Yazı dili olarak en az 1300 yıllık geçmişe sahip Türkçemiz, yaklaşık dört-beş bin yıllık bir konuşma dili tarihine sahiptir. Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk'ünde belirttiği gibi “Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir.”
Cumhuriyetimiz 1923 yılında kurulduğunda, Tanzimat'la başlayan ve Genç Kalemler dergisinin “Yeni Lisan” hareketiyle hızlanan dilde sadeleşme akımıyla, aydın ve halk dili arasındaki uçurum daraltılmıştı.
Mustafa Kemal Paşanın’nın düşüncelerine büyük değer verdiği Ziya Gökalp, 1923’te yayımladığı Türkçülüğün Esasları adlı kitabında; Türkçe üzerinde yapılacak çalışmaların ilkelerini ortaya koydu. Dilimizi Türkçeleştirirken bütün soydaşlarımızın anlayacağı genel bir Türkçeye doğru gidilmesi gerektiğini belirten Gökalp;
Güzel dil, Türkçe bize
Başka dil, gece bize
İstanbul konuşması
En saf, en ince bize
dörtlüğüyle İstanbul ağzının yazı ve konuşma dili için esas alınmasını savundu.
Türklüğün vicdanı bir,
Dini bir, vatanı bir;
Fakat hepsi ayrılır
Olmazsa lisanı bir.
dörtlüğüyle de dil birliğinin önemine işaret etti.
Türkçenin bilim dili hâline gelerek, aydın ve halk arasındaki dil ikiliğinin ortadan kalkması amacıyla, Gazi'nin isteğiyle 12 Kasım 1924'te İstanbul Dârülfünunu bünyesinde kurulan “Türkiyat Enstitüsü”nün başına Mehmet Fuat Köprülü getirildi. Türkiyat Enstitüsünün kuruluşu Gazi Mustafa Kemal'in daha sonra dil ve tarih alanlarında yapacağı çalışmaların ilk işaretiydi.
Bu sırada Türkçenin en büyük sorunu, alfabeydi. Arap alfabesi Türçenin yazıldığı gibi okunmasına, okunduğu gibi yazılmasına elverişli değildi. Bu yüzden okuma yazma bilenlerin sayısı çok azdı. Yakut Türkleri 1917-1918 yıllarında Latin yazısına geçmişlerdi. 1926'da Bakû'da toplanan ve Türkiye'den Köprülüzade Mehmet Fuat ve Hüseyinzade Ali Beyler’in katıldığı Birinci Türkoloji Kongresi'nde Lâtin kaynaklı alfabe benimsendi ve buna “Birleştirilmiş Türk Elifbası” adı verildi. 1927’de Azerbaycan'da Latin yazısı kullanılmaya başlandı.
Gazi Mustafa Kemal'in 1927'de Büyük Nutuk'u okumasından sonra alfabe tartışmaları alevlendi. 24 Mayıs 1928'de TBMM, yazı devriminin öncüsü olarak Lâtin rakamlarını kabul etti. 27 Mayıs 1928'de dilimize uygun Lâtin kaynaklı yeni harfleri belirlemek üzere Maarif (Millî Eğitim) Bakanlığınca “Dil Heyeti” kuruldu. Bu Heyet, “Dil Encümeni” adıyla da anılır. Dil Heyeti, iki kola ayrılmıştı. Bir kol yazı, diğeri de dil bilgisi üzerinde çalışıyordu. Dil Heyetinde; Falih Rıfkı Atay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ruşen Eşref Ünaydın, Fazıl Ahmet Aykaç, Prof. Ragıp Hulûsi Özdem, Ahmet Cevat Emre, Mehmet Emin Erişirgil ve İhsan Sungu gibi daha sonra Türk Dil Kurumunda çalışmlarına devam edecek şair,yazar ve bilginler görev almışlardı.
