Herkes uyudumu diye etrafı dinledi, tık yoktu. Ranzadan doğruldu, yukarda tavana yakın, odayı aydınlatan iki küçük pencerenin tülünü araladı. Dolunay bütün ihtişamıyla gecenin karanlığı delmiş, her taraf ışık seline boğulmuştu. Sessizce ranzadan indi, kız kardeşinin fısıltı gibi sesini duydu ‘’nereye abla’’ dedi. Sus diye işaret etti. Yazlık ev çok küçüktü, her türlü ses, karşı odada uyuyan anne ve babasına gidebilirdi.
‘’Gitmem lazım, böyle bitmez, bir neden söylemesi lazım!’’
Kız kardeşi şaşkınlıkla ‘’saat kaç, delimisin, bizimkiler uyanırlarsa çok kötü olur’’ dedi.
Hiç umursamadı, geceliğini üstünden attı. Eline geçirdiği en düzgün kıyafetleri üstüne giydi. Erkek kardeşine baktı. Poposun da kelebekler uçuyordu keratanın. Yüksek nefes alışlar, hafif horlamaya dönüşmüştü. Yazlık evlerinde üçü bu küçük odada, iki kişilik ranza ve bir yatak paylaşıyorlardı.
Kız kardeşini öptü. Karanlıkta parlayan çaresiz ve öfkeli bakışlarını görmemezlikten geldi. Ses çıkarmamaya çalışarak yatak odası kapısını açtı. Ayaklarının ucunda ön kapıya yöneldi. Sessizliğin içinde döndürdüğü anahtar adeta çınladı. Durdu etrafını dinledi, anahtarı cebine attı. Elinden geldiğince kapıyı sessizce kapattı.
Tek korkusu sitenin dışına çadır kurmuş olan karpuzcuydu. Gündüzleri bakışları çok rahatsızlık vericiydi. ‘’Tepenin Gözleri ‘’filmindeki Michael Berryman'a benziyordu.
Sitenin dışına çıkan yola doğru yürüdü, tren yoluna çıktı. Etrafına bakındı, saat aşağı yukarı üç olmalıydı. Tren yolu ayın ışığıyla rayları, etrafındaki irili ufaklı taşları adeta altına dönüştürmüştü. Onun evine giden yol önünde uzanıyordu. Cırcır böceklerinin sesi bir anda kulaklarına doldu. Yazın verdiği sıcaklığı hafif bir rüzgar bozdu. Cesaretle yürürken ayak seslerini dinledi. Bir anda onu gördü. Karpuzcu bir hayalet gibi tren yolu üzerinde belirivermişti. Korku çığlığını bastırsa da, midesine doğru bir kasılma hissetti. Kan adeta beynine sıçradı, donmuştu.
‘’Ne istiyorsun çekil yolumdan’’ diye seslendi. Kendi sesinin kararlı tınısı ona iyi geldi. Kalbi adeta ağzında çarpıyordu. Yüzüne bakmadan yanından geçti. O bir şeyler söylemeye çalışırken, bütün dikkatini yukardan geçen E5 karayolundaki arabaların, kamyonların, tırların seslerine verdi. Paniklese de arkasına dönüp bakmadı, yoluna devam etti. Kendi nefesinden başka bir ses duymayana kadar hızla yürüdü.
Onun villasının bütün ışıkları açıktı. Evden Körfeze doğru ışıltılar uzanıyor, renkli yansımalarla geceye ayrı bir renk katıyordu. Verandaya girdi, herkes oradaydı, iki kankası, dürbün gözlüklü sevgilisi- onun yüzünden terk edilmişti. Başköşede
O, hep birlikte oturuyorlardı. Şaşkın yüzler normale dönmesi biraz uzun sürsede ‘’ hoş geldin’’ dediler.
Uzun bir sessizlik… Kendi aralarında orda yokmuş gibi konuşmaya daldılar. O ‘’biz yatmaya gidiyoruz’’dedi. Dürbün gözlüklüyle evin içinde kayboldular. Kimse seni eve bırakayım demedi. Geride kalanlara giderken iyi geceler dedi mi? Hatırlamıyordu. Sessizce kalkıp kendini tren yoluna zor attı. Bütün korkusuna rağmen yoluna yöneldi.
Gökyüzüne baktı, gecenin en büyük şahidi dolunayla göz göze geldi. Gözyaşları yüzünden süzülürken, dimdik yürümeye çalıştı. Aşkı önce kalbinden, sonra ellerinden kayıp gitmişti…
Yaşanmış aşklar, çağlayanlar gibidir, zamanla küçülür. Geride acı tatlı hatıralar kalır. Bazen bir gül bahçesinde, bazen sonsuz vadilerde, bazen de uçurumunun kenarında buluverirsiniz kendinizi. Hayat bazen bir hikayeden masala dönüşür. Geçmiş bir köşede hep sizi bekler, ister gözünüzde canlandırırsınız ister içinizi döker, anarsınız. Yaşam devam eder, hatıralar ise hep orada, anılar içerisine saklanmış, sizin onları tekrar su üstüne çıkarmanızı bekler.
|