Almanya ve romantizm kelimesi yan yana gelince, kulağa hoş geliyormuş gibi olsa da pek bağdaşmıyor. Ancak Almanya’nın ortasından güneyine, Avusturya sınırına kadar uzanan ortaçağ kasabalarını birbirine bağlayan Avrupa’nın en meşhur yollarından biride “Romantik Yol”. Adını 18. Yüzyılın sanatına damgasını vuran Romantizm akımından alan bir yol. Dönemin ünlü şair yazar ve ressamlarının sevdiği bir bölge. Bu yolun üzerinde yer alan kasabalar öylesine büyüleyici ki, evlerin renkleri, yapısı ve yaşanmış olan tarihi daha dikkatli gezmenize neden oluyor. Tarihi seviyorum, gezerken, okuduklarımla gördüklerimi eşleştirmeğe çalışır bazen korkar bazen de çok heyecanlanırım.
Romantik Yol bizi Unesco Dünya Miras Listesinde. “Kırmızı Kale ”anlamına gelen Rothenburg kasabasına götürdü. Dünyada ilk defa doğrudan İmparatorluk tarafından yönetilen şehirlere verilen “Özgür İmparatorluk Şehri” unvanı da bu kasabaya verilmiş. Ortaçağdan 1803 yılına kadar bu unvanı taşımış. Bu kasabayı anlatmamın nedeni tarihin bu kadar güzel korunduğu bir kasaba olması.
Kasabanın hikayeside; 1300 lü yıllarda Rothenburg kralı ile oğlu savaşa gitmişler ve orada ölmüşler. Yönetecek kimse de olmayınca “ Serbest Şehir” olmuşlar. Daha sonra meydana gelen depremle saray yıkılmış ve halkta sarayın taşları ile şehrin etrafına iki buçuk kilo metrelik sur örmüş. Japonlar bu surların onarılması için çok yardımda bulunmuşlar ve çok sevdikleri Rothenburg şehrinin benzerini kendi ülkelerinde kurup kardeş şehir ilan etmişler.
Kasabaya gittiğiniz zaman bu uzun surların arasındaki kapıdan içeri giriyorsunuz ve karşınızda masalsı kasaba. Birbirine çok benzeyen, sivri çatılı, rengarenk evler sanki bir filim seti için hazırlanmış gibi. Gotik ve Rönesans tarzı yarı ahşap evler ve Arnavut kaldırımları, fener şeklindeki sokak lambaları ile aydınlatılan ortaçağ kenti, geçmişe açılmış bir pencere sanki.
Dünyada az sayıda bulunan Ortaçağ Suç ve Adalet Müzesi ’de kasabanın içinde yer alıyor. Almanya’nın en önemli yasal tarih koleksiyonunu sergiliyor. Roma imparatorunun tacı göz alıyordu ancak diğerleri her türlü ortaçağ işkence aletleri. Bunları izlerken rahatsız oldum ama Tarih unutmuyor yaşanmışlıkların üstü kapatılamıyor. 13. Ve 19 yüzyıldan kalma orijinal belgeler, mühürler, hukuk kitapları bunun yanında, Dürer, Grien ve Rembrandt gibi ünlü ustaların orijinal grafikleri de sergilenmekte olan müzede o dönemde yaşanan acıyı da sergilemektedir.
Ortaçağ Suç ve Adalet Müzesindeki “ özel sergi” Martin Luther’in büyücülüğe karşı tutumunu ve Avrupa cadı avlarını anlatıyor büyücülük tarihine ışık tutan bir sergiydi ve sergi girişinde fantastik bir karşılama vardı.
Böylesine güzel masalsı Ortaçağ kasabası ve işkence müzesi bir araya gelince düşünmeden yapamıyorsunuz bu masalsı kasabada yaşayanların ataları bu acıların ne kadarını yaşadılar.
Almanya’nın Hessen Eyaletindeki açık hava müzesini de gördüğümde düşüncelerim geçmişin içinde kalmıştı.
Müzelerin amaçları, geçmişten günümüze yeni nesle eski yaşantıyı tanıtmak.
Keşke bizlerinde geçmişimizi görsel olarak yaşayabileceğimiz böylesine gerçekçi müzelerimiz olsa, ücreti ödenebilir düzeyde ve herkesin her an gezebileceği, güzel olmaz mı?
Sevgiyle kalın…
Belma Demir Akdağ,13.01.2019
|