Uzunca bir zamandır hastanelerdeyim. Bu aralar bir aydır haftada üç gün diyebilirim, hastanenin kuytu köşelerine kadar keşif yapmakla meşgulüm. Herhalde gittiğim hastanenin labirent gibi koridorlarında en kestirme yollarını, benden iyi öğrenen olmamıştır diyebilirim.
Hele geçenlerde hırs yapıp sabahın altı buçuğunda hiç kimsenin olmadığı koridorlarda gezip ve bir koltuğa oturup hayal kurma zevkini yaşadım ki sormayın gitsin... Sonra keşke kaykaylarımı getirseydim diye düşündüm koridorlarda koşarken. Zaten öyle bir kendimden geçtim ki sohbetler, nasihatler ve şakalar boyutuna gelmiş vaziyetteydim. Dalga geçiyorum sandınız değil mi? Yok hepsi gerçek.
Hastanede oturup gelenlere bakıyorum, en aşağı perdeden ve en üst perdeden kurulan iletişimleri izliyorum, herkesin karınca gibi delicesine bir yerlere koşuşturduğunu görmek “bak işte burasıda küçük Türkiye” düşüncesini getirdi aklıma. Sadece bazılarının hiç sevmediği kahkahalar burada yok. Kimi zaman düşünceli, kimi zaman kızgın, kimi zaman de sakin yüzler. Ama mutluluk belirtisi yaşayan yüzler pek az.
İnsan hastanede keyiflenir mi ki gülsün? Diyeceksiniz. Tüm işlerinizi kısa zamanda yapsanız, karşınıza çemkiren çalışanlar çıkmasa, kulağına volkmen takıp konuşanları hiç duymuyormuş havasına giren görevliler olmasa, ya da yaptığı işi devlet yönetiyormuş gibi, idrar yapma kutusu verme olan arkadaş, insanları aşağılamasa günaydın kelimesini çok gören doktorlar olmasa, ya da aldığınız randevu bir ile on ay arasında verilmeyip de bir hafta içinde verilse siz de gülersiniz, mutlu olursunuz. Hani eskiden resimler vardı sus işareti yapan güzel gözlü ve dudaklı gülümseyen hemşireler, küçükken hemşireleri böyle görürdüm. İşte çoğu reklamlar gibi bunlarda kandırmacaymış. Gerçek farklı. Orada herkes doktor hatta profesör, sıra verme profesörü, ya da kaşe vurma uzmanı gibi kalifiyeler… Ama hepsinin olmazsa olmazları yüzler asık ve duygusuz. Bu arada şunu da söylemeden yapamayacağım. Çoğu doktorlar ve bazı elemanlarda da gözle görülür iyi yönde bir değişim olmuş bu da insanı umutlandırıyor.
Kızmayın ama ben dayak destekleyen bir insan değilim hatta şiddete sonuna kadar karşıyım, ama yine de düşünmeden kendimi alamıyorum. Bu doktorlara vuran kişilere kızıyorum, ama diyorum ki vuran mı vurduran mı? Aklımdan geçmiyor değil. Bazen işin endazesi öyle bir kaçıyor ki iş çığırından çıkıyor. Şahit olduğum bir olay beni güldürmüştü. Adam karısı için bir şey sordu doktor sinirlendi ve sonra hastaya dedi ki “ ben doktorum karşımda hazır ol da duracaksın başın önünde olacak” işte o anda adam şahin gibi doktorun üstüne atlamaya çalıştı ama adamı tuttular. Sonra adamın “ sen doktorsan ben de mühendisim …” Diye bağırması işin ne kadar basite indirgendiğini gösteriyor insana.
Doktor eğer o işi gereği gibi yapsa belki de hasta onun bilgisinin karşısında saygı duyacaktır düşüncesindeyim. Ama en çok da neye kızıyorum biliyor musunuz? Doktor olmayan çalışanlar var ya işte onlar doktordan da doktor. Sanırsın hastane sahibi, hay Allah’ım ölür müsün öldürür müsün?
Bir de bu hengâmenin arasında yetmişin üstündeki fevkalade yardıma ihtiyacı olan hastaların tek başlarına o hastaneye gelip tedavi olmak için oradan oraya savrulması insanı üzüyor. Gençlerin zor baş ettiği hastane ortamında o insanların yalnız olup itilip kakılmaları insanı incitiyor.
Evet, bu yazdıklarım bayağı iyi hastane denilenlerden, diğerlerini hayal etmek bile zor.
Bu hastaneler düzeldi deniyordu ya, hastane anlatmakla değil yaşanmakla anlaşılıyor…
Sevgiyle kalın…
Belma Demir Akdağ,25.08.2014
|