Dünya can çekişiyor. Arada kaçamaklar haricinde, günler birbirine benziyor. Yasaklarlarla birlikte, hayatla aramıza giren maske, evde kalma mecburiyeti getiriyor. Kendi dünyamda, gerçekleri göğüslemeye çalışırken, belli yaşlardaki genç ve olgunlar, cezası olmayan günlerin hapsinde yaşamak zorunda kalıyorlar.
İyi ki hayata açılan pencerem var. Beydağları her daim bütün ihtişamıyla, günün her saatinde beni karşılıyor. Gün geceye kavuşurken, renkler her daim beni büyülüyor.
Toros Dağları'nın batı uzantılarından Bey Dağları, Antalya sınırları içinde yer alır. Bey Dağları grubu, Antalya Körfezi'nin batısında, kuzey-güney doğrultusunda körfeze paralel olarak devam eder. Bu doyumsuz güzelliğin, aşk hikayesi, dağlara gömülmüş, her an gözümün önünde uzanmaktadır.
Efsaneye göre, bir yörede, bilinmez sevdaya düşmüş çoban, çaresiz, dolanır. Karşısına bir gün aksakallı bir ihtiyar çıkar. Genci görünce,“Senin sevdan da sürün de buralarda değil, uzaklarda, beyin dağlarında, oyalanma, var git oraya” der. Yollara düşer, sonunda, sayısını bilemediği sürüsü olan, ünlü Bey’in baş çobanı olur. Sürüsüyle birlikte, gözü, aklı dağlarda, köylerde, obalarda, çadırlarda sürekli hayat eşini arar. Aylar yıllar geçer. Sevda içinde büyür, ama bir türlü yüreği aradığını bulamaz. Sonra bin yıl önceden gelip bin yıl sonraya doğru akan bir ses duyar. Akdeniz’e doğru bakar ve beyaz tenli, narin bir bedenin, uzun kara saçlı, bir hayal, bir düş gibi, dalgaların altına girip köpüklerin üzerinden süzülmesiyle dona kalır. Çoban, denizden gelen, denizkızını yitirmemek için ardından soluğu tükeninceye dek koşar. Sevdalısı dalgaların ve ufuktaki sisin ardında gözden kaybolur gider. Çoban sevdalısının peşinden gitmek için yanıp tutuşur ama sürüyü çobansız bırakmaya bir türlü gönlü razı olmaz. “Ulu tanrım, gitmem, onu bulmam gerek. Ne olur tanrım, Beyimin sürüsüne elin eli değmesin! Kurt dalmasın, canavar yemesin! Ben gelene kadar onları orada öyle bırak beklesinler” diye yakarır. O ana dek, yer ve gök olalı böyle içten bir yakarışa, böyle candan bir çağırışa tanık olmamıştır. Çoban sürüsüne dönerek seslenir,“aslan boğalarım, sütlü ineklerim, çevik keçilerim! çönün, çömelin”der. Bey’in azgın boğaları, boylu inekleri ve kıvrak keçileri birbirine yanaşır, ağır ağır çömelir, sıra sıra toprağa yaslanırlar. Uzun bir boğa sırası dağlar boyunca akıp gider, Bey’in topraklarının ötelerine uzanır. Binlerce yıllık güçlü çağrı bütün hayvanları dağlara gömer. Çoban Akdeniz’e, onun sonsuzluğuna bakarak çömelmiş boğaların arasına sırtını toprağa, yüzünü gökyüzüne vererek uzanır. Gözyaşları akar, toprakları sular. Akdeniz’in kıyısındaki dağlarda, kimsenin hiçbir zaman başı ile sonunu birlikte göremediği sürüsüyle, kucak kucağa taşlaşıp kalır. Toros dağlarının, batı ucundaki bölümüne Beydağları denmesi bundandır. Bir başka anlatımla Toros ve Beydağlarının mayasında çoban, boğa ve keçi hakkı vardır. Bu dağlara Toros (boğa), Beydağları, yarımadaya Teke Yarımadası adlarının verilmiş olması, bu dağların konar-göçer (yörük) yurdu olarak bilinmesidir. Antalya’ya yolu düşenler, Karaalioğlu parkından batıya doğru, Beydağlarına doğru baksınlar. Boğayı, keçiyi andıran tepeler arasında sevdalısına kavuşamamış bahtsız çobanın yaşlı gözlerle gökyüzünü süzen siluetini de mutlaka göreceklerdir.
Beydağlarında gün, kendini gecenin kollarına bırakıyor. Renkler, kızıla dönerken, çoban hala, gözü gökyüzünde, denizde sevdalısına kavuşmak için bekliyor.
Beydağları hikayesi için, Prof.Dr.Tuncay Neyişçi yazısından faydalanılmıştır.
|