Konfüçyüs’e sormuşlar:
- Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız iş ne olurdu?
- Ünlü filozof cevap vermiş:
“Hiç şüphesiz dili gözden geçirmekle işe başlardım. Dinleyenlerin hayret dolu bakışları arasında sözlerini şöyle sürdürmüş:
“- Dil düzensiz olursa, sözler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa âdetler ve kültür bozulur. Âdetler ve kültür bozulursa adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun için hiçbir şey dil kadar önemli değildir.
Konfüçyüs’ün sözlerinden de anlaşıldığı gibi, dilin millet ve devlet varlığı içindeki bu ağırlıklı yeri dolayısıyla, bir milleti bölüp parçalama hedefi güdenler, önce o milletin kültürüne musallat olurlar. Onu yazlaştırma ve parçalama yöntemine başvururlar. Bunun da en iyi vasıtası dildir.
Dil ile düşünce, dil ile toplum ve dil ile kültür arasındaki bu sıkı bağlantı dolayısıyladır ki, bir ülkenin millî birlik ve bütünlüğü, toplumun fertlerini birbirine perçinleyen dil ile sağlanabilmektedir. Dilin bu özelliği Atatürk tarafından şu sözlerle dile getirilmiştir.
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkı Türk milletidir. Türk milleti demek Türk dili demektir. Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü, Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlakını, ananelerini, hatıralarını, menfaatlerini kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyinin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”
1862-1863’lerde Münif Paşa ve Azerbaycanlı Ahundzade Fethi Ali tarafından dillendirilmeye başlayan Türkçede ıslah ve inkılap konusu sonraki dönemde artık üzerinde devamlı olarak durulan ve tartışılan bir konu hâline gelmişti. 1910-1912 yılarında Selanik’te yayımlanan Genç Kalemler dergisi, Millî Edebiyat akımının öncüsü olmuş; millî bir edebiyat oluşturulması için önce dilde sadeleşme gerektiğini savunarak “Yeni Lisan” hareketini başlatmıştır. Genç Kalemler dergisi, ikinci cildinin Nisan 1911 tarihli ilk sayısında başlatılan "Yeni Lisan" adlı dil hareketiyle tanındı. “Yeni Lisan” hareketinin manifestosu olarak kabul edilen ilk makale, Ömer Seyfettin tarafından kaleme alınmıştır. Yazıda dilde sadeleşme düşüncesi savunulur. Dilde sadeleşme hareketinin özünü, Türkçeden yabancı kaidelerin çıkarılması ve yazı dili ile konuşma dili arasındaki ayrımın ortadan kaldırılması oluşturur. Yeni Lisan hareketinin ve Genç Kalemler dergisinin çekirdeğini Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp oluşturur. Bunlar dışında derginin önemli yazarları arasında Mustafa Nermi, Kâzım Nami, Enis Avni, Mehmet Ali Tevfik (Yükselen), Subhi Edhem, Âkil Koyuncu ve Rasim Haşmet Beyler vardır.
Atatürk’ün Türk toplumunda bir Harf İnkılâbı yapılması gerektiğine dair düşüncesi oldukça eskidir ve Cumhuriyet öncesi yıllara dayanır. Örneğin II. Meşrutiyet öncesinde Selanik’te Bulgar Türkolog İvan Manolov ile yaptığı görüşmede Arap yazısını eleştirerek Batı kültürüne girmemize engel olduğunu belirtmişti. I. Dünya Savaşı yıllarında Macar Türkolog Gyula Nemeth’in “Turkische Grammatik” adlı eserinde Türkçe metinler için kullandığı transkripsiyon alfabesini Türk yazısı için fazla ayrıntılı bulmuştu. 1916 yılında Tevfik Fikret’in yazdığı “Rubab-ı Şikeste” ile Mehmet Emin’in şiirlerini okurken her ikisinde de aynı derece Arapça ve Farsça kelimeler bulunduğuna işaret etmişti. 1922 yılında Halide Edip’in de bulunduğu bir toplantıda Latin harflerinin kabul edilebileceğinden söz etmişti. Onun bu ifadeleri Harf İnkılâbı konusundaki düşüncenin eskiliğini göstermektedir.
1919 yılına gelindiğinde, “Zamanında hiçbir şeyi kaçırmamak ve zamansız hiçbir şeye uzaktan yakından tevessül etmemek başlıca dikkati teşkil etmelidir.” prensibini benimsemiş olan Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’da Mazhar Müfit Kansu’ya: “Zaferden sonra hükümet şekli cumhuriyet olacak, padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken muamele yapılacak, medeni milletler gibi şapka giyilecek, Latin harfleri kabul edilecektir.” diyerek Harf Devrimi için ilk işareti vermişti. Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi’nde gündeme gelen Latin harflerinin kabulü düşüncesi Cumhuriyet’in ilanından sonra TBMM’de Şükrü Saraçoğlu tarafından 1924 yılında dile getirilmiş ve tartışmalar bugünkü alfabenin kabul edilmesine kadar devam etmişti.
Türkçede kolay yazılıp okunması ve Türkçe de sedalı harflerin çok olmasına ve bu harflerin gayet kolay ve açık söylenmesi gibi nedenler ile Millî Eğitimde en kolay ve en verimli şekilde ilerleme sağlamak amacıyla “Arap Alfabesi” yerine Latin esaslarından alınan “Türk Alfabesinin” kabul edilmişti.
Genç Cumhuriyet’in Bakanlar Kurulu’nun 23 Mayıs 1928’de yaptığı toplantı da Mustafa Kemal Paşa’nın direktifi ve Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Uğural’ın teklifiyle bir komisyon kurulması kararlaştırılmıştı. Haziran sonu itibariyle Komisyon çalışmalarını sürdürürken Mustafa Kemal Paşa, 9/10 Ağustos 1928’de Sarayburnu Parkı’ndaki gazinoda Harf İnkılabını başlatan şu konuşmayı yapmıştı:
“…Vatandaşlar, bu notlarım asıl hakiki Türk kelimeleri, Türk harfleriyle yazılmıştır. Kardeşiniz bunu derhal okumaya teşebbüs etti. Biraz çalıştıktan sonra birden bire okuyamadı. Şüphesiz okuyabilir. İsterim ki, bunu hepiniz beş on gün içinde öğrenesiniz. Arkadaşlar! Bizim ahenktar, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Milletimiz yazısı ile kafası ile, bütün alem-i medeniyetin (uygar dünyanın) yanında olduğunu gösterecektir. (Hâkimiyet-i Milliye 11 Ağustos 1928) ” demişti.
1 Kasım 1928'de, daha önce Türkçe yazmak için kullanılan Arap harfleri yerine Lâtin esasından alınan harfler, Türk dilinin özelliklerini belirten işaretlere de yer verilmek suretiyle “Türk Harfleri” adı ile 1353 sayılı kanunla kabul edildi. Harf İnkılabı, 1 Kasım 1928’de kabul edilip 3 Kasım’da yürürlüğe girmiştir.
Harf İnkılabı aynı zamanda, dilde reform yolunu açmak isteyenlere bir başlangıç, bir dayanak olmuş ve onlara güç kazandırmıştı. Böylece dilde sadeleştirme, Türkçeleştirme akımına hız verilebilmiştir.
|