Onunla tanıştığım zaman, bana çok değişik gelmişti…
Takım elbisesi ve bağcıklı ayakkabılarıyla efendi duruşlu;
Utangaç, içine kapalı, az konuşan ama hep izleyen bir insan…
Uzun hafif kırlaşmış saçları rüzgârdan dağılmış sanki aklındaki karmaşıklığı yansıtır gibi…
Çevresindekiler öfkesinden korkarlarken, o hep gülümserdi bana.
Farkında değildi güldüğü zaman yakışıklı olduğunun, umursamazdı da pek…
İçi güzeldi benim dostumun, çok güzel ve çok muhlis…
Yıllarca beraber çalıştığım bir dostumu anlatmak istedim.
En hüzünlü anlarımda, kapımı çalıp derdimi dinleyen dostumu ve sevgili başkanımı…
Çoğunluk sevmezdi ve anlamak da istemezdi neler sakladığını o utangaç yüzünün ardında.
Ona Profesörlüğe hak kazandığını söylediğimde şaşkınlıkla yüzüme baktı.
Bir gün de başkan olacaksın dedim.
İnanmadı…
Başkanlık döneminde odasına girenler tabiri caiz ise ‘besmele çekerlerdi ’, korkudan.
Oysa onu anlamaya hiç çalışmadılar.
Yardımlarına bile farklı anlamlar yüklediler her defasında.
Hani derler ya iyisiyle, kötüsüyle bir yaşanmışlıktı onunkisi, benim hep iyi yanlarını hatırladığım...
Onun öldüğünü söyledikleri zaman bir hüzün kapladı içimi, oysa ne çok şey paylaşmıştık geçmişte.
Yalnızdı ve yalnız öldü…
Diyorlar ki arkasından çok üzülmüşler. Onu eserleri ile anmışlar ve yaşarken cimriliğini yaptıkları sevgilerini göndermişler…
Güldüm…
Yaşam dedikleri şey bu olmalı dedim, acımasız ve sığ.
Neden yaşarken verilmeyen sevgiler, sonsuzluğa gidince kova kova arkasından gönderilir?
Bilen var mı cevabını?
Ben bulamadım…
Sevgiyle kalın… Sevginizi paylaşın…
|