Ressamlık yaratıcılıktır. Önce bütün şartları ile zihinde yoğrulup oluşturulduktan sonra tuvale dökülür. Renklerle düşünceler aktarılır.
Yazarlık dönemimde de ayni işi yapıyorum. Kafamda oluşturduğum düşüncelerimi ve yaşadıklarımı bu sefer renkler yerine kelimelerle anlatıyorum.
Ayvalık’ı değişik zaman dilimlerinde tuvallerimde anlatmıştım.
Gene Ayvalık’tayım, uzun bir sahil caddesi, yol boyunca kafeler, yat turları, ayvalık tostu ve alabildiğine bir deniz, karşıda Cunda Adası size göz kırpıyor, martılar ve balıklar…
Ayvalık’ı gezerken caddenin bir arka sokağına girmelisiniz. Beni hep Ayvalık’ın gözükmeyen arka sokakları cezbetmiştir. Çoğu Rum evi olan sıra sıra evler, kimisi bahçeli, kimisi cumbalı, daracık sokaklar... Cumbalarda oturan çocuklar, kapısının önüne bir sandalye atmış keyfedenler, her camda rengarenk sardunyalar. Alabildiğine çok kediler, derler ki ‘Ayvalığın kedisi meşhurdur’,evet, Ayvalığın arka sokakları bir başka güzeldir. Sokakta gezerken, evin içindeki sohbetler size kadar gelir, tül perdelerini kaldırıp sohbetlere katılıveresim gelir. Ya da dışarıdan gözüken o küçücük evin kapısını açınca kocaman bir avlu sizi karşılar, üzüm bağlarından bir çardak, serin ve davetkar…
Dar sokaklarda komşuluk ilişkileri sıcakkanlı ve dostça oluyor. Konuşmalar ve kahkahalar sokaklardaki sessizliği renklendiriyor. Buradaki ortak mekanların boyutları ve sokaklar küçülmüş, insan ilişkileri daha pratik ve ruhsal yakınlıkları oldukça fazla. Herkes birbirini fazlasıyla tanıyor, kederler ve sevinçler artniyetsizce paylaşılıyor.
O anda içime İstanbul’da yaşamanın hüznü yerleşiyor. Caddeler büyümüş, mekanlar devasa olmuş. Yaşamlar bireyselleşmiş, hiç yok diyebileceğim komşuluk ilişkileri bir özlem olarak kalmış insanların içinde.
Ayvalığın dar sokaklarında yaşayan insanlarda esas olan dostluktur. Düşmanlaşma bile fazla keskin olmuyor. Oysa yaşadığım şehirde, komşuluk yaşanmadığı için düşmanlıklarda daha keskin ve affedicisiz oluyor. Sokakta gezerken, kocaman bir çardağın altındaki sohbetlerin rüzgarına kapıldım, nasıl kapılmayayım öyle bir damla sakızı kokusu yayılmış ki etrafa ister istemez sizi de çekiyor. Damla sakızlı kurabiyeler…
Çayımı yudumlarken çocukluğumun sokağı ve komşularımız geldi aklıma. Eğer komşumuzda kurabiye veya kek pişmişse, kokusu sokağa gelirdi… Bizlerde küçük arsız kediler gibi o eve gider payımızı alırdık. Bir anda sokaktaki çocukların hepsinin elinde ayni kekten, hem seviliyorduk hem de seviyorduk. Sokağımızdaki gönül bağı ve gönülden paylaşımlar hem bizlerin mutlu çocuklar olarak büyümemizi, hem de ailelerimizin çok daha sevecen ve paylaşımcı olmalarını sağlıyordu.
Şimdi sorsalar hep öyle mi yaşamak isterdin, yoksa İstanbul’un kocaman caddelerinde, çok katlı apartmanlarında mı ?
Hayal bu ya; O günleri isterdim. Gerçek mutluluğu yaşamak adına.
Sevgiyle kalın.
|