Yurtdışına çıktığım zaman bu kadar fazla gezeceğim aklıma gelmemişti. İlk durağım Frankfurt’tu ve oradan da Türkiye ye geri döneceğimi düşünmüştüm, ancak çıkan bazı fırsatları değerlendirince ummadığım kadar çok yeri gezme imkânı buldum çok da mutluyum. Frankfurt’a Staedel Müzesinde katıldığım çalışma kursları da yanıma kar kaldı diyebilirim. Hem de çok zevkli oldu. Aslında Frankfurt’a torun sevdası ile geldim ama sonra ipin ucu kaçtı diyebilirim. Gezdiğim müzeler, okuduğum bilgiler katıldığım çalışmalarla ruhum beynim sanata doydu desem…
Frankfurt, tam bir finans şehri. Burası çok pahalı çünkü kozmopolit bir yer çok çeşitli ülkeden insan yaşıyor, 2000 yıllık bir şehir olan Frankfurt’a Main nehri, gökdelenler insanın başını döndürüyor. Nefis opera binası sanki dantel gibi işlenmiş, hayvanat bahçesi, bir başka âlem gezerken temizliği ve hayvanların mutluluğu size yansıyor. Hemen aklıma eski Gülhane Parkındaki hayvanat bahçesi geldi. Frankfurt’a en çok neyi sevdim biliyor musunuz? Elliden fazla müzesi var gez gezebildiğin kadar, tabii paran yeterse…
Duesseldorf Rhein (Ren)Nehri kıyısında kurulmuş. Bu şehir de Almanya’nın ekonomi merkezlerinden. Burada gezerken şehrin kendine özgü koyu renkli binaları dikkatimi çekti. “Neden? “Dediğim zaman burada “kimin binası daha iyi “düşüncesinin sahip olduğunu öğrendim. Çok lüks marka mağazalar sizi pek çekmiyor çünkü oldukça pahalı. Burada” Öğrenci Zindanı” diye bir yer var, oldukça değişik, 16. Yüzyılda inşa edilmiş ve yaramaz çocukları ayda üç gün sokaklardan uzaklaştırmak adına buraya koyuyorlarmış.
Ama Dresden’i çok sevdim. Belki de her yerde yeşil hâkim olduğu için. Ormanlık alanları, parkları ve bahçeleri öyle çok ki sanki sayfiye yeri. Şehrin içindeki evler, opera binası müzeleri çok değişik bir mimariye sahip saatlerce zevkle seyredebilirdim. Bu şehrin sanatsal yönden de çok zengin olması dikkatimi çekti iki tane büyük müzesi var ama her yerde olduğu gibi bu müzelerde de resim çekmek maalesef yasak. Gezerken atladığım bir şeyi de öğrendim. Burası ayni zamanda büyük opera bestecisi Wilhelm Wagner’in 1800 yıllarda eserlerinin çoğunu buradan dünyaya duyurduğunu öğrendim. Zaten öyle güzel bir yer ki burada her türlü sanat insanın ruhunu harekete geçiriyor.
Bütün bu gezileri yaparken, Köln’de gördüğüm katedral hepsine deydi diyebilirim. Daha Köln’e girmeden uzaktan görülen ve şehrin en büyük binası olan katedral dantel gibi işlenmiş devasa büyüklüğüyle insanı kendine hayran bıraktırıyor. Bu katedral Katolik mezhebi için yapılmış “ama kaç yılda?” Tam 632 yıl sürmüş.1248 yılından 1880 yılına kadar kim bilir kaç işçi çalıştı. Zaten katedralin altında durup başınızı kaldırdığınız zaman en uç noktayı görmekte zorluk çekiyorsunuz. Başımı kaldırdığım zaman “bunun en ucunu görmek için yere yatmam gerekiyor galiba” dedim. İçi de bir başka âlem, kaftanlar, kutsal emanetler, heykelleri, izlerken gözleri m kamaştı. Köln Avrupa Post-modern Sanatının merkezi sayılıyor. Ludwig Müzesi tüm görkemiyle kapısını size açıyor, içerde yok yok. Daha çok Rus ve Amerikan sanatçılarının eserleri var. Picasso’nun eserleri de ağırlıklı olarak bulunuyor. Saatlerce gezebilir insan bu doyumsuz güzelliği izlemek için. Bütün müze gezilerinin en mutsuz yönü o güzellikleri resmedememek…
Essen’de beni şaşırtan gördüğüm Maden Müzesi… Ruhr Müzesi 19. ve 20. Yüzyıllarda kömürle çalışan endüstrinin ayakta kalmış en önemli örneklerinden birisi bir maden ocağı ve şimdi müze olarak ziyaretçilerini ağırlamakta. Anıt gibi tasarlanan müzede ham kömürün işlenme süreci ses ve görüntü ile projeksiyonları ile izletiyorlar. Karmakarışık duygularla izledim. Çünkü o gün ülkemde sekiz maden işçisi ölmüştü. Kömür madeninde çalışan işçilerin kullandığı her türlü alet tünellerde duvarlara konulmuş. Ortam o kadar gerçek ki makinelerin başında işçileri hayal ettim, sadece büyük bir sessizlik var. Dehliz gibi tünellerden geçerken, burada 1960 yılından önce çalışan Türk işçileri geldi aklıma. Çalışanlar emeklilik yaşı gelmeden hastalanıp ölmüşler. Maden de kömür taşıyan atlarda aşağıya indirildikten sonra bir iki ay içinde kör oluyorlarmış. Altı ay için de ölüyorlarmış. Şimdi bu dev sanayi yeri müze olarak ziyaretçilere açılmış. Küçücük çocuklar rehber eşliğinde gruplar halinde müzede gezerlerken, bizde de kapatılan pek çok maden işletmeleri oldu bu şekilde değerlendirilebilirdi, tüm ölen maden işçileri anısına diye düşündüm…
Essen’in en meşhur müzelerinden birisi de Museum Folkwang, hoş bu müze için Avrupa’nın en muhteşem müzesi diyorlar, onu da başka bir yazımda anlatmak isterim.
Gezdiğim şehirlerden “en çok nereyi mi sevdim ?”Tabi ki Gelsenkirchen çünkü burada dil problemi hiç yaşamadım. Çoğunluk Türk “ne güzel değil mi?”
Sevgiyle kalın…
Belma Demir Akdağ, Essen,13.1.2013
|