Frankfurt’tan hızlı trenle Essen’e gittim, doğanın yeşil rengi, bitki örtüsü, evlerin değişik mimarisini seyrederken bir bakıyorum bir şehir bitmiş, buranın yüzölçümünün küçük olması nedeniyle, şehirlerarasında çok büyük boşluklar yok, sanki zincir gibi hepsi birbirinin içine girmiş.
Yan yana duran evlerin farklı eyaletlere bağlı olması beni şaşırttı.
Frankfurt’un gökdelenleri Essen’de yok. Burada değişik devletlerden insanları da az gördüm. Alman ve Türk ağırlıklı bir şehir. Laf aramızda taksicilerin çoğu da Türk burada. Essen’in en meşhur müzesi Folkwang, hadi gidelim dedim, demez olsaydım…
Bu müzenin yaptığını bana hiçbir müze yapmadı. Tamam, Dünyanın en muhteşem müzesi “Museum Folkwang “dediler. Ama içeriye girmek, adeta bir azaptı. Müze sabahleyin saat 10.00 da açılıyor. Ayaz, insanın içini donduruyor, yollarda cam kırıkları gibi buz parçaları, saat 9.00 da müzenin önündeyim. “Aman Allahım! Bu ne kuyruk yüzlerce insan kuyrukta sessizce bekliyor”. Ben de bir saat bekledim ve bir kişi ilerlemedi. Tabii eve dönüş yolculuğu başladı. Arkadaşım öğlen kimse olmaz deyince tekrar gittik, maalesef sanki içeri kimse girmemişti. Müzeye girişim akşamüstü 18.00 de gerçekleşti. Hoş ben girmekten vazgeçmiştim ama yanımdakiler hırs yaptı ,“buraya kadar geldiysek içeri gireceğiz” dediler. Aslında oldukça da pahalı bir müze, giriş bizim paramızla kırk küsur desem…
Bu kadar izdihamın nedenini içeri girince öğrendim. Meğer Munch Matisse’ nin sergisinin son iki günüymüş. Hâlbuki yol boyunca direklerde Matisse ‘in resimlerini görmüştüm ama ayılamamışım…
Müzeyi gezme zevkimi, tüm yaşadıklarım tamamen öldürmüştü. İçeri girince derin bir soluk aldım, iyi ki girmişiz dedim. Avrupa’daki bazı müzelerde girerken resim çekebilirsiniz ancak yayınlayamazsınız, sizinle bir sözleşme imzalıyorlar. Çoğu müzelerde ayni zamanda müzik sanatı ile ilgili ayrı bölümde bulunuyor. Eğer oraya da girmek istiyorsanız daha fazla para harcamanız gerekiyor. Güzel tarafı çoğu müzenin çocuklar ve yetişkinler için kurs veren bölümlerinin olması.
İstanbul’da sergi açtığım zaman gelen ziyaretçilerin içinde gençleri görünce çok mutlu oluyordum. Gençlerin sanatla ilgilenmesi bir başka sevinç veriyor içime. Folkwang Müzesini gezerken öğretmenlerin çocukları müzeye getirmiş olmasını hayranlıkla izledim.
Essen’deki Folkwang Müzesi, Fovizme odaklanmış. Alman ve Rus sanatçıların Ekspresyonist çalışmaları var. Bu müze ününü 19. Yüzyıl klasik ve modern resim- heykel koleksiyonuna borçlu, ancak Nazi sanat politikası nedeniyle,2.Dünya Savaşında, sanat adına çok yara almış. Acı ama buradaki çoğu müze bu kaderi yaşamış…
Cezanne’dan Van Gogh’a, Rodin’in heykellerinde Kampinsky’e, Renoir’dan, Mattise’e kadar pek çok sanatçının eserleri yıllar sonra toplanıp tekrar bir araya getirilmiş. Gaugen,Van Gogh,Cezanne gibi ünlü sanatçıların eserlerini satın alan ilk müze denilmekte, belki de giriş ücreti onun için çok pahalı.Fakat gerçeği de yabana atmamak lazım, bu müze eserleriyle insanı büyülüyor.
Munch Matisse’nin “Renk Cümbüşü” isimli sergisi tahmin ettiğiniz gibiydi. Doyumsuz bir renk cümbüşü ve devamında, Wassily Kadinsky’nin, Franz Marc’ın eserleri hangisine bakacağını şaşırıyor, insan, bu gezide çok şey öğrendim, çok şey gördüm… Bu müze hakkında defalarca yazı yazabilirim.
Aslında Köln’deki Ludwig Müzesi de, Modernizmin doruk noktasında idi, Picasso’nun üçüncü büyük koleksiyonu bu müzedeydi, Gezerken her taraftan Picasso’nun resimlerinin size bakması değişik bir duygu yaşamanıza neden oluyor. Buradaki Spiegelman Çizgi roman bölümünü gezerken çocukluğuma döndüm. Bu müze Amerika dışında en büyük pop sanat koleksiyonuna sahipmiş. Zaten bunu da gezerken de anlamamak mümkün değil.
Burada gezdiğim her yeri yaşadığım her şeyi sizlerle paylaşmak isterdim.
Her müzenin içindeki kafe son durak, burada oturtup kahvemi yudumlarken, Avrupa da sanata karşı ilginin ne kadar fazla olduğunu düşünüyorum. Yaşlı ve genç herkes sanatla içiçe, kimse kimseyle ilgilenmiyor, konuşmalar kısık sesle sanki kimse konuşmuyor, bu müzelerde konuşan sadece sanat… Düşüncelerim, ister istemez ülkeme gidiyor;
Evet, bu bir sanat politikası, eğer istenirse geçen yazımda da yazdığım gibi maden ocakları da… Kapanmış fabrikalar da... Müzelere dönüştürülebilir, çocuklar ve yetişkinler bu müzelerde eğitim görebilirler.
Yeter ki sanatı ve sanatçıyı destekleyen politika olsun…
Sevgiyle kalın.
Belma Demir Akdağ, Essen,20.1.2013
|