Dil Encümeni alfabe kolunun çalışmalarıyla ortaya çıkan yeni alfabe, Dolmabahçe Sarayı'nda 1928 Ağustosunda düzenlenen Kurultay'da tartışıldı. Kurultay'da benimsenen alfabeyi tanıtmak üzere Gazi yurt gezisine çıktı. Sinop, Samsun, Sivas ve Kayseri'de kara tahta başına geçti. Gazi'nin seyahati sonrası, yeni Türk alfabesine son şekli verildi. Bu alfabeyi öğretecek öğretmenler yetiştirildi. Dil Heyeti, ayrıca İmlâ Lügati hazırladı. TBMM, 1 Kasım 1928'de Lâtin kaynaklı “Yeni Türk Alfabesi”yle ilgili kanunu kabul etti. Yeni Türk Alfabesi'nde 29 harf bulunuyordu.
Yazı Devrimi'nden sonra Dil Heyeti dağılmadı; Ahmet Rasim, Reşat Nuri Güntekin, Celâl Sahir Erozan, Velet İzbudak, İsmail Hikmet Ertaylan, Besim Atalay, İbrahim Necmi Dilmen, Hamit Zübeyr Koşay, Hasan Fehmi Turgal, İshak Refet Işıtman, Mehmet Baha Toven ile Gyula Meszaros gibi değerli yazar ve bilginlerle genişletildi ve Dil İstişare Heyeti adını aldı.
Okullarda okutulacak dil bilgisi kitabının hazırlanması, Türkçe Sözlük hazırlanması, İstanbul Ağzına göre yazım kurallarının belirlenmesi ile görevli Dil İstişare Heyeti, 1928 yılı sonunda İmlâ Lügati'ni yayımladı. Dil Encümeni, 1931 yılı ortalarına kadar 50.000 sözü gözden geçirdi ve birkaç binini baskıya hazırladı.
Gazi Mustafa Kemal, 2 Eylül 1930 tarihinde yayımlanan Prof Dr. Sadri Maksudi Arsal'ın Türk Dili İçin adlı kitabının başına, dil devriminin ana hedeflerini ortaya koyan şu cümleleri yazdı:
“Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki şuurla işlensin.
Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
Dil ve tarih birliğinin sağlanmasının bilincinde olan yüce Atatürk, 1932 yıl yaz aylarında iki ayrı dernek kurdurdu. Türk tarihi ve Türk dili konularında bilimsel çalışmalar yapmak üzere; 19 Nisan 1931'de “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti”, ertesi yıl ise 12 Temmuz 1932'de “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” kuruldu. Söz konusu Cemiyetler ile Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumunun temelleri atılmıştı.
“Türk Dili Tetkik Cemiyeti”nin kuruluş amacı tüzükte; “Türk dilini tetkik ve elde edilen neticeleri neşir ve tamim etmek” olarak açıklanmıştı. Maarif (Millî Eğitim) Vekili, Derneğin fahri başkanıydı. Mustafa Kemal ise “Hâmi Başkan”dı. Samih Rifat Bey, 3 Aralık 1932'de ölünce Maarif Vekili olarak Dr. Reşit Galip (Baydur) asıl başkanlığı da yürüttü. 1936 tarihinde yapılan II. Türk Dil Kurultayı'nda tüzük değişikliği ile Maarif Vekilleri, Kurumun asıl başkanlığını 1951 yılına kadar sürdürdüler.
Kurumun ilk önemli faaliyeti; 26 Eylül-4 Ekim 1932 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı'nda I. Türk Dili Kurultayı'nı toplamak oldu. Gazi Mustafa Kemal, Kurultay'da sunulacak tezleri teker teker incelemiş, Kurultay çalışmalarını başından sonuna kadar dikkatle izlemişti.
12 Temmuz 1932'de kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti, 1934'te Türk Dili Araştırma Kurumu,1926 yılında da Türk Dil Kurumu adını aldı.
