Bu dünya yaratılırken bir erkek bir de kadın yaratılmıştır. Her iki cinse verilen yaşam hakkı da belli bir zaman sonra sona erer, tıpkı doğdukları gibi yok olurlar. Her iki cinste yer, içer, çalışır. Tek fark kadına verilen ayrıcalık “annelik” gibi kutsal bir görevdir. Buda kadının erkekten olan üstünlüğünü gösteriyor. İnanıyorum ki erkeklere de böyle bir hak verilseydi kadınlar yapmasın diye o hakkı da ellerinden almaya kalkarlardı herhalde.
Kadınları neden anlayamadıklarını, neden kabullenemediklerini anlamakta zorlanıyorum. Aşkı yaşarken kadını hayatının en üst noktasına koyan erkek, başarı grafiği yükselen kadını neden kıskanır?
Kadınları düşündüğüm zaman, hep bir yanım mutlu bir yanım hüzünlü oluyor. Kadını hayatında farklı yerlere koyan erkekleri de aslında bir kadın doğuruyor.
Malatyalı bir hanım arkadaşımla konuşurken bana “biz erkeklere hizmet için dünyaya getirildik, bize böyle öğrettiler, böyle büyüdük” dediği zaman içim burkuldu. Yılları devirmiş eşinin halen banyosunu yaptırıp, tırnaklarını kesip, yemeğini yapan kadın, hastalandığı zaman ilgiyi sadece çocuklarında bulması ne acı değil mi? Hayır, kadın erkeğin kölesi değildir. Toplumumuzda özellikle kırsal kesimde halen devam eden bu düşünceler eğitimi özellikle mi kadınlara az veriyorlar diye düşündürüyor beni. Geçenlerde Doğu Bölgesinin bir şehrinde evlenen kızımız dertleniyordu. Efendim düğünde gelini aile büyüklerinden” erkek olması gerekiyor” kaldırmazsa oynayamazmış, neden? Düğün benim düğünüm elbette eğlenmek herkesten çok benim hakkım. Ama bu zihniyet i anlatabilmek oralarda zor, herhalde.
Hep dönüp dolaşıp eğitime geliyorum. Aile içi eğitim ve yetiştirilme tarzı, çevre her zaman çok etkili oluyor. Kadını cinsel meta olarak gören erkek, yeri geldiği zamanda aşağılamayı kendinde hak olarak görmektedir. Oysa kadın için de erkek için de cinsellik tüm canlılarda olduğu gibi yaşamın doğasında vardır.
Kadını tapulu malı gibi gören erkek, kadının hayatında sadece kendisinin olmasını istemektedir. Erkek egemenliğinin ağır bastığı ülkemizde kadına taciz yapmayı kendinde hak gibi görenlerimiz vardır. Bunlar elle, gözle, dille ve sanal alemde hiç çekinmeden yapılan tacizler.
Çocuk doğurmak, çok kutsal bir görev. Allah’ın büyüklüğünü bir kez daha kendi bedeninizde dokuz ay o canla beraber yaşayarak öğreniyorsunuz. Ama üç beş çocuk doğurduğunuz zaman kısacık olan hayatınızda, uzunca bir zaman yaşam dışında kalmanız gerekiyor. Bu tür yaşamı tercih edenler, ekonomisi çocukları eğitmeye yetecek kadar güçlü olanlar tercih edebilirler.
Kadınlar evlerinde, iş hayatında daha fazla mücadele etmek zorundadırlar. Ama buna rağmen sen hamilesin diye işten atılan da kadındır. Ona buna baktın diye öldürülende kadındır. Adamın sinirini boşaltmak için dayak yiyende kadındır. Tecavüz edilip de tahrik etti mi diye düşünülen de kadındır. Para kazanmak için bir mal gibi alınıp satılan da kadındır. Kadının kişiliği ile kıyafeti ile saçıyla, rujuyla, kaç çocuk doğuracağı ile ve hatta hamileyken sokağa çıkmasının ayıp olacağına kadar karışılan yine kadındır.
Özgürlüğü sonuna kadar yaşamak kadınların hakkı değil mi? Doktorların yürüyüş yapın diye telkin ettiği hamile anne adaylarına neden evde oturulması söylenir? Neden hamile kadın görünce rahatsızlık duyulur? Anlayamıyorum ve anlamakta zorlanıyorum…
Benim için ne kadın ne de erkek birbirleri için yaşamından vazgeçmemeli. Mademki bu dünyaya beraber gelmişiz, bizleri kabullenmek zorundasınız. Saygı duymak zorundasınız isteseniz de istemeseniz de.
Sevgiyle kalın…
Belma Demir Akdağ,28.7.2013
|