Sizi bilmem ama ben İstanbul’a ilk olarak trenle gelmiştim. Oldum olası severim trenlerin çıkardığı sesleri, sanki bir şarkı nağmesidir, arada sırada savurtursa da, restoranında oturmayı, ya da yataklıda keyif yapmayı severim…
Evet, İstanbul’a geldiğim zaman trenden indim, yanımda annem ve babamda vardı Haydarpaşa Garının o görkemli kapısından dışarı çıktım ve öylece kaldım, büyüleyici bir görüntüydü. Anadolu‘dan İstanbul’a gelenlerin İstanbul ile ilk tanışmaları, ilk öpüşmeleri işte o tarihi kapıdan çıkınca gerçekleşmekteydi.
Ama babam; Halit Refiğ’in 1965 tarihli “Gurbet Kuşları “filminde ki Bakırcıoğlu Ailesi gibi Haydarpaşa Garında trenden indiğinde Tahir Efendi’nin çocuklarına dediği gibi “Allah’ın izniyle ‘şah’ olacağız İstanbul’a şah. Sırt sırta verdik mi, kolay. Dağları bedesten ederiz, vallahi” diye bize umut vermedi. Ya da “İstanbul, ya sen beni yeneceksin ya da ben seni” sözü söylemedi. Hoş İstanbul’a gelen hep İstanbul’a yenilir ya…
Haydarpaşa Garının görkemli kapısından kimler çıkmamıştır ki… Valizini, ya da sırtında getirdiği yorganını kimler koymuştur kim bilir o merdivenlere. Ya da bu kapıdan geçip İstanbul’u terk etmiştir. Anadolu’dan İstanbul’a gelen temiz yürekli insanların umut kapısı olmuş, Yeşilçam’ın filmlerinde tüm görkemiyle yer almış, tarihi Haydarpaşa garı…
II. Abdülhamit; Demiryoluna çok önem veriyormuş, “Bunca kilometre demiryolu yaptım memlekete, çelik rayların ucu Haydarpaşa’da. Koca binalarıyla liman yaptım, yine belli değil. Bana o rayların denize kavuştuğu yere öyle bir bina yapın ki, Ümmetim baktığında ‘Buradan Mekke’ye kadar gidilir ‘desin “ demiştir.
Mesire yeri olan Haydarpaşa ormanlık bir alandı. Osmanlı ordusu burada toplanır talim yapardı.1872 yılında Haydarpaşa-Pendik arasında kısa bir demiryolu ve küçük bir istasyon yapıldı. Bu yetersiz gelince, Garın en güzel şekilde yapılması için bir yarışma düzenlendi. Yarışma sonunda iki Alman mimar Otto Ritter, Helmuth Cuna’nın Projeyide “Anadolu Bağdat “ isimli bir Alman şirketinin yapmasına karar verildi. Projede çalışmak için Almanya’dan İtalya’dan ustalar getirtildi. Hatta Hitlerinde burada çalıştığı da söylenir.
255 metre kare alanı kaplayan Gar binası 19 Ağustos 1908 de bitti.
Yüzyıllarca ihtişamını koruyacak olan Gar büyük bir törenle açıldı, 3. Selim’in paşalarından Haydar Paşa’nın ismi verildi.
Milli Mücadelede, Birinci Dünya Savaşı sırasında Haydarpaşa Garı önemli rol oynadı. Asker ve silah sevkiyatları Anadolu ya buradan yapılıyordu.
Haydarpaşa Garı 6 Eylül 1917’ de sabotaja uğradı. Büyük bir yangın çıktı ve birçok asker hayatını kaybetti. Yeniden onarılan Haydarpaşa Garı 1979 da Independente adlı tankerin patlaması ile yüksek ısıdan kurşun vitrayları zarar gördü, daha sonra aslına uygun olarak yenileme yapıldı.
O gün Haydarpaşa’nın üstünden yükselen alevleri gördüğüm zaman içimde sanki bir şeyler kopmuş ve çaresiz yangını izlemiştim, çoğumuzun içi de onun gibi yanmıştı. O yangın Haydarpaşa Garına büyük hasar verdi çatısı ve 4. Katı yandı. Yangının olduğu 28 Kasım 2010 gününden sonra, Tarihi Haydarpaşa Garı, Ocak ayı son seferi ile sessizliğine gömüldü.
Sonra ne mi oldu?
Sessizce yalnızlığa ve ölüme terk edilen Haydarpaşa Garı, her hafta meslek odaları, sendikalar, partiler, kent adına dayanışma platformları, sanatçılar girişimi, sosyal medyadan ve halktan gelenlerin yaptıkları oturma eylemi ile halen acısını paylaşmaktadır.
Artık kimse merdivenlerinde durup da İstanbul’u seyretmiyor, binlerce yolcunun geçtiği o doğunun muhteşem kapısı kapandı. Dünyanın en güzel silueti, tarihi-kültürü, anıları ile acı bir sessizliğe hakim, kaderini bekliyor.
Sevgiyle kalın, 7 Kasım 2012-10-07
|