Diyorlar ki bir anda ortalık toz dumana karıştı. Neler oluyor bu yurdun dört tarafında, üstüne ölü toprağı serpilmiş diye nitelendirilen, halka. Gençlerin akılları bir karış havada diye düşünenler, olayları şaşkınlıkla izliyor. Şaşırmayın bu kovanın taşıp sel olmasıdır. Hadi sel oldu, durur muydu? Belki… Ama durmadı gittikçe ateş çoğaldı. Sosyal medyada düşüncelerini dahi yazmaya korkanlar şimdi özgürce yazmaya başladı. Korkuyu mu yendiler? Yoksa “yetti bee mi?” dediler…
Yaşanan olaylar, söylenen sözler, birbiri ile çelişkili konuşmalar işte o damlayı sele çevirdi. Kimse kimseye suç bulmasın. Çocuğunuza yanlışı anlatırken doğruları söylemeniz gerekir eğer sizin iki kere yalanınızı yakalarsa artık o çocuk için güvenirliğiniz yok olmuştur. İşte bunun gibi bir şey.
Polisler elbette verilen emiri yerine getirecektir. Görevi budur. Ancak tazikli suyu bir metreden insanların göğsüne sıkmak o polisin tercihidir. Tekerlekli sandalyede olan kişiyi hedef yapıp su sıkmakta tercihtir. Bir insanın kafasını hedef almakta tercihtir. Peki, neden böyle oldu polisler. Geçmiş senelerde polislerle siviller arasında sevgi köprüleri kurmaya çalışırken, bir günde köprüler nasıl yıkıldı.
Bizler bu vatan için çok şehitler vermiş bir ülkeyiz. Ama kardeş kardeşe düşürülüp şehit vermek, kitabın neresinde yazıyor bilmiyorum.
Olayları seyrederken zaman zaman yapılan acımasız şiddet insanı isyan ettiriyor. Toplum olarak, geleneklerimize göreneklerimize dil uzatılması, dinleyenleri çıldırtıyor.
“Taksim Gezi Parkı “ nı gezerken ne sidik kokusu ne de başka bir koku gelmedi burnumuza, bir başka dünya oluştu orada. Saf ve temiz, vatan, doğa sevgisi kucakladı herkesi. Orada bayılan bir hanım için iki dakikada gelen cankurtaran ve doktorlar, bir başka güzellikti, yardımlaşma derseniz hat safhada…
Şimdi burada yardım yapan doktorlara da soruşturma açılıyor, kardeşim siz mezun ederken yemin ettirmiyor musunuz? Bu gençlere , “ben doktorum hastane dışında kimseye yardım etmem” diye yemin etmiyorlar, “her zaman her yerde” demiyorlar mı? Evet, doktorlara soruşturma açılırken, avukatlar yerlerde sürünüyor, halk dersen gazdan bunalmış vaziyette, Beşiktaş’ta oturan bir dostum “isyan ediyorum “ diye bağırıyor. Neden mi evde bir yaşında ikiz bebekleri var ve gazdan evin içinde duramıyorlar, yani gaz sıkılırken evlerinde hastası, çocuğu olanlar dikkate alınıyor mu? Hayır, sanırsınız ki böceğe sıkıyorlar bol keseden, meğer ne bitmez gazımız varmış… Meğer ne yoğun bir nefret bürümüş ortalığı…
Atatürk’ümüz 1921 yılında, dediği gibi;
“• Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin ve büyük atalarım en kıymetli mirasından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevi, özel ve resmi hayatımın her safhasını tanıyanlarca bu aşkım bilinmektedir. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın var olması ve devam etmesi, mutlak o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla mümkündür. Ben şahsen bu saydığım niteliklere
çok önem veririm ve bu niteliklerin kendimde varlığını iddia edebilmek için, milletimin de aynı nitelikler ile donanmış olmasını şart ve esas bilirim…22.04.1921,Hakimiyet-i Milliye Gazetesi.”
Evet, özgürlük için yıllarca mücadele etmiş bir ülkenin çocuklarıyız. Bizler Atatürk çocuklarıyız. Ayrımcılık yapmayalım bu ülkenin içinde yaşayan herkes bu vatanın çocuklarıdır. Sevda türküleri hepimizindir, El ele tutuşalım inadına birlik olalım, inadına sarılalım, özgür olacağımız, bağımsız
olarak yaşıyacağımız başka bir vatanımız yok. Başbakanımızın dediği gibi, onlar bunlar değiliz bizler
alevisiyle, sünnisiyle, kürdüyle,ermenisiyle, hepimiz bu ülkenin çocuklarıyız…
Sevgiyle kalın…
Belma Demir Akdağ,15.6.2013
|