Güneş doğar ve batar arada geçen zaman bazen çok iyi, bazen de keşmekeşle geçer. Koşturursun gün batımına kadar işler bitsin diye, çünkü ertesi gün başka yöne koşacaktır ayaklarımız. Bu keşmekeşin arasında gittiğim kitap fuarı herhalde en mutlu olayımdı. Yüzlerce kitap ve derin bir nefes, bütün kitapların o değişmez kokusu… Tezgâhları gezerken kimi zaman uzun kuyruklar, yazarların önünde imza bekleyen okuyucular, ya da kitap kurtluğu yapanlar. Orada oturup bir çay içtim ve insanları seyrettim. Çocuklarını alıp gelenler, ağırlıklı gençler ve daha ileri yaştaki insanlar. Mutlu oldum, demek ki insanlar kitap okumaktan daha vaz geçmemişler. Çocuklarına bu alışkanlığı kazandırmaya çalışıyorlar ve kendi kendime dedim ki; “ eğer kitap için böylesine yoğun geliniyorsa, aç kurt gibi kitaplar alınıyorsa, ülkem için halen umut var, “
Daha önce hep İstanbul yakasında olan bu etkinliğin, Anadolu yakasında da olması ayrı bir güzellik. İstanbul’da ulaşım çok zor. Karşıya çocukları ile gidemeyen, yaşlılar gençler bu zevki Kadıköy’de yaşama lüksünü öğrendi. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim keşke karşıda yapılan fuarlarda arada Anadolu yakasını hatırlasa, ne güzel olurdu. Kitap fuarına her gün gitmek gerekiyor. Öyle çok etkinlik oluyor ki insan hiç birini kaçırmak istemiyor. Bu kitapları yazan yazarlarla tanışmak, alacağınız kitabı yazarken hangi düşünceyle yola çıktığını öğrenebilmek, biraz güncel yaşamdan konuşmak, güzel oluyor. Sadece kitap imzalatmak bana saçma geliyor. Uzun bir kuyruk, kitabı imzalatıp gidiyorsunuz anlamsız. Duygu ve düşünceler de paylaşım olmayınca bir anlamı olmuyor böyle buluşmaların. Yani anlayacağınız kitap kokusunu hissederek alış veriş yapmak bayağı keyifli oluyor.
Buraya gelenler tren vagonlarının içine oturup dinleniyor, aslında dinlenme değil, tren keyfi yaşanıyor anılar canlanıyor, ahh, ah olsa da gene binsek, şu görkemli Haydarpaşa garının gölgesinde geçmişi yaşayabilsek.
Nedense sanki kasıtlı yapılırmış gibi tüm güzellikleri yok etmeye çalışıyorlar. Ben de çocukken İstanbul’a ilk girişimi buradan yapmıştım. İlk gördüğümde o çocuk halimle bile binanın görkemine hayran kalmışımdır.
II. Abdülhamit; Demiryoluna çok önem veriyormuş, “Bunca kilometre demiryolu yaptım memlekete, çelik rayların ucu Haydarpaşa’da. Koca binalarıyla liman yaptım, yine belli değil. Bana o rayların denize kavuştuğu yere öyle bir bina yapın ki, Ümmetim baktığında ‘Buradan Mekke’ye kadar gidilir ‘desin “ demişte şimdi değil Mekke’ye gitmek…
1908 yılından bu yana kullanılan bu görkemli bina yalnızlığına terkedilmiş, en azından kitap fuarında bu binanın görkemini yaşamak hüzünlendirse de, anıları yaşayarak mutlu oluyor insan.
Artık kimse merdivenlerinde durup da İstanbul’u seyretmiyorsa da, binlerce yolcunun geçtiği o doğunun muhteşem kapısı kapansa da. Dünyanın en güzel silueti, tarihi-kültürü, anıları ile acı bir sessizliğe gömülse de yapısıyla ben buradayım diyor.
Sevgiyle kalın…
Belma Demir Akdağ,02.07.2017
|