“Ben bir insan, ben bir Türk şairi Nazım Hikmet ben tepeden tırnağa insan tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret... Ben hem kendimden bahseden şiirler yazmak istiyorum, hem bir tek insana, hem milyonlara seslenen şiirler. Hem bir tek elmadan, hem süpürülen topraktan, hem zindandan dönen insan ruhundan, hem kitlelerin daha güzel günler için savaşından, hem bir tek insanın sevda kederlerinden bahseden şiirler yazmak istiyorum, hem ölüm korkusundan, hem ölümden korkmamaktan bahseden şiirler yazmak istiyorum”.
Evet Nazım Hikmet Ran kendini böyle anlatıyor. Usta Türk şairi, oyun yazarı, romancı, anı yazarı Selanik’te 15 Ocak 1902 de doğmuş ve 1963 yılında hayatını kaybetmiş. O, “Romantik devrimci” ve “ Romantik kominist” olarak tanımlanır. Yazık ki siyasi inançları yüzünden bu kısa hayatının büyük bölümü hapiste ya da sürgünde geçmiştir. Sürgün dönemlerinde hep farklı isimler kullanmış, hatta o dönemde “İt Ürür Kervan Yürür” kitabını Orhan Selim adıyla çıkarmış dünyada 20. Yüzyılın en gözde şairleri arasında gösterilmiştir.
Hep memleket aşkıyla yanan Nazım şiirlerinde özlemini anlatmıştır. Tüm zorluklara rağmen aşklarını dolu dolu yaşamış mavi gözlü dev adam.
O mavi gözlü bir devdi. Minnacık bir kadın sevdi. Kadının hayali minnacık bir evdi, bahçesinde ebruli hanımeli açan bir ev. Bir dev gibi seviyordu dev. Ve elleri öyle büyük işler için hazırlanmıştı ki devin, yapamazdı yapısını, çalamazdı kapısını bahçesinde ebruli hanımeli açan evin.
Beş kadınla evlenen Nazım, önce Nüzhet sonra Piraye, Münevver ve Vera ile büyük aşklar yaşamış. Son eşi Galina ise Nazım’ın şiir yazmadığı tek kadındır. Opera sanatçısı Semiha Berksoy, yazar Suat Derviş ve Cahit Uçuk da Nazımın gönlünü kaptırdığı kadınlar arasındadır.
Bugün okumaya doyamadığımız şiirler, kitaplar, anılar ve yüzlerce mektup, yaşadığı aşkları bize anlatmaktadır. Ancak Piraye ile olan aşkı hep ağır basmış mektupları ve şiirleri ağırlıklı olarak Piraye için yazılanlardır.
Yalnız kadınlara olan aşkları değil onun aşkları öyle çok ki, mektuplarında başka başka aşk anlayışını da anlatmıştır.
“…Mesela ben 45 yaşımı bitirdim. Ama her gün biraz daha aşık oluyorum. Karımdan, sanattan, tabiattan, insanlardan, idealizmden tut da kanaryama kadar her şeye dolu dizgin aşık oluyorum. Ve çok şükür aşığım. Bu aşk mistik manada falan değil. Platonik aşk değil. Her birine ayrı ayrı pratik tezahürleriyle faal bir aşk… Bana öyle geliyor ki, bir tek insana, yüz milyonlarla insana, her tek ağaca, bütün ormana, tek bir düşünceye, fikre, birçok düşünceye ve fikre aşık olmadan yaşamak yaşamak değildir.” Bir zamanlar yasaklı olan bu eserler, ne kadar yasaklansa da her dönemde okunmuş ve her dönemde de konuşulmuştur.
Sevgiyle kalın…
Belma Demir Akdağ,04.06.2014
|