O bir köy çocuğuydu. Mersin’in Arslanköy’ünde doğmuş, savaş sonrası çocuklarındandı. Açlık ve yoksulluğun tavan yaptığı o günlerde, her gün anasının yaptığı un çorbasını bal ile kaymakmış gibi yiyen çocuklardandı. Ellerinde, gene analarının kuruttuğu vişne kurusundan üçer tane, yemek sonrası tatlı yerine.
Köydeki hayat böyle devam ederken, Düziçi Köy Enstitüsüne öğrenci alınacağı haberi ulaşınca üç beş çocuk bir at arabasına binip Mersin’e giderler. Cepte para yok, yanlarında bir büyük yok, ayakta ayakkabı yok.
Babalarının ayaklarını korumak amacı ile lastik tabanlığı iple ayaklarına bağlanmış ayakkabıları, altlarında yamalı şalvarlarıyla okula giden çocuklar. İlk ayakkabıyı orada görmüş ve giymişler. Okul da ilk zeytini masada görünce “keçi bokunun burada ne işi ola ki “diye düşünen çocuklar.
İşte o çocuklardan birisi de benim babamdı, Maksut Demir. Dedem hemen hemen savaşların hepsine katılmış bir gazi, o yoklukta çocuklarını büyütmeye çalışan toprağın kadını babaannem.
Babam daha sonra Ankara Gazi Üniversitesine gitti, beni de evde kalmamam için beş yaşında Arslanköy’ünde kayıtsız okula verdiler. Dört beş metre yağan karın tünelinde, azimle okula gittim, daha sonra kayıt olup ikinci sınıfa geçtim. İlk öğretmenim ki rahmetle anıyorum Yusuf Öğretmen, anne şefkati ile sarar sarmalardı. Okulun bahçesinden içeri giremezdim, çok çamurdu adım atamaz öğretmenimi beklerdim. Beni kucaklar sınıfıma götürürdü. Babam okulu bitirince Antalya ya gittik. Babacığımı, her gün okula takım elbisesi, koltuğunun altında çantasıyla giderken hatırlıyorum. Mandolin, mızıka çalmayı ondan öğrendim. İlk öğrendiğim de;
“Menekşe buldum derede Sordum evleri nerede Üç-beş güzel bir arada Dilber dilber canım dilber. Canımın yaylası dilber. Gönlümü eylesi dilber.
Onun çok iyi bir öğretmen olduğunu biliyordum. Ben de öğrencisi olmuştum. Sınıfta babamdan çok çekinirdim. Tıpkı diğer öğretmenlerim gibi sayar severdim. Hiç babam olduğu aklıma gelmezdi. Öyle çalışkan ve araştırmacıydı ki hayrandım ona. Öğrencilerini çok severdi, hayatında öğrencilerinden sevgiden başka hiçbir şey almamıştı, rahat uyu babacığım…
Rahmetle andığım ilkokul öğretmenim Hüseyin Köken’de hayatımda yer etmiş, onu yıllar sonra buldum. Uzunca zaman telefonla görüşüp eski günleri yad etmiştik. Her öğrenci öğretmeni ile kendisi arasında özel bir bağ oluştuğunu düşünür ben de o öğrencilerdenim. Sanki aramızda özel bağ vardı.
Ben dört okul değiştirdim ilkokulda. Her bir öğretmenimle farklı anılar biriktirdim.
Eskiden bir şehrin valisi, kaymakamı, belediye başkanı öğretmen ilişkisi bir farklıydı. Veliler öğretmenlere karşı son derece saygılıydılar. Öğretmenin ağırlığı toplum içindeki saygınlığı diğer mesleklere fark atardı. Doğrusu da budur. Son yıllarda öğretmenin toplum içindeki saygınlığının azalmasını üzüntü ile izliyoruz.
Önce Köy Enstitüleri, sonra sırasıyla Öğretmen Okulları, Eğitim Enstitüleri ve Yüksek Öğretmen okulları kapatıldı. O değerli öğretmenler sürüldü, görevlerine son verildi zorla emekli yapıldılar. Bir de hızlandırılmış eğitim yaptılar ki sormayın gitsin, kısadan bir sürü öğretmen mezun ettiler. Bizlerde şimdi diyoruz ki nerede o güzel öğretmenler, erittiler, bitirdiler.
Sevgiyle mesleğini yapmaya çalışan güzel öğretmenler Öğretmenler Gününüz kutlu olsun.
Sevgiyle kalın…
Belma Demir Akdağ,23.11.2020
|