“Türk Dili Tetkik Cemiyeti”nin kurucuları, hepsi de milletvekili ve dönemin tanınmış edebiyatçıları olan Sâmih Rif'at, Ruşen Eşref, Celâl Sahir ve Yakup Kadri'dir. Kurumun ilk başkanı Sâmih Rif'at'tır. Türk Dili Tetkik Cemiyetinin amacı, "Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek" olarak tespit edilmiştir. Atatürk'ün sağlığında, 1932, 1934 ve 1936 yıllarında yapılan üç kurultayda hem Kurumun yönetim organları seçilmiş, hem dil politikası belirlenmiş, hem de bilimsel bildiriler sunulup tartışılmıştır. 26 Eylül-5 Ekim 1932 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı'nda yapılan Birinci Türk Dili Kurultayı sonunda Kurumun "Lügat-Istılah, Gramer-Sentaks, Derleme, Lenguistik-Filoloji, Etimoloji, Yayın" adları ile altı kol hâlinde çalışmalarını sürdürmesi kabul edilmiştir. Sonraki kurultaylarda bu kollardan bazıları ayrılmış, bazıları tekrar birleştirilmiş; fakat ana çatı değiştirilmemiştir. 1934'te yapılan kurultayda Cemiyetin adı, Türk Dili Araştırma Kurumu; 1936'daki kurultayda ise Türk Dil Kurumu olmuştur.
Türk Dil Kurumunun Türkçe Kurultay adı verilen ilk genel kurulu 26 Eylül 1932 günü Dolmabahçe Sarayında yapıldı. Daha önce yapılan çağrının da etkisiyle kurultaya 814 üyeyle birlikte katılanların sayısı 917’ye ulaştı. Katılanlar arasında saz şairleri ile yeldirmeli köylü kadınların sergiledikleri görüntü toplantının ulusal niteliğinin simgesi sayılabilir.
Başkan Samih Rıfat, kurultayın açış konuşmasında, amacın Türkçeyi ulusal dil düzeyine çıkarmak, yazı dili ile halk dili arasındaki ayrılığı gidermek olduğunu belirtmiş, bu amaca da ancak halkın katılımıyla ulaşılabileceğini söylemişti.
Kurultayda, Türk Dil Kurumu’nun tüzüğü üzerinde çalışılmış, tüzüğün birinci maddesinde şu yargıya yer verilmişti:
"Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Hazretlerinin yüksek koruyucu başkanlığı altında 12 Temmuz 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti adlı bir cemiyet kurulmuştur."
Derneğin amacı da şöyle belirlenmişti:
"Türk Dili Tetkik Cemiyetinin amacı, Türk dilinin öz zenginliğini meydana çıkarmak, onu dünya dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmektir."
1932’den beri Türk dili üzerinde araştırmalar yapmak, yaptırmak; Türk dilinin güncel sorunlarıyla ilgilenerek çözüm yolları bulmak amacıyla kurulan Türk Dil Kurumu, günümüzde de çalışmalarını aynı eksen üzerinde yürütmektedir.
Atatürk'ün kendisi de Türk dili üzerindeki yerli ve yabancı araştırmaları bizzat inceleyerek, dönemindeki bilginleri Türk dili üzerinde araştırmalar yapmaya yönlendirmiştir. Nitekim Türk dilinin en eski anıtları olan Göktürk (Runik) yazılı metinlerin ilk iki cildi onun sağlığında yayımlanmış; 1940'larda yayın hayatına çıkabilen Divanü Lügati't-Türk, Kutadgu Bilig gibi eserler üzerinde de yine onun sağlığında çalışılmaya başlanmıştır. Daha sonra birçok cilt hâlinde ortaya çıkacak olan Tarama ve Derleme Sözlüğü'yle ilgili çalışmalar da Atatürk'ün sağlığında başlamıştır. Tarama Sözlüğü, 13. yüzyılda başlayan Batı Türkçesinin eski eserlerinin taranmasıyla; Derleme Sözlüğü, Anadolu ağızlarında kullanılan kelimelerin derlenmesiyle oluşturulmuş büyük sözlüklerdir. Çağdaş Türkçenin grameri, sözlüğü, imlâsı ve terimleriyle ilgili çalışmalar da Atatürk tarafından ilgiyle izlenmiştir.
Türk Dil Kurumunun kuruluşuyla birlikte çağdaş Türkçede çok hızlı bir arılaştırma akımı da başlamıştır. Bizzat Atatürk'ün öncülük ettiği, Türk dilinin yabancı kökenli sözlerden temizlenmesi akımı 1935 güzüne kadar sürmüş; halkın diline girip yerleşmiş kelimelerin dilden atılması işleminden bu tarihte vazgeçilmiştir. Atatürk'ün ölümünden sonra öz Türkçe akımı Türk aydınları arasında sürekli tartışılan bir konu olmuş ve özellikle 1960'tan sonra Türk Dil Kurumu bu akımın öncülüğünü yapmaya devam etmiştir. 1980'den sonra tartışmalar durulmuş, bilimsel çalışmalar hız kazanmıştır.
