akımının öncüsü oldu ve “Yeni Lisan” hareketini başlattı. Dergi, 2. cildinin Nisan 1911 tarihli ilk sayısında başlatılan "Yeni Lisan" adlı dil hareketiyle tanındı. “Yeni Lisan” hareketinin manifestosu olarak kabul edilen ilk makale Ömer Seyfettin tarafından kaleme alındı.
Köprülüzade Mehmet Fuat, Hüseyinzade Ali Bey ile o sırada Türkiye’de görev yapan Teodor Menzel ve Gyula Mezsaros’un Türkiye’yi temsilen katıldığı Birinci Türkoloji Kongresi, Bakü’de 1926 yılının Şubat ayında toplandı. Kongre’de “Birleştirilmiş Yeni Türk Elifbası” adıyla Latin kaynaklı bir alfabe benimsenmişti.
Türk Alfabesi
Alfabe 1928 yılı başlarında yeniden alevlendi. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey, Latin harflerinin kabulü konusunda Türk Ocakları’nda bir konuşma yaptı. Millî Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin 20 Mayıs 1928’de Başbakanlığa gönderdiği yazıda; “Lisanımızda Latin harflerinin suret ve imkân-ı tatbikini düşünmek üzere, bir heyetin teşkilinin muvafık görülmekte olduğunu” bildirmişti.
Mustafa Kemal Atatürk, yeni alfabey 9 Ağustos’u 10 Ağustos’a bağlayan gece Sarayburnu’nda yaptığı konuşmada müjdeledi. Dolmabahçe Kurultayı ile birlikte yeni harflerle ilgili çalışmalar başladı. Atatürk, çıktığı yurt gezilerinde yeni harfleri halka tanıtmaya başladı. Mustafa Kemal Paşa, 9/10 Ağustos 1928’de Sarayburnu Parkı’ndaki gazinoda Harf İnkılabı’nı başlatan şu konuşmayı yapmıştı:
“…Vatandaşlar, bu notlarım asıl hakiki Türk kelimeleri, Türk harfleriyle yazılmıştır. Kardeşiniz bunu derhal okumaya teşebbüs etti. Biraz çalıştıktan sonra birden bire okuyamadı. Şüphesiz okuyabilir. İsterim ki, bunu hepiniz beş on gün içinde öğrenesiniz. Arkadaşlar! Bizim ahenktar, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Milletimiz yazısı ile kafası ile bütün âlem-i medeniyetin (uygar dünyanın) yanında olduğunu gösterecektir”
1928 yılı Eylül ayında “Dil Heyeti” çalışmalarını tamamladı ve Mustafa Kemal’in düzeltmeleriyle yeni Türk alfabesine son şekli verildi. 22 Eylül 1928’de Başbakanlığa bir tezkere ile sonuç bildirildi. Millî Eğitim Bakanlığı, “Türk Harfleri Kanun Tasarısı”nı, Dil Heyeti de İmlâ Lûgati’ni hazırladı. ,
1 Kasım 1928'de, Türkçede kolay yazılıp okunması ve Türkçe sedalı harflerin çok olmasına ve bu harflerin gayet kolay ve açık söylenmesi gibi nedenler ile Millî Eğitimde en kolay ve en verimli şekilde ilerleme sağlamak amacıyla “Arap Alfabesi” yerine Latin esaslarından alınan “Türk Alfabesi” kabul edildi.
Türk Dil Kurumu 90 Yaşında
Türk Dil Kurumu, Türk Dili Tetkik Cemiyeti adıyla 12 Temmuz 1932’de Atatürk’ün talimatıyla kuruldu. Cemiyetin kurucuları, hepsi de milletvekili ve dönemin tanınmış edebiyatçıları olan Sâmih Rif’at (Cemiyet’in Başkanı) Ruşen Eşref, Celâl Sâhir ve Yakup Kadri’dir. Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin amacı; “Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek”ti. Cemiyet bu amacını, Türk dilini tetkik ve elde edilen neticeleri neşir ve tamim ederek gerçekleştirecek ve şu yol takip edilecekti: 1. Toplanıp ilmî müzakerelerde bulunmak; 2. Türk dilini kendi menşelerine, tekâmülüne ve ihtiyaçlarına göre tespit ve tedvin etmek; 3. Türk dilini tetkike yarayacak vesaik ve malzemeyi elde
etmek, eski kitaplardan ve memleketin her mıntıkasındaki halk dilinden derlemeler yapmak ve yaptırmak; 4. Cemiyet mesaisinin semerelerini her türlü yollarda neşre çalışmak.
Atatürk’ün sağlığında, 1932, 1934 ve 1936 yıllarında yapılan Türk Dili Kurultaylarında Cemiyet’in yönetim organları seçildi, dil siyaseti belirlendi ve ilmî bildiriler sunulup tartışıldı. 26 Eylül-5 Ekim 1932 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı’nda yapılan Birinci Türk Dili Kurultayı’nda Cemiyet’in “Lügat-Istılah, Gramer-Sentaks, Derleme, Lenguistik-Filoloji, Etimoloji, Yayın” adları ile altı kol hâlinde çalışmalarını sürdürmesi kabul edildi. 1934’teki Türk Dili Kurultayı’nda Cemiyet, Türk Dili Araştırma Kurumu, 1936’daki kurultayda ise Türk Dil Kurumu adını aldı.
|