Günler uzuyor, doğa kış uykusundan çıktı, bahara hazırlanıyor. Antalya’da olmanın en güzel tarafı iki mevsimi bir arada yaşamak oluyor.
Antalya’nın kuruluş efsanesine göre; M.Ö. 2. yy.da Bergama Kralı Attalos II. (M.Ö. 159-138) hükümdarlık hudutlarını genişletmek ve yeni liman şehirleri kurmak amacıyla askerlerini güney yönüne gönderir. “Bana bu yeryüzü üzerinde öyle bir güzel yer bulun ki, bütün kralların aklı kalsın. Kimse gözünü bu yerden ayıramasın. Orada liman şehirleri kuracağım.” der. Bunun üzerine Bergama’dan ayrılan kabileler, Ege sahillerini ve kral Attalos’un istediği güzellikte bir yeri aylarca ararlar. Sonunda güneye inerek Akdeniz sahillerine ulaşırlar. Antalya körfezine geldiklerinde bir süre gözlerini bu göz kamaştırıcı manzaradan ayıramazlar. Kabile başkanı: “Şükürler olsun sana Zeus, nihayet Attalos’un şehrini bulduk.” diye haykırır. Daha sonra Bergama Kralı Attalos II. Burada bir şehir kurar ve şehre kendi adını verir. Şehre Türkler Adalya, Araplar Antaliye, Cumhuriyet devrinde ise şehrin ismi Antalya olur…
Toros Dağlarının batı uzantısı olan Beydağları, Antalya Körfezi'nin batısında kuzey ve güney doğrultusunda körfeze paralel olarak uzanır. Mart ayında, yılların dağcısı Ömer Faruk Gülşen’le dağlara doğru, birkaç kez foto safari için yollara düştük.
Ömer Hoca mevsime hayat veren çiçeklerin, dağların yamaçlarında bulunan kuytulardaki en güzel yerlerine götürdü. Yollarda bahar dalları adeta kollarını bize uzatıyor. Kardelenler gölgelerde, bazen karlar içerisinde, mevsimi terk etmemek için en güzel mücadelesini veriyor. Sıklamenler fuşya renkleriyle, yüksek tepelerde, öbek öbek bizi büyülüyor. Suyu çekilmiş gölet kıyılarında, çiçekler tomurcuklanmış, çoğu açmış bize ‘’merhaba’’ diyor. Ayı Gülleri - Şakayıklar- zamanına az kaldı. Yakında onları da görmeye gideceğiz. Çiçek, böcek fotoğrafı çekmeyi sevmesem de, tabiatın ilk uyanışlarını görmek beni heyecanlandırıyor. Kimi yerde kar ve soğuk, kimi yerde bahar ve meltemi var.
Şehir hayatından uzak, çam ormanları içinde, temiz hava ve sessizlik sizi adeta sarıp sarmalıyor. Şehrin kirli havasından sonra, dağlardaki oksijenle hayatın en güzel manzaralarını gözler önüne sererken, yaşamın anlamını size hatırlatıyor.
Bazen bir kayanın üstüne oturup, bu manzarayı seyretmek, bana huzur veriyor. Hayallerse bedava, kur istediğin kadar, senle beynin arasında dans edip duruyor. Günü birlik bu geziler, yepyeni yerler, bire bir yansıyan göletler, bahar çiçekleri, gökyüzünün mavisine karışmış çam ağaçları arasında geçiyor.
Geçtiğimiz köylerin renkli damları, ahıldan gelen hayvan sesleri, terk edilmişlik hissi veriyor. Kim bilir ne hayat hikayeleri, nasıl göçler etkilemiştir burada yaşayanları! Bizler onlara özenirken, onlar yaşamın zor şartları içinde, modern hayattan uzak kendi yağlarıyla kavruluyor.
Efsanelere konu olmuş, tarihi içinde barındıran binlerce ören yeriyle Antalya görkemli dağları ile her mevsim bize ayrı manzaralar sunuyor. Temmuz Ağustos çekilmez. Cehennem yeri gibi oluyor. İmkanım olsa, iki ayı makasla kesip, atıveresim geliyor.
Şu an en güzel aylara doğru gidiyoruz. İleriki günlerde, yeni yerler, yeni heyecanlar yükseklerde bizi bekliyor.
Şahika Öner
|