Türk Dil Kurumunun yapısıyla ilgili ilk önemli değişiklik 1951 yılındaki olağanüstü kurultayda yapılmıştır. Atatürk'ün sağlığında Millî Eğitim Bakanının Kurum başkanı olmasını sağlayan tüzük maddesi 1951'de değiştirilmiş; böylece Kurumun devletle bağlantısı koparılmıştır. İkinci önemli yapı değişikliği 1982-1983 yıllarında gerçekleştirilmiştir. 1982'de kabul edilen ve şu anda da yürürlükte olan Anayasa ile Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu, bir Anayasa kuruluşu olan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu çatısı altına alınmış; böylece devletle olan bağlar yeniden ve daha güçlü olarak kurulmuştur.
Atatürk, 1 Kasım 1936'da Türkiye Büyük Millet Meclisinin V. dönem 2. yasama yılını açış konuşmasında Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunun geleceği ile ilgili dileklerini şu sözlerle dile getirmişti:
Başlarında değerli Eğitim Bakanımız bulunan, Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumunun her gün yeni gerçek ufuklar açan, ciddî ve aralıksız çalışmalarını övgü ile anmak isterim. Bu iki ulusal kurumun, tarihimizin ve dilimizin, karanlıklar içinde unutulmuş derinliklerini, dünya kültüründe başlangıcı temsil ettiklerini, kabul edilebilir bilimsel belgelerle ortaya koydukça, yalnız Türk ulusunun değil, bütün bilim dünyasının ilgisini ve uyanmasını sağlayan, kutsal bir görev yapmakta olduklarını güvenle söyleyebilirim. (Alkışlar)Tarih Kurumunun Alacahöyük'te yaptığı kazılar sonucunda, ortaya çıkardığı beş bin beş yüz yıllık maddî Türk tarih belgeleri, dünya kültür tarihinin yeni baştan incelenmesini ve derinleştirilmesini gerektirecektir. Birçok Avrupalı bilim adamının katılması ile toplanan son Dil Kurultayının aydınlık sonuçlarını görmekle çok mutluyum. Bu ulusal kurumların az zaman içinde ulusal akademilere dönüşmesini dilerim. Bunun için, çalışkan tarih, dil ve bilim adamlarımızın, bilim dünyasınca tanınacak orijinal eserlerini görmekle mutlu olmanızı dilerim.
Harf Devriminden dört yıl sonra ilk defa 26 Eylül 1932 günü toplanan Birinci Türk Dili Kurultayı’nın son gününde 26 Eylülün Dil Bayramı olarak kutlanması önerisi oybirliği ile kabul edildi. Kurultayın üçüncü günü yani 28 Eylül, Karamanoğlu Mehmed Bey'in XIII. yüzyılda "Bundan böyle divanda, hankâhda, dergahta Türkçe konuşulacaktır." dediği günün yıldönümüne rastlamıştır. Birinci Türk Dil Kurultayının toplandığı gün olan 26 Eylül ile 28 Eylül; bu iki tarihin örtüşmesi daha sonraki yıllarda önem kazanmış ve Eylül ayının 26. gününü de içine alan son haftasında geleneksel olarak Türk Dili Kongresi toplanır olmuş, aynı tarih Türkler için Dil Bayramı olarak kutlanmaya başlanmıştır.
Türk Dil Kurumu tarafından dört yılda bir “Uluslararası Türk Dil Kurultayı” adıyla düzenlenen Kongrelerde Türk dili hakkında bildiriler okunup kararlar alınmaktadır. Kongrede sunulan bildiriler Kurum tarafından kitap hâlinde basılarak araştırmacıların yararına sunuluyor. Bu Kongrelerde Türkoloji ilmine emeği geçen bilim adamlarına da ödüller verilmektedir.
|